Kriter > Dosya > Dosya / Doğu Akdeniz'de Soğuk Savaş |

Doğu Akdeniz’in Hukuki Boyutu


Türkiye konuya ilişkin ilk somut görüşünü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Mısır arasında imzalanan 2003’teki sınırlandırma antlaşmasından hemen sonra 2 Mart 2004’teki notasıyla ortaya koymuştur.

Doğu Akdeniz in Hukuki Boyutu
Fatih sondaj gemisi, Antalya’nın Alanya ilçesinde sondaj çalışmasına başladı, 30 Ekim 2018

Denize kıyısı bulunan ve kıyıları karşılıklı ya da yan yana olan devletlerin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve kıta sahanlığı gibi bazı deniz alanlarında bağımsız hareket edebilmeleri için aralarında yetki alanı sınırlandırma antlaşmaları yapmaları gerekir.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) haricinde herhangi bir devletle sınırlandırma antlaşması yapmamıştır. Bu sebeple Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hukuki pozisyonunu irdeleyebilmek için öncelikle konuya ilişkin resmi görüşün analiz edilmesi gerekir.

 

Türkiye’nin Notası

Türkiye 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) taraf değildir. Yerel hukukunda MEB ve kıta sahanlığını tayin eden bir mevzuat hükmü de bulunmamaktadır. Karasuları konusunda ise var olan yasal düzenleme, 1982 tarih ve 2674 sayılı Karasuları Kanunu’dur. Bu Kanun’un verdiği yetkiyle Bakanlar Kurulu Akdeniz’de karasularının genişliğini on iki mil olarak belirlemiştir.

Türkiye konuya ilişkin ilk somut görüşünü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Mısır arasında imzalanan 2003’teki sınırlandırma antlaşmasından hemen sonra 2 Mart 2004’teki notasıyla ortaya koymuştur. Bu notada Türkiye, Doğu Akdeniz’de özellikle 32 derece 16 dakika 18 saniye koordinatının batısındaki bölgede ab initio ve ipso facto (başlangıçtan beri var olan, ilanına gerek olmayan) hakkı olduğunu, bu bölgeye ilişkin sınırlandırma antlaşmalarının bölgeyle coğrafi ilintisi olan devletlerin tamamının bir araya gelmesiyle yapılabileceğini, bu yönüyle GKRY ile Mısır arasındaki bu antlaşmayı tanımadığını belirtmiştir.

Doğu Akdeniz 19. yüzyılın ortalarından itibaren önce Süveyş Kanalı’nın açılması, ardından ticaret rotalarının yönelmesi ve daha sonra bölge ülkelerinde çıkan petrol ve günümüzde ise Kıbrıs’ın güneyinde tespit edilen doğal gaz rezervleri nedeniyle mücadelelerin göbeğinde yer alıyor.

Ek olarak GKRY’nin Kıbrıs’ı tek başına temsil etme yetkisi olmadığını, Ada’ya ilişkin yapılacak tüm iş ve işlemlerde asli unsur olan KKTC’nin de muhatap alınması gerekliliğini ifade etmiştir. Lübnan ile GKRY arasında 2007’de yapılan sınırlandırma antlaşması sonrasında da 30 Ocak 2007’de yapılan açıklamayla benzer görüşleri tekrar eden Dışişleri Bakanlığı 5 Ağustos 2011’deki açıklamasıyla da GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz çalışmalarından kaygılı olduklarını, bu nevi çabaların Ada’daki barış görüşmelerini de çıkmaza sokacağını vurgulamıştır.

Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları tartışmalarının hararetlenmesi 2003’ten itibaren GKRY’nin çeşitli devletlerle agresif antlaşmalar imzalaması sebebiyledir. Önemli olan ve duruma doğrudan etki eden husus ise Kıbrıs Adası’nın uluslararası hukuk nezdinde temsilcisi olarak GKRY’nin kabul edilmesidir. Bu sebeple bölge devletleri de onları muhatap kabul edip antlaşmalar yapmaktadır. Geçen süre içerisinde Türkiye’nin sadece bu antlaşmalara nota ve benzeri tepkiler vermesi yeterli olmamıştır. Zira bölge devletlerinden bazılarının GKRY yerine Türkiye ile sınırlandırma antlaşması yapması da muhtemeldir ancak bu konuda biraz pasif kalınmıştır.

Türkiye tarafından bugüne kadar Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin herhangi bir resmi harita yayımlanmamıştır. Literatürde ise bölgedeki devletlerin uluslararası hukuk nezdinde hak sahibi olduğu deniz yetki alanlarını gösteren bir harita mevcuttur.

Daha önce de belirtildiği üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki politikasını tayin eden fikir “sınırların devletler arası antlaşma yoluyla tayin edilmesi” şeklinde olmuştur.

 

Haksız Edinimler

GKRY’nin bölge devletleriyle yaptığı sınırlandırma antlaşmaları hakkaniyetten uzak olup kıyı uzunluğuyla orantılı sınırlandırma ilkesine de ters düşmektedir. GKRY’nin Suriye, İsrail ve Lübnan ile yaptığı antlaşmalara bakıldığında Zafer ve Baf burunlarının kıyı çizgisi olarak esas alındığı ve bu üç devletin GKRY’den 1,8 kat fazla kıyı uzunluğuna sahip olmasına karşın GKRY ile hemen hemen eşit deniz alanlarına sahip kılındığını söylemek mümkündür. GKRY, Lübnan’ın olması gereken 3 bin 957 kilometre ve İsrail’in olması gereken 4 bin 600 kilometrelik alanı hukuka aykırı olarak ele geçirmiştir.

Mısır’ın GKRY ile yapmış olduğu ve daha sonra Mısır Meclisi tarafından iptal edilen sınırlandırma antlaşmasında da benzeri bir durum vardır. Burada da kıyı çizgisi olarak Zafer ve Arnauti burunlarının esas alındığı dikkate alınırsa GKRY’nin sahip olması gereken deniz alanı Mısır’ın yarısı kadar olması gerekirken aksine 21 bin 500 kilometre daha fazla olmuştur.

GKRY’nin bu haksız edinimlerine karşın bir şey yapılamayacağı söylenemez. Diğer antlaşmaları yapan devletler de aleyhlerine teşekkül eden durum nedeniyle yargı organlarınca bu antlaşmaları geçersiz hale getirebilirler. Mısır’ın Mursi döneminde GKRY ile antlaşmasını yasama organı vasıtasıyla iptal etmesi buna bir örnek teşkil etmektedir. Arnavutluk ile Yunanistan arasında yapılan kıta sahanlığı ve diğer deniz alanları sınırlandırma antlaşmasının Arnavutluk Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması da örnek teşkil eden bir diğer hadisedir.

Türkiye’nin ve Kıbrıs Adası’nın asli unsurlarından olan KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki hakları vazgeçilmez nitelikte haklardır. KKTC’nin, GKRY tarafından ilan edilen MEB alanlarında hak sahibi oluşu gerçeğinin şüphe götürmemesi yanında Türkiye’nin de Ada’nın güneyine ilişkin uluslararası hukuktan doğan hakları mevcuttur. Her ne kadar yabancı devletlerce resmen tanınmayan bir devlet olsa da KKTC Kıbrıs müzakerelerinde taraf olan, bağımsız bir toprak bütünlüğü ve yönetim şekli bulunan bağımsızlığını ilan etmiş bir devlettir. GKRY, KKTC’nin bu pozisyonunu görmezden gelerek MEB alanına ilişkin ölçümünü halen KKTC toprağı olan Karpaz Burnu’nu esas alarak yapmış olsa da bağımsız KKTC’nin Mısır, Suriye, Lübnan ve İsrail ile sınırlandırma antlaşmaları imzalaması gerekmektedir. Şu anki bölge siyasi konjonktürü buna izin vermeyecek olsa bile KKTC geleceğe dair politikasını bu şekilde oluşturmalıdır.

 

Türkiye’nin Hukuki Savları

Bugünkü duruma bakıldığında Doğu Akdeniz’deki devletlerin birçoğunun 1982 BMDHS’ye taraf olduğu ancak Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf olmadığı görülmektedir. Bu durum karşısında Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve MEB sorununun çözümünde yazılı hukuk kuralları değil örf ve adet kuralları devreye girecektir. Adı geçen sözleşmelerde olduğu gibi örf ve adet hukukunda da bu konuya uygulanacak kurallara bakıldığında bölgenin bütün dinamiklerinin dikkate alınarak hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde hakça bir çözüm üretilmesini öngördüğü anlaşılmaktadır. Bölgenin konumu dikkate alındığında sorunun kıyıdaş devletler ile yapılacak antlaşmalarda MEB, karasuları ve kıta sahanlığı konularının açığa kavuşturulması yoluyla çözülebileceği anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı ve MEB konularında ileri sürebileceği hukuki savları şöylece sıralamak mümkündür:

Türkiye’nin öncelikli savı deniz alanlarının sınırlandırılmasında tek taraflı işlem yapılamayacağı, bunu destekleyen örf ve adet kuralları dikkate alınarak ikili ve çok taraflı antlaşmalar yoluyla bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiği şeklinde olmalıdır.

  Her devletin kıta sahanlığı o devletin ülkesinin doğal uzantısı olmalı ve başka bir devletin ülkesinin doğal uzantısına girmemelidir. Türkiye’nin de uluslararası hukukun benimsemiş olduğu bu savı dikkate alması gerekmektedir.

     Türkiye’nin sınırlandırma işlemlerinde ileri süreceği bir diğer husus da hakkaniyet ilkelerine uygun çözümdür. Yani bu konunun çözümlenmesi adil olmalı ve tarafların haklarını gözetmelidir. Zira bölgede bulunan Meis ve Rodos gibi adalara tek başına kıta sahanlığı tanınması halinde Türkiye’nin bölgedeki hakları hakkaniyet ilkelerine ters biçimde sınırlandırılmış olacaktır.

    Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz oluşu Türkiye’ye bu denizdeki sınırlandırmanın özel şartlar yani somut sınırlandırmaların özellikleri dahilinde yapılması gerekliliğini iddia etme olanağı da sunmaktadır. 

Sonuç olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan son hadiselere bakıldığında Türkiye ve KKTC’nin by pass edilmesi suretiyle bazı adımların atılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. GKRY’nin bölgedeki enerji rezervlerinden yararlanabilmesi için KKTC’nin Maraş ve Güzelyurt bölgelerinden toprak talep etmesi sorunu çözümsüzlüğe götürmektedir. Özellikle şu sıralarda Mısır-İsrail-Yunanistan üçlüsünün sık sık bir araya gelerek Türkiye’siz Doğu Akdeniz paylaşımı yapmaya odaklandığını tahmin etmek zor değildir. Türkiye ise bölgedeki aktif pozisyonunu her geçen gün artırmaktadır. Gerek 29 Ekim 2018’de Fatih sondaj gemisinin Doğu Akdeniz’de sismik faaliyetlere ve sondaja başlaması gerekse geçtiğimiz ay yapılan “Mavi Vatan” tatbikatı hiç şüphesiz ki bölgede Türkiye’siz ve KKTC’siz bir plana izin verilmeyeceğini ilgili devletlere duyurma amacını da taşımaktadır. Bu yönüyle uluslararası hukuk nezdinde bölgenin önemli bir aktörü olarak hak sahibi olan Türkiye’nin şu sıralarda haklarını uluslararası merciiler nezdinde daha çok dile getirerek bölgede hukuk dışı bazı girişimlere engel olması gerekmektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası