Kriter > Siyaset |

Türk Siyasetinde Popülizm ve Popülerlik


2023 seçimlerine giderken Türk siyasetinde üç tür popülizmin birbiriyle yarıştığı söylenebilir; Erdoğan’ın karizmatik liderliğiyle sentezlediği, yapısı, dili ve söylemi itibarıyla sosyolojik gerçekliği temsil eden popülizm, Kılıçdaroğlu’nun da son birkaç yıldır tercih ettiği başarısız sol popülizm ve Batı’daki aşırı sağdan kopyalanan göçmen karşıtı söylem ve zenofobik popülizm.

Türk Siyasetinde Popülizm ve Popülerlik
(Erhan Sevenler/AA)

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü, “Popülist” kelimesini yalnızca “halk yardakçısı” şeklinde tanımlıyor. “Halk yardakçısı”nın ise “halkı kışkırtma işi, tahrikçilik” ve “halkın hoşuna gidecek davranışlarda bulunarak kendine avantaj sağlama işi” şeklinde tanımlandığı görülüyor. Akademik literatürde ise popülizm, oldukça kısa ve kaba bir şekilde, zayıf merkezli ve diğer ideolojilere eklemlenmeye müsait, elit karşıtı ve halktan yana bir savunu olarak tanımlanıyor. Buna ek olarak oldukça esnek ve manipülatif bir yapıya sahip, yarı ideoloji ve yarı söylem şeklinde de değerlendiriliyor. Ancak bu tanımlar üzerinde hem tarihsel hem de yapısal olarak tam bir uzlaşıya varıldığını söylemek mümkün değil. Üzerinde kısmen uzlaşılan yegane konu ise popülizmin liberal değerlerle çatıştığı ve bu çatışmanın temsili demokrasideki zafiyetleri gün yüzüne çıkardığı yönündedir.

Ancak popülizmin bir metot olarak, gerçeklere dayansın veya dayanmasın, halk ve halk düşmanları şeklinde bir ayrıma/ikiliğe dayandığını söylemek yanlış olmaz. Bu ikilikte popülistler ve onu destekleyenler veya desteği istenenler “gerçek halk” konumuna, gerçek halkın karşısında duran, halkın sahip olduğu/olmayı hak ettiği siyasi ve ekonomik gücü ele geçirmiş veya geçirmeye çalışanlar ise “halk düşmanı olarak” karşıt konuma yerleştirilmektedir. Dolayısıyla bu ayrımda popülizm, halkın temsilcisi olarak elitler, yabancılar, uluslararası yapılar veya organizasyonlar gibi örneği daha da çoğaltılabilecek halk düşmanlarına karşı durmakta ve haklarını savunmaktadır.

Tüm bu tanımların paralelinde Türk siyasetinde popülizmin her zaman başarılı ve başarısız örnekleri olduğu görülmektedir. Bu noktada bazı örnekler, aslında popülist söylem olarak toplum nezdinde karşılık bulmuş ve başarılı olmuştur. Diğer bir ifadeyle ortaya konan popülist söylem ve iddialar, belli oranda gerçek olması veya onu dile getiren liderin halk nezdinde samimi görülmesi sonucu popüler hale gelerek başarıyı yakalamıştır. Dolayısıyla Türk siyasi tarihinde başarılı olan her siyasi aktörün belli oranda popülist olduğunu söylemek mümkündür.

Kemal Kılıçdaroğlu
(Alper İşmen/AA)

 

Türk Siyasi Tarihinde Popülizmin Sürekliliği

Siyasi tarihimize baktığımızda popülizmin aslında demokrasimizin kodlarında yer aldığı söylenebilir. Her ne kadar yukarıdaki anlamını tam anlamıyla karşılamasa da cumhuriyetin kurucu partisinin sembolünde yer alan altı oktan birinin popülizmden mülhem şekilde, bireyler ve toplum içindeki gruplar arasındaki herhangi bir ayrıcalığı reddeden halkçılık olması dikkat çekicidir. Öte yandan söz konusu dönemdeki CHP’nin bu ilkeyi ne derecede kendine şiar edindiği ise şüphelidir.

Bu sebepledir ki 1950’de Demokrat Parti’nin (DP) kullandığı “Yeter! Söz Milletindir!” sloganı günümüzde halen en çok atıf alan siyasi çıkıştır. Dolayısıyla DP’nin söz konusu çıkışının popülist olduğu, “halk” ile “halk düşmanı” ikiliğini “millet” ile “otoriter, katı, üstten bakan CHP bürokrasisi-eliti” şeklinde tanımlanarak ifade edilebilir.

Yine benzer şekilde 1970’lerde Bülent Ecevit, sol popülizm olarak adlandırılabilecek ve daha çok sınıfsal bir halk-düşman ayrımına gitmiştir. Ecevit’e göre köylü, işçi ve gecekondularda yaşayan gerçek halk; fakirlik, haksızlık, kısaca sosyal adaletsizlik mağdurudur. Dolayısıyla Ecevit’in popülizmi “ezilen” gerçek halk ile “ezen” elitler arasında var olan sınıfsal bir ayrıma dayanmaktadır.

Demirel ve Özal’ın temsil ettiği popülizm ise daha çok pragmatiktir. Demirel, 60’larda DP mirası popülizmi tercih ederken 70’lerde muhafazakar-milliyetçi bir yaklaşıma sahiptir ve sol ideolojinin yurt içi ve yurt dışındaki temsilcilerini düşmanlaştırmaktadır. Demirel, 80’lerin sonunda ise ekonomiyi öne çıkarmaktadır. Özal ise benzer şekilde sosyal anlamda muhafazakar, ekonomik anlamda liberal görüşlerini “milli irade” kavramı üzerinden, toplumun gerçek düşüncesi ve isteği olarak sunmaktadır. Bu noktada “milli irade”, yani sandık, en kutsaldır ve yegane meşruiyet aracıdır ve sandıktan galip çıkan halkın gerçek temsilcisidir.

Erbakan da 90’larda “adil düzen” ve “milli görüş” kavramlarını öne çıkaran farklı bir popülizm yapısı kurmuştu. Erbakan, çeşitli İslami ve ekonomik referanslar ile kısmen dini, kısmen de sınıfsal bir halk-düşman ayrımı yapmıştı. Ona göre kapitalist düzenin sahipleri, faizci ve Siyonist Batı devletleri ile onun içerideki iş birlikçileri düşman; halk, daha doğrusu millet ise bu düzen tarafından sömürülen mazlum İslam alemiydi.

2000’ler ve sonrasında ise Erdoğan, popülizm bayrağını devraldı. Ancak Erdoğan, orijinal bir popülizm seti üretmek yerine kendinden önceki başarılı popülistlerin söylemlerini kendi karizmatik liderliğinde birleştirerek farklılaştı. Erdoğan, vesayet ile mücadele, demokratik direnç, ekonomik kalkınma, sosyal reform, dış politika gibi birçok alanda selefleri tarafından kullanılan sağ ve sol popülist söylem ve çıkışların neredeyse tümünü kendi üslubuyla yorumladı. Bunu yaparken de kendini muhafazakar, dindar ve kısmen milliyetçi olarak tanımlayan ve uzun yıllar siyasi, sosyal, ekonomik anlamda merkezden dışlanmış kesimlerin gerçek temsilcisi ve hatta lideri olarak konumlandırdı. Bu durum ise Erdoğan’ın şahsi siyasi karizması, söz konusu toplumsal kesimler nezdindeki samimi algısı ve popülaritesi ile birlikte 20 yıllık iktidarın en önemli kodlarından biri oldu.

 

2023 Seçimlerine Doğru Üç Tür Popülizm

2023 seçimlerine giderken de Türk siyasetinde esas itibariyle üç popülizm türünün birbiriyle yarış içerisinde olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, yukarıda detaylarıyla bahsedilen Erdoğan’ın karizmatik siyasi liderliğiyle sentezlediği, yapısı, dili, üslubu ve söylemi itibarıyla sosyolojik bir gerçekliği temsil eden popülizmidir. Ancak bu popülizm, seçimlere doğru, belki de daha önce hiç olmadığı kadar, ekonomik araçlar ile pekiştirilmektedir. Bunun en önemli örneği olarak daha önce “EYT” (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) düzenlemesine gelecek açısından oldukça zararlı olması sebebiyle olumsuz yaklaştığını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerek muhalefetin vaatleri gerekse örgütlenen “EYT’li” vatandaşların yoğun baskısı sonucu fikrini değiştirmesi gösterilebilir.

İkinci olarak başta Kılıçdaroğlu’nun son birkaç yıldır tercih ettiği başarısız sol popülizm dikkat çekmektedir. Öyle ki Kılıçdaroğlu, “Esnaf Bakanlığı”, “Her muhtara bir yardımcı”, önce Urfa, sonrasında tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde çiftçilere bedava elektrik, kaçak çayların Rize meydanında yakılması gibi oldukça absürt vaatlerde bulundu. Siyasi anlamda “beşli çete”, “kaçak saray” gibi çeşitli spekülatif kavram setleri ile ekonomik açıdan Erdoğan karşıtı bir tür sol popülist söylem inşa eden Kılıçdaroğlu’nun bu stratejisi, samimi bulunmadığı için ne kendisine ne de söylemine popülerlik kazandırdı. Ancak tam tersi şekilde yerel seçimlerde benzer bir stratejiyi israf üzerinden sol popülist bir söylem şeklinde kullanan İmamoğlu ve Yavaş, muhalif seçmen kitlesinde Kılıçdaroğlu’ndan daha popüler hale geldi.

Üçüncü ve son olarak ise Batı’dakine benzer bir şekilde ve hatta doğrudan aşırı sağ partilerden kopyalanan göçmen karşıtı söylem ve zenofobik (yabancı düşmanı) popülizmden bahsetmek mümkün. Öyle ki Kılıçdaroğlu ve Akşener de dahil olmak üzere neredeyse tüm muhalefet partileri, göçmenleri Türkiye’den yollamak vaadi ve iddiasıyla zenofobik popülist bir söyleme başvurdu. Öte yandan Ümit Özdağ, tamamıyla göçmen ve yabancı karşıtlığına dayanan tipik bir Batı tipi aşırı sağ parti kurdu ve söylemini de zenofobik popülizm üzerinden inşa etti. Bunun sonucunda belli oranda bir popülerlik de kazandı. Çünkü diğer partiler, irrasyonel vaatler hususunda Özdağ’ı takip ettikçe samimiyeti sorgulanır hale geldi ve Özdağ, bu konuda sosyal medyada popüler bir figür oldu. Erdoğan ise tüm bunlara rağmen bu hususta popülizm yapmayı reddetti ve güvenli bölgenin inşası ve gönüllü geri dönüş gibi rasyonel politikaları ön plana çıkarmayı tercih etti.

Sonuç olarak popülizm, entelektüel ve akademik çevreler tarafından özellikle liberal değerler bağlamında negatif görülen bir kavram ve/veya yaklaşımdır. Türkiye’de ise bu manada sol popülizm görmezden gelinmekte, sağ popülizm ise şiddetle olumsuzlanmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen popülizm, hem Türkiye hem de dünyada siyasetin ve temsili demokrasinin pratik ve çözümsüz bir unsurudur. Türk siyaseti açısından ise popülizmin seçmen tarafından samimi veya gerçeklik payına sahip olduğu düşünüldüğünde hem söylemi hem de siyasetçiyi popüler hale getirdiği söylenebilir. Bu noktada bu yönde bir popülizmin siyasi anlamda başarı getirdiği de ortadadır. 2023 seçimlerine doğru giderken de sağ ve sol popülizm bağlamında entelektüel ikiyüzlülük varlığını sürdürmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen sol veya sağ fark etmeksizin kapsayıcı, samimi, popüler ve gerçeklik payı bulunan popülizmin geçmişte olduğu gibi bugün de başarı getireceği açıktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası