Kriter > Siyaset |

PKK'nın Cinayetleri


1976 yılında Ankara’da küçük bir grup olan Apocular, 1978’den itibaren Kürt aşiretleri hedef alan eylemlerle adını duyurmaya başladı. Siverek’teki Bucak aşiretine karşı gerçekleştirdikleri saldırılarda ayaklarına giydikleri ayakkabılar nedeniyle “Mekaplılar” olarak da anılan grup 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis mahallesindeki bir toplantıda adını Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak değiştirdi.

PKK'nın Cinayetleri

1976 yılında Ankara’da küçük bir grup olan Apocular, 1978’den itibaren Kürt aşiretleri hedef alan eylemlerle adını duyurmaya başladı. Siverek’teki Bucak aşiretine karşı gerçekleştirdikleri saldırılarda ayaklarına giydikleri ayakkabılar nedeniyle “Mekaplılar” olarak da anılan grup 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis mahallesindeki bir toplantıda adını Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak değiştirdi. PKK aynı toplantıda hareket alanını genişlettiğini ve şehir eylemleri metotları uygulamaya başlayacağını da ilan etti. Şehir çatışmalarının sona erdiği 12 Eylül 1980 Darbesi’ne kadar 213’ü sivil, 243 kişiyi öldürdüğü iddia edilen PKK, sonraki ilk büyük saldırısını 15 Şubat 1984’te yaptı. Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçesini basan teröristler, karakol ve askeri lojmanlara saldırdı. O günden sonra PKK, Türkiye’nin terör gündeminin merkezine yerleşti.

PKK sivillere yönelik saldırıları terörist bir baskı yöntemi olarak ilk yıllarından bu yana kullandı. 90’lı yıllarda Öcalan’ın doğuya gönderilen öğretmenlerin Kürtleri asimile etme projesinin bir parçası olduğunu söyleyerek onları hedef göstermesi sonucu PKK çok sayıda okul yaktı ve öğretmenleri kurşuna dizdi. Yine 80 ve 90’lı yıllarda PKK’nın gerçekleştirdiği köy baskınları ve katliamlar sonucu çok sayıda sivil hayatını kaybetti. PKK bu katliamları yayın organı Serxwebun’da “ajan ve işbirlikçileri öldürdük” şeklinde ilan ederken, öldürülenlerin arasında kadınlar, çocuklar ve hatta bebekler de vardı.

PKK’nın “Şehir Savaşları”

AK Parti döneminde “Kürt Sorunu”nu çözmeye yönelik olarak “Demokratik Açılım” ve “Çözüm Süreci” gibi atılan adımları, barışa yönelik bir hamle olarak değerlendirmek yerine bir kez daha kırsaldan şehre yönelme fırsatı olarak gören PKK, Oslo görüşmelerinin ardından şehir yapılanmasını güçlendirdi. Özellikle Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın neden olduğu gelişmeleri fırsata çevirerek Türkiye’deki şehir milislerini muharebeye hazırlarken, diğer yapılarını da destek kadroları haline getirdi. PKK Nusaybin, Cizre, Yüksekova, Sur ve İdil başta olmak üzere Güneydoğu’daki çeşitli kent merkezlerinde başlattığı şehir savaşlarında başarı için, özellikle son yedi yıldır yoğun bir faaliyet yürüttü. Buna rağmen kazdığı hendeklerin gerisinde, sokak içlerinde savaşa tutuşmak PKK için yeni bir savaş konseptiydi ve bu strateji TSK’nın başarılı müdahalesi ve Kürtlerin destek vermemesi sayesinde yenilgiyle sonuçlandı.

Bu yenilgide en önemli faktör kendini Kürt halkının savunucusu olarak lanse eden PKK’nın bölge halkından beklediği desteği bulamamasıydı. 2013’te başlatılan Çözüm Süreci PKK’nın silah bırakması ve sınır dışına çıkması şartına takılıp kaldı. Kalıcı bir çözüm için Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Ankara’nın olmazsa olmazı “silah bırakma” ve “sınır dışına çıkma” şartı örgüt tarafından yerine getirilmedi. 2014’te DEAŞ terör örgütünün Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirmesinin ardından, yönünü önce Irak Kürt bölgesine daha sonra Suriye’nin kuzeyindeki Kobani’ye çevirmesi PKK’nın aradığı fırsatı ayağına getirdi.

Örgütün Propaganda Savaşı

Türkiye, Suriye’deki iç savaşın durdurulması ve Irak’taki mezhepçi bölünmenin önüne geçilmesi için gerekli eylem planında Batılı müttefikleriyle farklı görüşlere sahipti. ABD 2013 yılında değiştirdiği Ortadoğu politikasının bir parçası olarak Suriye’de “Beşşar Esed gitmeli” söyleminden vazgeçmiş, önceliğini başta Irak ve Suriye olmak üzere tüm Ortadoğu’da “DEAŞ’la mücadele” olarak belirlemişti. Türkiye ise DEAŞ’ın bölgedeki kangren haline dönüşmüş durumun bir semptomu olduğunu öne sürerek, mücadele kapsamının bölgeye barış getirmeye yönelik kalıcı müdahalelerden geçmesi gerektiğini savunuyordu. Bu görüş farklılığı Türkiye’nin Batılı müttefiklerince uluslararası medya üzerinden ağır baskıya maruz bırakılmasına neden oldu.

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) medya yapılanmasının da aktif rol aldığı bu süreçte Türkiye uzun süre DEAŞ’ı desteklediği yönünde dezenformasyona dayalı haber ve analizlerle karşı karşıya kaldı. PKK bu dezenformasyonun aktif bir parçası olarak Çözüm Süreci’ne büyük umutlar bağlamış bölge halkını “Türkiye’nin Kürtleri öldüren DEAŞ’ı desteklediği” iddialarıyla provoke etmeye çalıştı. “6-8 Ekim olayları” olarak bilinen ve 46 kişinin öldüğü Kobani kalkışması, PKK için bir “ayaklanma testi” niteliği taşıyordu. PKK, bölgede Kobani üzerinden “Kürt Baharı” propagandasını artırırken Türkiye’ye yönelik karalama kampanyaları da FETÖ ve yabancı basından ciddi destek alıyordu. HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı yüzde 13’lük oy oranını halkın kendine yaktığı yeşil ışık olarak yorumlayan PKK, Temmuz 2015’te ateşkesi sonlandırarak hendeklere dayalı şehir savaşlarını başlattı.

PKK’nın Son Kozu: Sivilleri Öldürmek

“Özyönetim”, “bölünme” ve “iç savaş” gibi muhatabına göre şekil alan şehir savaşı propagandalarının arasına sıkıştırılan “barış” söylemi PKK ve uzantılarının sıkça arkasına sığındığı limandı. Ancak gerçek bir barış isteyen bölge halkı, ateşkesi bozan ve çözüm masasından kalkan tarafın PKK olduğunu gördü. Bu nedenle örgüt tarafından yapılan “serhildan” çağrıları ve eylem davetleri bölgede karşılık bulmadı. HDP’li belediyelere ait iş araçlarının PKK’ya lojistik sağlamakta kullanıldığı ve belediye binalarının örgüt harekat merkezi haline geldiği dönemde PKK, şehirlerde kendisiyle mücadele eden TSK’nın operasyonlar boyunca verdiği sivil zayiatı artırmaya çabaladı. Güneydoğu’daki kentlerin Suriye’deki şehirleri andırdığı ve devletin Kürtleri öldürdüğü yönündeki PKK iddiaları özellikle Batı medyasında kendine geniş yer buldu. TSK’nın örgüte karşı düzenlediği operasyonlar ise Türkiye’nin Kürtlere karşı giriştiği bir mücadele olarak uluslararası medya üzerinden defalarca servis edildi.

Güvenlik kuvvetlerinin bu baskılara rağmen titizlikle sürdürdüğü operasyonlarda sivillerin hayatına gösterilen özen neticesinde PKK moral üstünlüğün yanı sıra savaşı da kaybetmeye oldukça yaklaştı. PKK üst düzey liderlerinin yaptığı “savaşı Batı’ya taşıma” yönündeki çağrılar da, PKK’nın Türkiye’ye karşı açtığı savaşı AK Parti’nin Kürtlere yönelik mücadelesi gibi gösterme çabaları da sonuç vermedi.

Bu bağlamda FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 gecesi kalkıştığı darbe girişiminin, bölge halkının Türkiye’nin son üç yılda yaşadığı süreci daha net görmesinde ve PKK’nın bu süreçte oynadığı rolü fark etmesinde önemli pay sahibi oldu. Örgüt başarısızlığın getirdiği öfkeyle sivilleri, siyasetçileri ve sivil kamu görevlilerini hedef almaya başladı. Ağustos’ta PKK’lı teröristlerce kaçırılarak şehit edilen AK Parti Beytüşşebap İlçe Gençlik Kolları Başkanı Naci Adıyaman bunlardan biriydi. Ekim ayında AK Parti Van Özalp İlçesi Başkan Yardımcısı Aydın Muştu ve AK Parti Diyarbakır Dicle İlçesi Başkanı Deryan Aktert PKK tarafından gerçekleştirilen saldırılarda şehit oldu.

10 Kasım’da Mardin’in Derik Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Muhammed Fatih Safitürk PKK tarafından makam odasında şehit edildi. Örgütün bu durumu yerde can çekişirken başkalarını da yanında götürmeye çalışan bir gangsterin son çırpınışlarına benzetilebilir. Elinde binlerce insanımızın kanı olan örgüt bugün yolun sonuna daha önce hiç olmadığı kadar yakın ve bunun öfkesini sivillerden çıkarmaya çalışıyor. Ama bunun kendisine hiçbir faydası olmayacağını göremiyor. 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası