Kriter > Dosya > Dosya / İsrail Sorunu |

İsrail ve Ortadoğu’da Tehdit Siyaseti


Önümüzdeki dönemde İsrail’in uluslararası düzeyde ABD, bölgesel düzeyde de Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile iş birliğini derinleştirerek olası bir siyasi dönüşüm ihtimalini önleme çabası içerisinde olacağı ve bölgesel aktörleri büyük oranda kontrolü altına alacağı söylenebilir.

İsrail ve Ortadoğu da Tehdit Siyaseti
ABD - Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi, ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz. 21.05.2017

Ortadoğu siyaseti son yıllardaki en gergin ve kaotik dönemlerinden birini yaşarken İsrail bu sürecin görece rahat aktörü olarak dikkat çekiyor. Bu durum Tel Aviv yönetiminin sadece geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde bölge siyasetinde attığı adımlar ve kendi lehine dönüştürdüğü politikalar bağlamında açık biçimde görülmektedir. Filistin meselesi başta olmak üzere komşularla ilişkiler, bölgesel etki alanının artırılması, Körfez ülkeleriyle iş birliğinin derinleştirilmesi, Doğu Akdeniz ve İran’a karşı mücadele gibi konularda İsrail’in daha önce olmadığı kadar avantajlı bir konumda olduğu söylenebilir.

Bu durumun arkasında başlıca birkaç nedenden bahsedilebilir: Bunlardan ilki Arap devrimleri sürecinin getirdiği belirsiz siyasi atmosferin İsrail tarafından fırsata çevrilmesidir. Bölgesel aktörlerin Arap devrimlerinin oluşturduğu yeni siyasi atmosferde ulusal çıkarlarını ve rejim güvenliklerini korumak uğruna birtakım mücadelelere girdikleri bir ortamda İsrail benzer kaygılardan uzak bir şekilde nüfuzunu artırmaya yönelik bir strateji izlemektedir. Bu ortamı pragmatist bir yaklaşımla değerlendiren Tel Aviv yönetimi ülke içerisindeki siyasi çekişmelere rağmen dış politikada odak noktasından şaşmayarak bir taraftan Filistin’deki işgal politikalarını devam ettiriyor diğer taraftan da bölgesel nüfuz alanını genişletiyor.

İkinci neden de Arap devrimleri süreciyle bölgesel aktörler arasındaki rekabetin artmasına paralel olarak İsrail’in kendisini bir müttefik olarak kabul edilmeye zorlamasıdır. Bu durum özellikle İran ile rekabet içerisinde olan ve bir taraftan da Türkiye’nin bölgedeki etkisinin artmasından endişe eden Körfez ülkeleri bağlamında gözlemlenmektedir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bu iki konuda da İsrail ile ittifak ilişkisi içerisine girerek hem Türkiye hem de İran karşıtı politikalar izlemesi bu durumun bir göstergesidir.

 

ABD Desteği

Bu anlamda öne çıkan ve belki de en belirleyici olan neden ise ABD’de başkanlık koltuğuna Donald Trump’ın oturmasıdır. Trump’ın göreve geldiği 2017’den itibaren İsrail’e yönelik Washington’ın desteği ciddi anlamda artmıştır. Trump yönetimi İsrail’in işgal politikalarına tam anlamıyla destek verirken Tel Aviv’in bu yönde attığı birçok adımı görmezden gelmiştir. ABD’de İsrail’e destek veren çevrelerin güç ve etkisinin iyice arttığı bu dönemde Trump iç kamuoyu ya da uluslararası toplumun endişelerini umursamayarak İsrail’in çıkarlarını savunmuştur. Her fırsatta İsrail’in çıkarlarını savunma konusunda teminat veren Trump bunu eylemleriyle de hayata geçirmiştir.

Aralık 2017’de yaptığı açıklamayla daha önce hiçbir ABD başkanının alamadığı bir karara imza atan Trump ülkesinin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını duyurmuştur. Bu karara İslam dünyasından en ciddi tepki Türkiye’den gelirken Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler kayda değer bir tepki göstermemiştir. Mayıs 2018’de bu kararın ikinci ayağı hayata geçirilmiş ve ABD’nin İsrail nezdindeki büyükelçiliği Kudüs’e taşınmıştır. Son olarak Mart 2019’da İsrail’in Gazze’deki operasyonları sırasında ABD Başkanı Donald Trump attığı tweette İsrail’in yüzde yüz haklı olduğunu ve vatandaşlarını korumak için her türlü önlemi alabileceğini belirtmiştir.

Trump’ın İsrail’e verdiği bir başka destek de Golan Tepeleri konusunda yaşanmıştır. Trump 21 Mart’ta yaptığı açıklamada ülkesinin İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenlik hakkını tanıdığını duyurmuştur. Uluslararası toplum tarafından Suriye toprağı sayılan ancak elli iki yıldan bu yana İsrail işgali altında olan Golan Tepeleri’ndeki egemenlik hakkının İsrail’de olduğunu kabul eden ABD bu sayede Tel Aviv yönetiminin Suriye ile olan bu ihtilafına nihai bir sonuç getirilmesine katkıda bulunmak istemiştir. Trump’ın bu kararı İsrail tarafından olumlu karşılanırken uluslararası kamuoyu ABD başkanı ve Tel Aviv yönetimine tepki göstermiştir. Öte yandan Arap ülkeleri ise sadece tepki açıklamalarıyla yetinmiş ve İsrail’e karşı herhangi bir yaptırım kararı almaktan geri durmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun refakatinde işgal altındaki Mescid-i Aksa’nın batı duvarı olan Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti. 21.03.2019

Trump’ın göreve gelmesiyle İsrail’in Filistin’deki işgal politikalarına kurumsal bir nitelik kazandırması süreci hızlanmıştır. Bu çerçevede Trump’ın damadı ve danışmanı olan Jared Kushner’in fikir babalığını yaptığı ve “asrın anlaşması” olarak isimlendirilen Ortadoğu barış planı son dönemde giderek daha fazla gündeme getirilmiştir. Önümüzdeki aylarda açıklanması beklenen plan tamamen Tel Aviv’in tezlerini önceleyen ve tarihi Filistin topraklarını İsrail’e teslim eden bir çözüm öngörmektedir. Her ne kadar kurulacak yeni bir devletle Filistinlilere yaşam hakkı tanındığı belirtiliyorsa da bu yeni devletin İsrail’in onay verdiği ölçüde var olabileceği, devlet yetkilerini kullanabileceği ve kısıtlı bir meşruiyet sahibi olacağı hususları da planın dikkat çeken noktalarıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde yüzyılın planı olarak lanse edilen bu proje Filistinlilerin yıllarca yürüttüğü mücadeleye rağmen devletlerini kaybedeceklerini işaret etmektedir. İsrail’in Körfez’deki müttefikleri ve Mısır’ın onayıyla hayata geçirmeye çalıştığı bu anlaşma Arap dünyasında tarihi bir kırılma anlamına gelecek ve Arap halklarınca kabullenilmeyecektir. Dolayısıyla “asrın anlaşması” bir barış planı olmaktan öte bölgeyi daha fazla kaosa sürükleme potansiyeline sahip bir doküman olarak değerlendirilebilir.

 

Dominant Bir Aktör

Bu gibi nedenler özellikle 2011’de başlayan Arap devrimleri sürecini izleyen dönemde İsrail’in bölge politikalarında daha aktif bir tutum içerisinde olmasını sağlamıştır. Bu anlamda en dikkat çekici gelişmeler İsrail’in Filistin’deki işgal politikaları bağlamında gerçekleşmiştir. Benyamin Netanyahu hükümeti Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşimleri her geçen yıl artırırken Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarını da sürdürmüştür. İsrail yönetimi bu dönemde Gazze’deki sivil ve askeri hedeflere yönelik saldırılar düzenlemiştir. 2012’de Bulut Sütunu ve 2014’te de Koruyucu Hat operasyonlarında aralarında sivillerin de bulunduğu üç bine yakın Gazzeli hayatını kaybetmiştir. 2018’de ise Gazze’de başlatılan ve Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü olarak adlandırılan eylemlere İsrail ordusunun yaptığı müdahalelerde 200’e yakın Filistinli öldürülmüştür. İsrail’in Filistin’e yönelik bu politikalarında Arap ülkelerinin tepkisizliğinin yanı sıra Filistinli taraflar arasında uzlaşı görüşmelerinin uzun süre başarılı sonuçlanamaması da etkili olmuştur. İsrail yönetimi özellikle 2013’te gerçekleşen askeri darbenin ardından Mısır’ın da ciddi desteğini alarak Gazze’deki meşru yönetim olan Hamas ile mücadelesini sürdürmüştür. Kahire yönetimi Mısır ile Gazze arasında can damarları olarak görülen tünelleri su doldurmak suretiyle ortadan kaldırmıştır.

İsrail’in bölgesel politikalardaki aktif tutumu Körfez bölgesindeki ülkelerle ilişkilerde de kendisini göstermektedir. İsrail’in Körfez’de özellikle Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn ile yakın bir iş birliğine girdiği görülmektedir. İsrail ile ismi geçen Körfez ülkeleri arasındaki iş birliğinin temelde beş ortak hedefinin olduğundan bahsedilebilir:

• Arap devrimleri sürecinin başarısızlığa uğratılması ve statükonun İsrail ve Körfez’deki müttefikleri lehine dizayn edilmesi

• İran tehdidinin bertaraf edilmesi

• Müslüman Kardeşler hareketinin bölgede siyasi bir aktör olarak yükselmesinin önüne geçilmesi

• Türkiye’nin Ortadoğu’da oyun kurucu bir rol oynamasının engellenmesi

• ABD’nin bölgesel çıkarlarının korunması

İsrail’de Başbakan Benyamin Netanyahu’nun yeni koalisyon hükümetini kuramaması üzerine 17 Eylül’de yeniden erken seçime gidilmesi kararı alındı.

Bu hedeflerin yanında Körfez’deki monarşiler Arap devrimleri sürecinin yarattığı belirsizliğin bir noktada kendilerini olumsuz etkileyebileceği ve rejim güvenliklerinin tehlikeye girebileceğini düşündüklerinden pragmatist bir yaklaşımla yürüttükleri partner arayışında ABD ile İsrail’i en optimal seçenek olarak değerlendirmiştir. Nitekim Arap devrimleri sürecinde Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iktidar pozisyonuna yükselmesi ve diğer bölge ülkelerinde de giderek daha fazla karşılık bulması Körfez monarşilerini endişelendirmiştir. Bu nedenle Mısır’daki askeri darbeyi doğrudan destekleyen Riyad ve Abu Dabi bu anlamda Tel Aviv ile de koordinasyon içerisinde olmuştur. Öte yandan İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak gibi ülkelerde nüfuzunu artırması da özellikle Suudi Arabistan tarafından ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu gelişmelerle 2015’te Kral Abdullah’ın hayatını kaybetmesinin ardından Kral Selman’ın Suudi Arabistan’da liderlik pozisyonuna gelmesi, BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in ABD ve İsrail ile önceden beri var olan ve son dönemde gelişen örtülü ittifakı ve 2017’de Trump’ın ABD’de başkanlık görevine başlaması gibi unsurlar da bu ülkelerin İsrail ile iş birliğini derinleştirmesinde etkili olmuştur.

Benzer bir durum İsrail’in güney komşusu olan Mısır’la ilişkilerinde de gözlemlenmektedir. Askeri darbeyi izleyen dönemde dış yardımlara muhtaç durumda olan Mısır, Körfez ülkeleri ve ABD ile bu anlamda ciddi bir iş birliği yürütmüştür. ABD’nin Mısır’a olan desteğinin arkasındaki temel koşul ise İsrail’in güvenliğine herhangi bir zarar gelmemesidir. Diğer bir deyişle ABD, Kahire’deki rejime mali ve askeri destek sağlayarak bir anlamda İsrail’e yönelik Arap dünyasının en güçlü ülkesi olan Mısır’dan gelebilecek bir tehdidi ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. İki ülke arasındaki iş birliği kısa sürede stratejik ittifaka dönüşürken İsrail Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar Mısır ordusunun Sina’da militanlara karşı yürüttüğü operasyonlara katılmıştır. Öte yandan iki ülke yönetimleri de üst düzey görüşmelerde bir araya gelmiştir. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile İsrail Başbakanı Netanyahu Eylül 2017 ve 2018’de ABD’nin New York şehrinde ikili görüşmeler gerçekleştirmiştir. Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükri Temmuz 2016’da İsrail’e bir ziyarette bulunarak Netanyahu ile bir araya gelmiştir.

Doğu Akdeniz konusunda da İsrail’in önceki yıllara nazaran çok daha agresif bir tutum içerisinde olduğu ve özellikle bölgesel bir ittifak oluşturma adına adımlar attığı görülmektedir. Bu anlamda Tel Aviv yönetimi Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile yakın bir iş birliğine girerek Doğu Akdeniz’in en önemli aktörlerinden olan Türkiye’nin dışarıda bırakılacağı bir resim oluşturmaya çalışmaktadır. Bu çerçevede Ocak 2019’da Mısır’ın başkenti Kahire’de ilk toplantısını yapan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na Ürdün ve Filistin dahil bölgenin birçok ülkesi davet edilirken Türkiye’nin ise dışarıda tutulması dikkat çekmiştir. Bu durum İsrail’in bölgesel nüfuzunu artırma konusunda Doğu Akdeniz’i de önemli bir bağlam olarak gördüğünü ortaya koyarken Tel Aviv’in bölgedeki en ciddi rakiplerinden olan Ankara’nın bu coğrafyadan uzak tutulmasına büyük önem verdiğini de göstermektedir.

Tüm bu gelişmelerden hareketle İsrail’in Arap devrimleri sürecinin en büyük kazananı olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Nitekim devrim süreçlerinin ilk dönemlerinde ayaklanan kitleler sadece uzun yıllardır baskı altında yaşadıkları rejimlerine karşı değil bölgede istikrarsızlığın temeli olarak gördükleri İsrail’e karşı da tepkilerini dile getirmiştir. Bu durumun en açık göstergesi İsrail büyükelçiliğinin Mısırlı protestocular tarafından basılması ve diplomatların ülke dışına gönderilmeye zorlanması olmuştur. Ancak gelinen noktada İsrail ve destekçisi Arap ülkeleri Arap devrimlerinin son bulması için başlattıkları mücadelede önemli aşamalar kaydetmiştir. Özellikle Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe bu anlamda bir dönüm noktası olmuştur. Mısır darbesinin ardından İsrail’in bölgedeki nüfuzu giderek artmış, Filistin meselesi başta olmak üzere hemen hemen birçok konuda Arap dünyasının en güçlü ülkeleri Tel Aviv’e karşı hiçbir tepki veremez hale gelmiştir. Bunun sonucunda da İsrail Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi önde gelen Arap ülkelerini kontrolü altına alırken Filistin ve diğer Ortadoğu meselelerinde kendisine yönelebilecek tepkileri daha ortaya çıkmadan yok etmiştir.

Önümüzdeki dönemde İsrail’in uluslararası düzeyde ABD, bölgesel düzeyde de Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile iş birliğini derinleştirerek bölgede olası bir siyasi dönüşüm ihtimalini önleme çabası içerisinde olacağı ve bölgesel aktörleri büyük oranda kontrolü altına alacağı söylenebilir. Bu durumun istisnası olarak görülebilecek ülkelerden Türkiye ve İran’ın ise İsrail’in nüfuzunun daha fazla yayılmasını önleme çabası içerisinde olacağı ifade edilebilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası