Kriter > Dış Politika |

İdlib Uzlaşısının Önündeki Sınamalar


Altıncı Astana görüşmelerinde varılan üçlü mutabakat çerçevesinde İdlib’in çatışmasızlık bölgesine dahil edilmesinin ardından garantör ülkelerden biri olan Türkiye askeri bir plan çerçevesinde İdlib’in kuzey sektöründe konuşlanmaya başladı.

İdlib Uzlaşısının Önündeki Sınamalar

Altıncı Astana görüşmelerinde varılan üçlü mutabakat çerçevesinde İdlib’in çatışmasızlık bölgesine dahil edilmesinin ardından garantör ülkelerden biri olan Türkiye askeri bir plan çerçevesinde İdlib’in kuzey sektöründe konuşlanmaya başladı. Bu aynı zamanda Türkiye’nin 2016 Ağustos’unda başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı’nın (FKH) ardından Suriye krizine yönelik ikinci en önemli “askeri angajman”ı olma özelliği taşıyor. Operasyon niteliği, kapsamı, süresi ve hedefleri bakımından FKH’den farklılıklar içerse de İdlib operasyonu Türkiye açısından Suriye iç savaşında önemli bir değişime işaret ediyor. Ankara askeri gücünü “yedekte tutmak” yerine Suriye’den kaynaklanan güvenlik tehditlerini elimine etmek ve siyasi-stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için sınır ötesinde daha fazla kullanmaya başladı. Bu nereden bakılırsa bakılsın Türkiye’nin Ortadoğu ölçeğinde yeni bir “askeri aktivizm” siyasetine işaret ediyor. Eğer Astana’da Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan uzlaşı İdlib üzerinde realize edilebilir ve Ankara İdlib’de belirlenen bölgelerde çatışmasız bir şekilde askeri-siyasi kontrolü sağlar ve bunu arzu edilen boyutlarda devam ettirebilirse Suriye krizinin seyrine ilişkin yeni bir dönemin de ortaya çıkmasını sağlayabilir.

Ancak görünüşte ortaya çıkan “üçlü uzlaşı”ya rağmen hem Türkiye hem de İdlib operasyonu bağlamında ortaya konan strateji, şehirde yerel ölçekte cereyan eden rekabet ve çatışma, uzlaşının tarafları arasında farklılaşan öncelikler ve Suriye’nin geleceğine dair uluslararası cephede var olan belirsizlikler nedeniyle ciddi sınamalarla karşı karşıya.

Heyet-i Tahrirü’ş-Şam ile Çatışma Riski

İdlib operasyonunun ilk sırada yer alan meydan okumalarından biri şehrin büyük bölümünün Heyet-i Tahrirü’ş-Şam’ın (HTŞ) kontrolü altında olması. İdlib’in çatışmasızlık bölgesine dahil edilmesi büyük ölçüde Türkiye’nin diplomatik çabaları sonucu ortaya çıkmış olsa da şehri kontrol eden HTŞ’nin bu çatışmasızlık bölgesi içinde terör örgütü olarak görülmesi kontrolün nasıl sağlanacağı sorusunu da gündeme getiriyor. Açık kaynakların da ortaya koyduğu gibi Türkiye ve ÖSO İdlib’e yönelik ilk askeri intikali gerçekleştirirken HTŞ ile bir ön müzakerenin yapıldığı anlaşılıyor. Bu sayede TSK ve ÖSO’ya bağlı askeri unsurlar herhangi bir “direniş” görmeden İdlib’in kuzey sektörüne doğru ilerlemeye başladı ve üç denetleme/ kontrol noktası böylece kurulmuş oldu.

Bu durumun ortaya çıkmasına neden olan birçok faktörden bahsetmek mümkündür:

Birincisi Türkiye bir süredir askeri varlığını ılımlı muhaliflerin örgütlenmesi, eğitilmesi ve askeri olarak operasyonel düzeyde desteklenmesi konusunda önemli bir enerji harcıyordu. Bu durum bölgesel düzeyde desteksiz kalan askeri muhalefetin gözünde Türkiye’yi “güvenilir” bir aktöre dönüştürmüştü. FKH’nin özellikle güvenlik alanında sağladığı başarılar Türkiye’yi muhalefet için vazgeçilmez hale getirdi.

İkincisi ise Ankara’nın sahada işleyen stratejisi bağlamında 6. Astana görüşmeleri öncesinde irili ufaklı bazı askeri gruplar HTŞ’den koparak Türkiye’nin saflarına katılmıştı. Dolayısıyla HTŞ zaten askeri intikal başlamadan önce zayıflamıştı. 20-30 bin civarında savaşçı sayısına sahip olan HTŞ’nin Astana öncesinde savaşçı sayısının 10 binin altına düştüğü iddia edilmişti.

Üçüncü olarak zayıflamış bir HTŞ’nin Türkiye’yi hedef almasıyla kendi içinde yer alan Suriyeli unsurların kopacağı ve böylece alanda tutunmakta zorlanacak olması yukarıda ifade edilen nedenler arasında sayılabilir. Ayrıca İdlib halkının ve burada yer alan diğer askeri grupların Türkiye’nin askeri varlığına sıcak bakması HTŞ’yi bu konuda hareketsizliğe mecbur kıldı. Bu nedenle HTŞ unsurlarının ilk iki intikal aşamasında Türkiye’yi hedef alması beklenmiyordu ve bu bağlamda TSK unsurları herhangi bir direnişle karşılaşmadı.

Ne var ki bu durumun geçici olduğunu söylenebilir. Zira HTŞ’nin İdlib’de alan kontrolü sağlamak ve rejime karşı direnişi tahkim ederek Halep’e yönelik yeni bir taarruz başlatmak için rejim karşısında konumlanan diğer askeri gruplara karşı savaşması Türkiye’nin askeri varlığıyla birlikte İdlib iç dengelerini daha karmaşık hale getirmiş durumda. Bu nedenle intikalin ilk aşaması çatışmasız bir şekilde gerçekleşmiş olsa da bundan sonrası için HTŞ’nin TSK ve ÖSO unsurları ile karşı karşıya gelmeyeceğinin garantisi şimdilik yok. Üstelik Türkiye’nin askeri varlığı ya da İdlib’in çatışmasızlık bölgesine dönüştürülmesinin HTŞ sorununu nasıl çözeceği şimdilik muğlaklığını koruyor. Türkiye ve ona bağlı muhalif gruplar ile HTŞ arasında askeri bir çatışmanın başlaması bu anlamda İdlib’i Suriye krizinin yeni bir cephesi haline getirebilir ve Türkiye için de önemli riskler barındırmaktadır.

Türkiye’nin İdlib’deki Öncelikleri

Öte yandan Türkiye’nin İdlib hamlesi ile siyasi ve askeri hedeflerinin netleşmiş olması durumu daha da karmaşık hale getirebilir. Türkiye’nin İdlib’deki öncelikleri arasında sınır güvenliğini sağlamak, PKK tehdidini baskılamak, şehrin Halep sonrası nüfus yoğunluğu dikkate alındığında muhtemel bir mülteci akışını minimize etmek ve kontrol edilen alanlara mümkünse Türkiye’de yaşayan ve bölgeden gelen mültecilerin yeniden yerleşmesini sağlamak yer alıyor. Türkiye ve kontrolünde bulunan askeri grupların ikincil düzeydeki amaçları arasında ise Kuzey İdlib bölgesinde “güvenli bir bölge” oluşturarak tedrici bir şekilde ilerleyecek HTŞ karşıtı askeri kampanyanın başlatılması olarak ön plana çıkıyor. Türkiye’ye yakın duran Feylak el-Şam ve Ahrar el-Şam gibi grupların bu stratejiyle birlikte hareket ettiği söylenebilir. HTŞ ile tam ölçekli bir çatışma içine girmek istemiyor olsalar da bu gruplar daha istikrarlı bir şekilde HTŞ’nin “aşırılıkçı kanatlar”ını hedef alarak ayrılmaları ve bölünmeleri teşvik etmeye çalışıyorlar. Bu hedefler HTŞ ile çatışma riskini göze almadan mümkün gözükmüyor.

Asıl Tehdit PKK

Öte yandan Türkiye’nin hedefi İdlib’in kuzeyinden FKH bölgesine uzanan bir hat oluşturarak Azez ve İdlib’de yer alan askeri unsurları birleştirmek ve böylece Afrin’deki PKK varlığını tecrit ederek dört bir taraftan baskılamak. Bunun için Tel Rıfat bölgesindeki PKK varlığının öncelikli olarak hedef haline getirilmesi gerekiyor. İdlib’deki sürecin Türkiye’nin arzu ettiği gibi ilerlemesi ve HTŞ’nin etkisinin minimize edilmesi halinde Türkiye’nin bundan sonraki hedefinin PKK olacağı gözüküyor.

Ancak Moskova’nın bu konudaki tavrının muğlaklığını koruduğunu söylemek gerekir. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın PKK liderlerinden Murat Karayılan ile Suriye’de görüştüğüne yönelik basında yer alan haberler bahse konu muğlaklığı derinleştirmenin yanı sıra DEAŞ sonrasında Ankara açısından endişeleri de artırıyor. Bu nedenle Türkiye’nin Afrin’de PKK’yı askeri olarak hedef alması kabiliyet açısından mümkün gözükse de siyasi düzeyde Moskova- Ankara hattında son zamanda ortaya çıkan uzlaşıyı dağıtma riski taşıyor. Bu nedenle İdlib’de başarının elde edilmesi Ankara-Moskova hattının siyasi olarak PKK yüzünden karşı karşıya gelmemesine de bağlı. Rusya’nın İdlib’i Suriye krizinin diplomatik düzeyde çözülmesi için son aşamalardan biri olarak görmesi Türkiye’nin PKK’ya yönelik askeri angajmanına ses çıkarma olasılığının düşük olduğunu da düşündürebilir.

İdlib sonrasında asıl hedef rejim ile muhalifler arasında müzakerelerin başlayabileceği diplomatik bir zemin oluşturmak. Bu ise büyük ölçüde İdlib ekseninde birbirlerine rakip olarak gözüken aktörleri askeri bir çatışmadan uzak tutmaya bağlı. Bu nedenle Türkiye’nin rolü oldukça önemli hale geliyor. Türkiye’nin asıl sınaması ise aynı anda hem askeri hem de siyasi hedeflerini nasıl gerçekleştireceği. Diğer bir ifadeyle Türkiye için asıl tehdit hala PKK’nın varlığı. Geçtiğimiz bir yılın net bir şekilde gösterdiği temel unsurlardan biri sahadaki fiili durumun kimin tarafından oluşturulduğu. Türkiye eğer Suriye krizinde olaylar bağlamındaki “zaman akışı”nın gerisine düşerse istediği hedeflere ulaşması son derece zor olabilir. Bu nedenle zaman akışını belirlemek Türkiye’nin siyasi hedeflerine ulaşması açısından ve Suriye’de krizin sonlanmasına katkı sunması bakımından mümkün olabilir. Bu varlığı ortadan kaldırmak ve PKK’nın gücünü kırmak adına atacağı askeri adımlar Moskova ile olan İdlib uzlaşısını bozar mı bunu yakında göreceğiz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası