Kriter > Dış Politika |

ABD Vizesine Takilan “Antiemperyalizm


ABD’nin “persona non grata” ilan edilmesine ramak kala Türkiye’deki görev süresi dolan büyükelçisi John Bass’in giderayak yarattığı vize krizi geçtiğimiz ayın çok tartışılan konularından biri oldu. Bu yazı kaleme alınırken kriz henüz çözülmemişti.

ABD Vizesine Takilan Antiemperyalizm

ABD’nin “persona non grata” ilan edilmesine ramak kala Türkiye’deki görev süresi dolan büyükelçisi John Bass’in giderayak yarattığı vize krizi geçtiğimiz ayın çok tartışılan konularından biri oldu. Bu yazı kaleme alınırken kriz henüz çözülmemişti. Ancak ABD’den gelen bir heyetle Dışişleri Bakanlığı arasında yürütülen müzakereler olumlu yönde seyrediyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vize krizine tepkisi çok sert oldu. Erdoğan Türkiye’nin bir “kabile devleti” olmadığını vurguladıktan sonra büyükelçi John Bass’i ABD’nin temsilcisi olarak görmediğini söyledi. Elçinin veda ziyaretlerini hiçbir bakan kabul etmedi.

AK Parti ve MHP cephesinden gelen eleştiriler de aynı minvaldeydi. Türkiye egemen bir devletti ve hukukun gereğini yerine getiriyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla Büyükelçiliğin basın metnine neredeyse kelimesi kelimesine aynen karşılık verildi. ABD’den Türkiye’ye gelecek yolculara verilecek vizeler askıya alındı. Uluslararası ilişkilerdeki mütekabiliyet ilkesinin gereği yerine getirildi.

MHP’yi ayrı bir yerde tutarsak muhalefetin konuya yaklaşımı ise neredeyse tümüyle Türkiye’yi haksız bulmak üzerine kuruldu. CHP, HDP ve diğer sol gruplar sözde yıllardır karşı oldukları “ABD emperyalizmi”ne bir çift laf etmek yerine “Erdoğan’ın kabadayılığı” ve “AKP’nin başarısız dış politikası”ndan dem vurmayı tercih ettiler.

“Sol” Muhalefetin Vize Krizine Bakışı

Örneğin Türkiye Komünist Partisi (TKP) yayınladığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“Erdoğan ve AKP 15 yıllık iktidarını Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’nın başını çektiği Avrupa Birliği ülkelerine borçludur. AKP ülkemizi, emperyalist güçler ve Türkiye’nin büyük patronlarıyla el ele vererek, ekonomisi daha kırılgan, dış politikası tutarsız, saldırgan ve maceracı, iç politikası emekçiye sınırsız düşmanlık ve dincilikle kirletilmiş bir ülke haline getirdi.

AKP iktidarının Türkiye’nin bölgesel olanaklarını abartması, ABD ve diğer bazı emperyalist ülkelerin beklentilerini karşılayamaması nedeniyle ortaya çıkan gerilimler, Erdoğan ile Batılı ülkeler arasındaki ilişkileri bozacak noktaya kadar gelmiş ve sonunda ABD, kendisi için daha kullanışlı bir iktidar oluşması adına Türkiye’deki bir darbe girişiminin arkasında durmuştur.”

Yani FETÖ darbesine karışmış biri tutuklanmış, ABD buna karşı ağır bir hamle yapmış, muhatabıyla eşitler arası ilişki kurmak isteyen Türkiye’nin verdiği karşılığın suçlusu ise Erdoğan oluvermişti. Bu konunun “emekçiye sınırsız düşmanlık ve dincilik”le ne alakası olduğunu ise kendilerinin bile açıklayabileceğini sanmıyorum.

Yedi madde halinde sıraladıkları bildiri metninde ayrıca, “ABD ile Erdoğan arasında yaşanan gerilimde taraf olmak zorunda değiliz. Erdoğan ve ekibinin tersine halkımızın çıkarları hiçbir zaman ABD emperyalizmiyle örtüşmez” diyorlardı. Yani “emperyalist” ABD ile kendi ülkeleri arasındaki saflaşmayı kenardan izlemeyi tercih ediyordu anlı şanlı antiemperyalistlerimiz.

CHP milletvekili Öztürk Yılmaz Mecliste düzenlediği basın toplantısında, “ABD’nin bütün Türkleri cezalandıracak vize kararını doğru bulmuyoruz. Ona mukabil Türkiye tarafından atılan adım da keşke olmasaydı” dedi.

Yine CHP milletvekili Barış Yarkadaş Twitter’da, “Vize engeli çok ağır ve haksız bir yaptırımdır. AKP’nin yanlışlarının bedelini Türkiye’ye ödetemezsiniz. Türkiye AKP’den ibaret değildir” diyordu. Her iki milletvekilinin kastı da açık: Bizi değil AKP’lileri cezalandırın. İnsan, bir savaş çıkar da ABD (veya sol muhalefetin pek sevdiği “medeni Batı” ülkelerinden herhangi biri) Türkiye’ye saldırırsa, Türkiye Parlamentosunda görev yapan bu vekillerin yine kenarda durup seyredeceğinden kuşkulanmadan edemiyor. Nitekim geçmişte bir CHP milletvekilinin Türkiye ile İran savaşırsa İran safında yer alacağını açıkça beyan ettiği hafızalarda. Oysa Washington Post gazetesi bile daha “insaflı” davranıp, vize yasağının sadece “Erdoğan ve çevresi”ne uygulanmasını istiyordu (“Erdogan is bullying America. Trump should do something”, Washington Post, 10 Ekim 2017).

Vize krizine benzer minvalde yaklaşanlar Erdoğan krizi yumuşatmak ve bir çıkış yolu göstermek için sorumluluğu büyükelçiye yüklediğinde buna da itiraz ettiler. Örneğin CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Topu sadece büyükelçinin omuzlarına yıkıyorsunuz” demişti Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök ile birlikte. Bir yandan krizin sorumluluğunu (ABD’ye değil) Erdoğan ve AK Parti’ye yıkmaya çalışan bu koro, diğer yandan da krizin çözümü için gösterilen yolu da değersizleştirip adeta çözülmemesi için mesai yapıyordu.

Türk Solunun Antiemperyalizmi

Esasen son yıllarda yaşadığımız pek çok krizde çoğunluğu antiemperyalist olduğunu iddia eden bu çevreler Türkiye’nin pozisyonunun tam karşısında yer aldılar. Örneğin 2015’te Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile yaşadığımız krizde Erdoğan ve Putin’in temkinli ilk açıklamalarını yetersiz bulup kışkırtmaya çalışıyorlardı. Sosyal medyada sol kimlikleriyle tanınan kullanıcılar Beştepe’nin, AK Parti Genel Merkezi’nin ve AK Parti’nin geleneksel oy depoları olan şehirlerin koordinatlarını vererek Putin’e “Tüm Türkiye’yi değil buraları bombala” çağrısı yaptılar. Vize krizindeki tutumlarına ne kadar da benziyor değil mi?

Benzer şekilde Ekim 2015’te Avrupa Birliği ile aramızda mülteci krizi yaşanırken sorunu görüşmek üzere Türkiye’ye gelecek olan Almanya Şansölyesi Merkel’e “Gelme Merkel!” diye mektup yazıp medyada imzalarıyla yayınladı aynı çevreler. Gerekçeleri neydi peki? 1 Kasım seçimlerine haftalar kala Merkel’in gelmesi Erdoğan’a siyasi destek olarak algılanır ve eli güçlenirdi. Devletler arası ilişkiler bu saçmalıklara göre yürütülmediği için Merkel geldi tabii.

Bu defa da, “Merkel Erdoğan’la Kaçak Saray’da fotoğraf vermek istemediği için randevuyu İstanbul’a verdi” diye bir yalan uydurdular. Hatırlayalım Almanya hükümet sözcüsü Steffen Seibert, “Başbakan Merkel veya bir hükümet yetkilisi bir başka ülkeyi ziyaret ederken ev sahibi ülkenin görüşme yeri önerisine uyar” şeklinde bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Hızını alamayanlar Erdoğan ile Merkel’in görüşeceği mekandaki bir koltuğun yaldızlarının yenilenmesine kafayı takıp “Erdoğan taht getirtti” ve “Böyle yenileme mi olur? Görgüsüzlük” gibi incir çekirdeğini doldurmaz tartışmalarla gündemi meşgul ettiler.

Üstelik Türkiye’nin dış politikasında önüne çıkan sorunlarda istisnasız hep karşı tarafta yer alan bu çevrelerin bir kısmı yıllar boyunca AK Parti’nin bir ABD projesi olduğunu, Erdoğan’ın “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı” olduğunu anlatıp durmuşlardı. Artık nefret mühendisliğine dönüşen bu muhalefet (!) mantığında tutarlılık aramak faydasız.

Karşımızda FETÖ lideri Gülen’i ve oraya sığınan diğer darbecileri koruyup kollayan, Erdoğan’ın ABD’ye bile gitmemiş korumaları hakkında tutuklama kararı çıkaran, korumalara silah satışını Kongre aracılığıyla engelleyen ve elçiliklerinden darbeye karışmış FETÖ üyeleri çıkan bir Beyaz Saray var. Ayrıca aynı ABD resmi temaslar için ülkesine giden Halkbank genel müdür yardımcısını tutukladı ve sınırımızdaki terör örgütü PKK-PYD’yi Türkiye’nin çıkarları hilafına silahlandırdı (Bu arada Kongrenin silah satışını engelleme kararını PKK ve FETÖ destekçilerinin Erdoğan’ın ziyareti esnasında çıkardıkları kargaşadan bir gün sonra aldığını hatırlatalım).

Ama Erdoğan ve onun temsil ettiği halk kesimlerinden hiç hazzetmeyen meşhur devrimci solcularımız “bize ilişme, onların kellesini al” kampanyaları yürütüyor. Ne diyelim Türk solunun antiemperyalistliği ABD vizesine takılana kadarmış.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası