Türk toplumunun temel yapı taşı olan aile kurumu, dijital çağın getirdiği değişimlerle birlikte köklü bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bin yıllardır süregelen geleneksel Türk aile yapısı, tarihsel süreç içerisinde çeşitli değişimler yaşasa da, özünü korumayı başarmıştı. Ancak son yıllarda, özellikle dijital teknolojilerin gündelik yaşama nüfuz etmesiyle birlikte, bu değişim çok daha hızlı ve derinden gerçekleşmekte, Anadolu'nun kadim geleneğinde "mahremiyet" kavramı ile özdeşleşen aile kurumu, küresel teknoloji şirketlerinin veri toplama pratikleri karşısında savunmasız kalmaktadır. Bu makale, Türk aile yapısının dijital dönüşüm sürecini, milli ve manevi değerlerimiz perspektifinden ele alarak incelemektedir.
Dijital Gözetim ve Aile Mahremiyeti
Türk toplumunda "ev", sadece bir barınak değil, ailenin kutsal alanı olarak görülmüştür. Geleneksel Türk ev mimarisinde bile bu mahremiyet anlayışını görmek mümkündür; cumbalı pencereler, avlulu evler ve haremlik-selamlık bölümleri, mahremiyet kavramının fiziksel yansımalarıdır. Ancak günümüzde akıllı ev sistemleri, dijital asistanlar ve IoT cihazları ile birlikte evlerimiz, küresel şirketlerin veri toplama merkezlerine dönüşmektedir. Yabancı menşeli akıllı ev cihazları (Amazon Alexa, Google Home vb.); aile içi konuşmalarımızı, yaşam alışkanlıklarımızı ve hatta çocuklarımızın gelişim süreçlerini kayıt altına almaktadır. Örneğin, bir akıllı ev sistemine bağlı güvenlik kamerası, çocuğunuzun odasındaki her hareketi kaydederken, bu veriler binlerce kilometre ötedeki sunuculara aktarılmaktadır. Akıllı buzdolapları ailenin beslenme alışkanlıklarını, termostatlar ev halkının günlük rutinlerini, hatta akıllı televizyonlar aile üyelerinin izleme tercihlerini ve duygusal tepkilerini bile analiz edebilmektedir. Bu veriler, çoğunlukla yurt dışındaki sunucularda depolanmakta ve Türk aile yapısına yabancı algoritmalarca işlenmektedir. Örneğin, bir Amerikan şirketinin algoritması, Ramazan ayında sahur vaktinde artan ev içi hareketliliği "anormal davranış" olarak algılayıp güvenlik uyarısı üretebilmektedir. Ya da bayram sabahı tüm ailenin bir arada olmasını, rutin dışı bir durum olarak değerlendirebilmektedir.
Özellikle ebeveynlerin çocuklarını dijital ortamda takip etme eğilimi, aile yapısındaki temel ilişkileri zedelemektedir. Konum takip uygulamaları, sosyal medya gözetimi ve çevrim içi aktivite kontrolleri, her ne kadar çocukların güvenliği için kullanılsa da, aile içi güven dinamiklerini olumsuz etkilemektedir. Birleşik Krallık’ta Internet Matters tarafından 2024’te yayınlanan “Children’s Wellbeing in a Digital World”[1] başlıklı endeks raporuna göre ebeveynlerin yüzde 63'ü, çocuklarının çevrim içi geçirdiği sürenin fiziksel sağlıklarını olumsuz etkilediğine inanıyor. Bu oran geçen yıl yüzde 58 idi. Diğer yandan, çocukların yüzde 31'inin internette tanımadığı kişilerle iletişim kurduğunu bildirirken, 15-16 yaş arası kız çocuklarında bu oran yüzde 48'e çıkmaktadır. Bu durum, ailelerin çocuklarını çevrim içi ortamda tanımadıkları kişilerden gelebilecek tehlikelerden koruma endişesini artırarak aile içi iletişim ve güven dinamiklerini zorlaştırmaktadır. Ebeveynlerin yüzde 31'i, ailece vakit geçirmek yerine kendi cihazlarıyla daha çok vakit geçirdiklerini de belirtmektedir. Bu oran geçen yıl yüzde 20 idi. Çocukların yüzde 14'ü, çevrim içi zaman geçirdikten sonra kendini yalnız ve izole hissettiğini belirtiyor. Özellikle 13-14 yaş arası kız çocuklarında bu oran yüzde 23'e kadar çıkıyor.
Batı toplumlarında bireyselliğin ön planda olduğu aile yapısından farklı olarak, Türk ailesi kolektif bir yapıya sahiptir. Büyükanne ve büyükbabaların aynı evde veya yakın mesafede yaşaması, kardeşler arası güçlü bağlar ve geniş aile ilişkileri, kültürümüzün önemli bir parçasıdır. Ancak dijital gözetim teknolojileri, bu kolektif yapıyı bireysel gözetim pratiklerine dönüştürmektedir. Örneğin, aile büyüklerinin tecrübe ve öğütleriyle sağlanan geleneksel gözetim ve rehberlik mekanizmaları, yerini algoritmaların önerilerine ve dijital kontrol sistemlerine bırakmaktadır. Bu yapının korunması için, dijital gözetim pratiklerinin kültürel değerlerimizle uyumlu bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle, yerli teknoloji şirketlerimizin Türk aile yapısına uygun akıllı ev sistemleri ve dijital kontrol mekanizmaları geliştirmesi büyük önem taşımaktadır. Bu sistemler, aile mahremiyetini korurken, geleneksel değerlerimizi de gözetmelidir. Örneğin; bayram, düğün, iftar gibi özel günlerde aile bir araya gelmelerini destekleyici özellikler taşımalı, çocukların dijital aktivitelerini kontrol ederken aile içi iletişimi ve güveni güçlendirici yaklaşımlar benimsemelidir. Ayrıca, veri depolama ve işleme süreçlerinin ülkemiz sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi, hem ulusal güvenlik hem de kültürel değerlerimizin korunması açısından kritik öneme sahiptir. Bu sayede, aile mahremiyetimiz yabancı algoritmaların yanlış yorumlamalarından ve potansiyel güvenlik açıklarından korunmuş olacaktır.
Sosyal Medya ve Değişen Aile İlişkileri
Geleneksel Türk aile yapısında "mahalle" kavramı, sosyal kontrolün ve toplumsal dayanışmanın merkezi olmuştur. Komşuluk ilişkileri, mahalle baskısı ve toplumsal normlar, ailelerin davranışlarını şekillendiren doğal mekanizmalardı. Ancak günümüzde bu mekanizmaların yerini, çok daha tehlikeli ve kontrolsüz bir alan olan sosyal medya platformları almış durumdadır. Öyle ki, TikTok'ta viral olan bir "trend", binlerce yıllık aile geleneklerimizi bir anda sarsabilmektedir. Türk aileleri, sosyal medyada idealize edilmiş bir aile imajı sunma baskısı altında adeta bir varoluş mücadelesi vermektedir. Instagram'da paylaşılan kusursuz aile fotoğrafları, YouTube'da sergilenen lüks yaşam tarzları ve TikTok'taki özenti davranışlar, gerçek aile yaşantımızı derinden etkilemektedir. Örneğin, bir anne çocuğunun doğum gününü sosyal medyada paylaşmadığında kendini eksik hissedebilmekte, ya da bir baba aile gezisini "story"lemediğinde sanki o an hiç yaşanmamış gibi düşünebilmektedir.
Daha da endişe verici olan, yabancı menşeli sosyal medya platformlarının algoritmalarının, genç kuşakları ailelerinden uzaklaştıran içerikleri öne çıkarmasıdır. Anlık paylaşım uygulamaları, gençleri sürekli telefona bakmaya zorlarken, aile sofrasındaki sohbetleri kesintiye uğratmaktadır. Sosyal ağlarda saatlerini geçiren gençler, aile büyüklerinin tecrübelerinden faydalanmak yerine, kimliği belirsiz "influencer"ların tavsiyelerine kulak vermektedir. We are Social’ın 2024’te yayınladığı Digital 2024 raporuna göre[2], dünyada günlük ortalama sosyal medya kullanım süresi 2 saat 23 dakikadır. Türkiye ise 2 saat 44 dakika ile dünya ortalamasının üstündedir ve 14. sıradadır. Hatta bu süre Z kuşağı için günde 7 saati bulmaktadır. Bu süre, gençlerin aileleri ile geçirdikleri sürenin çok üzerindedir. Daha da ötesi var. The Guardian’dan Kevin Rawlinson’ın haberine göre[3], TikTok'un algoritması, çocukların zayıflıklarını tespit ederek bunu bağımlılık noktası olarak kullanıyor ve platformda geçirdikleri zamanı artırmak için zararlı içerikler sunuyor. Araştırmalar, gençlerin TikTok hesabı açtıktan yaklaşık iki buçuk dakika sonra kendine zarar verme içerikleriyle, sekiz dakika içinde ise yeme bozukluğu içerikleriyle karşılaşabildiklerini gösteriyor. Platformun, 13 yaş altı 1,4 milyon çocuğun kullanımına izin vererek onların kişisel verilerini yasa dışı şekilde işleyip zararlı ve uygunsuz içeriklere maruz kalmalarına neden olduğu bildiriliyor.
Bu durum, aile içi iletişimin niteliğini düşürmekte, kuşaklar arası bilgi ve tecrübe aktarımını sekteye uğratmaktadır. Özellikle akşam yemekleri, bayram ziyaretleri, aile buluşmaları gibi geleneksel bir araya gelme ritüelleri, manevi değerler, örf ve ananelerimiz, kontrolsüz sosyal medya kullanımı ve korunmasız şekilde algoritmik hegemonyaya maruziyet nedeniyle anlamını yitirmektedir.
Gelecek Perspektifi
Dijital dönemde aile yapımızı korumak için kendi dijital platformlarımızı geliştirerek milli ve manevi değerlerimizi yansıtan içerikler oluşturmalıyız. Aile bireyleri arasında iletişimi güçlendiren uygulamalar, geleneksel değerlerimizi öne çıkaran kampanyalar ve aile büyükleri ile gençleri bir araya getiren projeler bu konuda faydalı olabilir. Ailelere yönelik "dijital farkındalık" eğitimleri düzenlenerek, ebeveynler sosyal medyanın riskleri ve fırsatları konusunda bilgilendirilmelidir. Sosyal medya bağımlılığını azaltmak için aile aktiviteleri artırılmalı ve geleneksel sosyalleşme yolları canlandırılmalıdır. Kendi dijital ekosistemimizi oluşturmak, aile yapısının korunması açısından çok önemlidir. Yerli platformlar hem veri güvenliğimizi sağlamalı hem de kültürel değerlerimizi korumaya yardımcı olmalıdır. Ailelere yönelik dijital okuryazarlık eğitimleri, teknolojinin bilinçli ve faydalı kullanılmasını desteklerken milli değerlerimizin korunmasına da katkı sağlayacaktır. Kişisel Verileri Koruma Kanunu, aile mahremiyetini koruyacak şekilde geliştirilmeli ve yabancı şirketlerin veri toplama uygulamaları daha sıkı denetlenmelidir. Ayrıca, TRT gibi kamu yayıncıları dijital platformlarda güçlendirilerek, milli değerlerimizi yansıtan kaliteli içerikler üretilmelidir. Aile içi iletişimi destekleyen uygulama ve platformların geliştirilmesi de çok önemlidir. Bu adımların başarılı olması için devlet, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün birlikte çalışması şarttır.
Sonuç
Türk toplumunun temel yapı taşı olan aile kurumunun dijital çağda korunması ve güçlendirilmesi, milli varlığımızın devamı açısından hayati önem taşımaktadır. Veri mahremiyeti ve algoritmik hegemonya karşısında, geleneksel aile değerlerimizin korunması için kapsamlı bir mücadele stratejisi geliştirilmelidir. Bu strateji, teknolojik gelişmeleri reddetmek yerine, onları milli ve manevi değerlerimiz doğrultusunda dönüştürmeyi hedeflemelidir. Türkiye'nin teknolojik bağımsızlık hamlesi, sadece ekonomik veya askeri bir mesele değil, aynı zamanda kültürel bir var olma mücadelesidir. Aile yapımızın korunması için yerli ve milli teknoloji çalışmalarının hızlandırılması, dijital platformlarda kültürel egemenliğimizin tesis edilmesi ve veri güvenliğimizin sağlanması gerekmektedir. Gelecek nesillere güçlü ve sağlıklı bir aile yapısı bırakmak için, dijital dönüşüm sürecini milli değerlerimiz doğrultusunda yönetmek zorundayız. Bu süreçte, devlet kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına, akademiden özel sektöre kadar tüm paydaşların ortak bir vizyon etrafında birleşmesi ve koordineli bir şekilde çalışması gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, güçlü aile yapımız, bin yıllık medeniyet birikimimizin en değerli mirasıdır. Bu mirası dijital çağda korumak ve güçlendirmek, hepimizin ortak sorumluluğudur. Teknolojik gelişmeleri milli ve manevi değerlerimizle harmanlayarak, gelecek nesillere güçlü, güvenli ve kültürel kimliğini koruyan bir dijital ekosistem bırakmalıyız.
[1] Internet Matters. (2024). Children’s Wellbeing in a Digital World (Report). https://www.internetmatters.org/hub/research/childrens-wellbeing-in-a-digital-world-index-report-2024
[2] We Are Social. (2024). Digital 2024. https://wearesocial.com/uk/blog/2024/01/digital-2024
[3] Rawlinson, K. (2023). How TikTok’s algorithm exploits the vulnerability of children. The Guardian. https://www.theguardian.com/technology/2023/apr/04/how-tiktoks-algorithm-exploits-the-vulnerability-of-children