Son yıllarda nüfus artışının azalan bir eğilimle gerçekleşmesi, doğurganlığın azalması, yaşlı nüfus oranının toplam nüfusa kıyasla artış göstermesi, Türkiye nüfusunun geleceği açısından bazı riskleri gün yüzüne çıkarttı. Bu gibi durumların da etkisiyle 2025 Aile Yılı olarak ilan edildi. 13 Ocak 2025’te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın koordinatörlüğünde tertip edilen açılış programında, aile ve nüfus konuları öncelikli olmak üzere bu gibi konularda toplumsal farkındalığın artırılmasına vurgu yapıldı.
Küreselleşme, tüketim kültürü ve teknolojik gelişmeler gibi faktörlerin etkisiyle aile kurumu, geleneksel yapısını koruyabilmek için önemli zorluklarla karşı karşıyadır. Aile kurumunun karşı karşıya olduğu bu tehditler, nüfusun yaşlanması ve doğurganlık oranlarındaki düşüş gibi demografik değişimlerle birlikte düşünüldüğünde ailenin korunması, güçlendirilmesi, nüfusun sürdürülebilir ve verimli kılınabilmesi için geliştirilebilecek politikalar ve hizmetler çok daha elzem hale gelmektedir.
Bu gibi amaçlardan hareketle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2024-2028 yıllarını kapsayan "Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı" kapsamında, aile yapısının korunması ve güçlendirilmesine yönelik faaliyet yürütmek üzere üniversitelerle ortak olarak “Aile Enstitüsü” ve 25 Aralık 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Nüfus Politikaları Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “Nüfus Politikaları Kurulu” kuruldu. Bu yapıların ihdas edilmesinin arkasında yatan temel faktörlerin Türkiye'nin demografik yapısında yaşanan değişimler ve bu değişimlerin beraberinde getirdiği sorunlara yönelik çözüm arayışları olduğu ifade edilebilir. Düşen doğurganlık oranları, aile yapısındaki değişim ve dönüşümler, geleneksel aile yapısının yerini çekirdek ailenin alması, tek ebeveynli, parçalanmış-dağılmış aile örüntülerinin daha da görünür olması, tüm dünyada nüfusun giderek azalan hızla artması veya azalması gibi eğilimlerin mevcut olması, bu oluşumların meydana gelmesinde etkili olmuştur. Bu bağlamda etkili, verimli ve sürdürülebilir nüfus politikalarının geliştirilmesi, nüfus ile ilgili detaylı bilgilere erişebilmek, bu hususlarda farkındalık oluşturmak gibi unsurlar, bu kurul ve enstitünün görevleri arasında yer almaktadır.

Aile Yılı Politikaları
Aile Yılı kapsamında evliliği ve yuva kurmayı teşvik etmesine yönelik olarak Aile ve Gençlik Fonu ve doğurganlığı teşvik eden maddi destekler öncelik arz etmektedir. Öncelikle depremden etkilenen iller için uygulanan, 13 Ocak itibariyle de 81 ile yaygınlaştırılan Aile ve Gençlik Fonu, yeni evlenecek çiftlere önemli bir finansal destek sağlayacaktır. Bu fon sayesinde genç çiftlere, 150 bin TL'ye kadar faizsiz kredi kullanma imkanı sunulmaktadır. Ancak bu destekten yararlanabilmek için belirli şartları haiz olmak gerekmektedir. Bu şartlar arasında yaş sınırı, gelir durumu, evlilik öncesi eğitim ve danışmanlık programlarına katılım gibi kriterler bulunmaktadır.
Nüfus artışını teşvik etmek amacıyla doğan her çocuk için devlet tarafından belirli miktarlarda yardım ödemeleri yapılmaktadır. 15 Mayıs 2015’te başlayan süreç, 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek-4 maddesi uyarınca yürürlüğe girmiştir: “Türk vatandaşlarına, canlı doğan birinci çocuğu için 300 TL, ikinci çocuğu için 400 TL, üçüncü ve sonraki çocukları için 600 TL doğum yardımı yapılır. …” Aile Yılı Programı kapsamında bu ödemeler, ilk çocuk için 5 bin TL, ikinci çocuk için aylık 1.500 TL ve üçüncü ve sonraki çocuklar için aylık 5 bin TL olarak belirlenmiştir.
Aile Yılı kapsamında esnek çalışma, çocuk bakımı ve benzeri alanlarda nüfus ve aileye destek verici politika ve hizmetlerin ilan edileceği de vurgulanmıştır. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, ailelerin güçlendirilmesi için sadece doğurganlık destekleri değil, aynı zamanda çeşitli sosyal hizmetler de sunmaktadır. Bu hizmetler arasında ihtiyaç sahibi ailelere çocuk başına belirli miktarlarda maddi desteklerin sağlandığı Sosyal Ekonomik Destek (SED), koruyucu aileler yanında yaşayan çocuklar için Koruyucu Aile Destekleri, yaşlı ve engelli bireyler başta olmak üzere bakıma muhtaç olanlara Evde Bakım Hizmetleri ve Aile Eğitimleri yer almaktadır.
Aile Yılı Politikaları Bağlamında Sosyal Kısırlık
Demografi literatüründe bir bireyin veya çiftin çocuk sahibi olma kapasitesi manasına gelen fertilite’nin (fertility) zıddı olarak infertilite (infertility) kavramı kullanılmaktadır. İnfertilite kavramı da Türkçeye kısırlık olarak tercüme edilmektedir. Bu durum da doğurganlık vasfına sahip olamama anlamına gelmektedir. Buradaki esas vurgu, biyolojik olarak çocuk sahibi olamamadır.
Türkiye'de üreme sağlığı alanında yapılan çalışmalar, çiftlerin önemli bir kısmının biyolojik kısırlık sorunu yaşadığını göstermektedir. Nüfusun yaklaşık yüzde 15'i oranındaki 3,8 milyon çiftin çocuk sahibi olma konusunda zorluk yaşadığı ve tedavi yöntemlerine başvurduğu bilinmektedir.[1] Tedavi süreçlerine dahil ol(a)mayanların varlığı da kabul edilirse bu durum, hem bireysel yaşamları hem de ülkenin demografik yapısını etkileyen önemli bir sağlık sorunu haline dönüşmektedir. Aile Yılı kapsamında çocuk sahibi olmak isteyip de kısırlık sebebiyle bunu gerçekleştiremeyen çiftlerin bu amaca giden yoldaki engelleri kaldırılmalı, nüfusu arttırıcı bir mantıkla bu çiftlerin amaçlarına erişebilmeleri için gerekli yardımlar kendilerine sağlanmalıdır.
Biyolojik kısırlığın ötesinde son yıllarda toplumsal örüntüleri daha da belirgin hale gelen, sıklıkla duyulan yeni bir durumdan bahsetmek gerekmektedir. Herhangi bir biyolojik sebepten ötürü çocuk sahibi olamama durumundan ziyade bilerek ve isteyerek çocuk sahibi olmama ve bu süreci erteleme biçiminde tezahür eden bu duruma, sosyal kısırlık (social infertility) denmektedir.
Doğurganlığın tek başına biyolojik ve metabolizmaya dayalı bir durum olmadığını, toplumsal hatta küresel biçimde şekillenen bir olguya dönüştüğünü gözler önüne seren bir kavram olarak sosyal kısırlık; ekonomik, siyasi, kültürel ve benzeri etkenlerin ülke içi ve dışı eğilimleri çerçevesinde yeniden ve sürekli bir biçimde irdelenmesi gereken bir olguya dönüşmüştür. Aile Yılı kapsamında açıklanan bazı ekonomik destek mekanizmalarının uzun vadede ne kadar etkili olabileceği, doğurganlığın sadece ekonomik desteklerle yükseltilip yükseltilemeyeceği, bu kavram ve örüntüleri bağlamında dikkatlice ve etraflıca düşünülmelidir. Zira uzun vadede ekonomik refah, eğitim düzeyi, yaşam kalitesi, kentleşme ve benzeri unsurlar arttıkça doğurganlık oranları düşmekte tersine bir korelasyon söz konusu olmaktadır. Bunun yanı sıra ilk çocuk doğurganlık eğilimlerinin azalan bir biçimde 25-29 yaş aralığına kaymış olması ve önceki yıllara kıyasla azalan bir oran ile doğumların gerçekleştiriliyor olması da doğurganlığın tek başına ekonomik desteklerle yoluna koyulmasına yetmeyeceğini göstermektedir.
Türkiye özelinde 2023 itibariyle ilk evlenme yaşının erkeklerde 28,3; kadınlarda ise 25,7’ye ulaştığı; ilk doğumunu 2023’te gerçekleştiren annelerin ortalama yaşının ise 27 olduğu gibi istatistiki veriler göz önünde tutulursa artık yeni evli çiftlerden sıkça duyar hale geldiğimiz “birkaç yıl çocuk istemiyoruz, birbirimizi tanıyıp birbirimize vakit ayırıp hayatımızı yaşamak istiyoruz” sözleri, sosyal kısırlık kavramının gündelik hayattaki pratik karşılığını meydana getirmektedir.
30’lu yaşlara yakın bir zaman diliminde evliliklerin gerçekleştiriliyor olması, doğumların isteyerek birkaç yıl ertelenmesi, Aile Yılı kapsamında da sıkça vurgulanan nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1’in üzerine çıkarılması hedeflerini sekteye uğratmaktadır. 35 yaşından sonra kadınlar için gebeliğin tıbbi açıdan bir risk haline dönüşmesi de doğurganlığa olumsuz etkide bulunmaktadır. Bu yaşlardan itibaren gebeliklerin mümkün olabileceği gerçeğinin yanında anne ve babaların bu riski göze alıp almama hususunda kendinden önceki nesillere kıyasla çok daha temkinli oldukları hatta bu bireylerin fazlaca kaygı taşıdıkları düşünülebilir.
Sosyal kısırlığın daha da görünür olmasındaki en önemli etkenler arasında evli çiftlerin değişen aile yapıları bağlamında karar alma mekanizmalarındaki dönüşümler de ön plana çıkmaktadır. Doğumu gerçekleştiren kadınların yanı sıra erkekler de doğurganlık süreçlerinde çekimser davranabilmektedir. Çocuğun dünyaya gelmesinin öncesinde, hamilelik sürecinde ve doğum sonrasında süreçlere daha fazla dahil olmaları yahut edilmeleri bağlamında çok çocuk sahibi olma hususunda eski nesillerine kıyasla daha fazla istekli ol(a)mamaktadırlar. Zira yine eski kuşaklarına kıyasla “hayat müşterektir” yaklaşımıyla gündelik aile hayatı döngüsü içerisinde daha fazla sorumluluğa daha fazla miktarda dahil olmaktadırlar. Bu gibi görev dağılımı durumlarının da doğurganlığa olumsuz etkiler oluşturduğu rahatlıkla söylenebilir.
Kitle iletişim araçlarının birey ve topluluklarda artan etkisi, tüm dünyada neler olduğuna dair vukufiyet geliştirilmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda katmanlı sosyal etkileşim ve sosyal ağlar bireyden geniş kitlelere yayılım göstermektedir. Bu cari sosyalleşme durumu; birçok toplumsal, siyasi, ekonomik ve benzeri süreçleri etkilemesinin yanında doğurganlığa da etki etmektedir. Bu hususta genelleyici nicel veriler henüz kesin olmamakla ve çok sayıda derinlemesine nitel araştırmaya ihtiyaç duyulmakla birlikte “gönüllü çocuksuzluk eğilimi”nin arttığını söylemek mümkündür. Çocuğa yüklenen anlamın her geçen gün daha kapsamlı ve kompleks bir hal alması, sosyal kısırlık sürecini daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokabilmektedir. “Bu dünyaya çocuk getirilmez!, çocuğumuza kim bakacak?, çocuğun geleceği için yeterli maddi imkanlarımız yok!” gibi cümleleri, bu bağlamda sıkça duyar olduk. Çiftlerin kent hayatında yoğun geçen iş-aile-yaşam döngüleri çerçevesinde istenilse dahi daha az aile, akraba, dost-ahbap merkezli bir örüntünün yaygınlaştığı da görülmektedir. Bu türden toplumsal örüntülerin tekil görünümleri mevcut olsa dahi nüfus politikası bağlamında büyük resmi göstermesi açısından doğurganlık eğilimlerinin tespit edilmesi çok önemlidir.
Bu hususlarda Aile Yılı kapsamında Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü başta olmak üzere ilgili ve yetkili kurum, kurul ve kuruluşlar aracılığıyla Türkiye genelini kapsayacak bir biçimde doğurganlık eğilim, talep ve önerileri tespit edilip nüfus politikaları bu çerçevelerde inşa edilmelidir. Böylelikle tekrara, israfa düşmeden odaklı, verimli, gerçekçi ve sürdürülebilir politikalar sayesinde hizmetler hayata geçirilebilir. Türkiye, bunu gerçekleştirebilecek bilgi, kabiliyet ve imkana sahiptir. Yeter ki süreç tek taraflı ilerlemesin, birey ve sivil toplum Aile Yılı’na sahip çıksın, nüfus ve aileye ilişkin hedefler gerçekleştirilebilsin.
[1] https://www.saglikliturkiye.org/portal/turkiye-de-3-8-milyon-cift-cocuk-sahibi-olmak-icin-care-ariyor/ (Erişim: 20.01.2025).
[2] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Evlenme-ve-Bosanma-Istatistikleri-2023-53707#:~:text=Ortalama%20ilk%20evlenme%20ya%C5%9F%C4%B1%20y%C3%BCkseldi,2%2C6%20ya%C5%9F%20olarak%20ger%C3%A7ekle%C5%9Fti. (Erişim: 21.01.2025).