Kriter > Dış Politika |

Azatlığın Jeostratejik Anlamı


Türkiye coğrafyasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Karadeniz’i Hazar Denizi’nden veya Akdeniz’den ayıramayacağınızı anlarsınız; tıpkı Antep’i Halep’ten yahut Erzurum’u Bakü’den ayıramayacağınız gibi. Çünkü, bu coğrafya tek bir jeostratejik alandır ve tek bir galaksi şeklinde dönmek zorundadır.

Azatlığın Jeostratejik Anlamı

Güney Kafkasya’ya ateş düştü. Azerbaycan gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuk bağlamında çok haklı ve çok meşru bir şekilde Dağlık Karabağ için adeta bir kurtuluş savaşı vermektedir. Şu farkla ki; işgal altındaki topraklarını kurtarırken, bunu iki devlet arasındaki bir savaş olarak değil, hem işgal altındaki topraklarını özgürleştiren hem de işgalci Ermenistan’ın siviller üzerindeki terörist saldırılarını püskürten bir operasyon biçiminde yürütmektedir. Bunu yaparken hiçbir Ermeni sivile zarar vermeden becerebilme başarısını da ortaya koymaktadır. Bunun bir benzerini daha önce Türkiye’nin Suriye’de yaptığını görmüştük. Yerleşim yerlerindeki teröristler etkisiz hale getirilmiş ama sivillere zarar verilmemişti.

Görülen o ki, Azerbaycan 1992’de işgal edilmiş topraklarının tamamını azat edecek. Türkiye o gün yardım edememişti, hatta E. Elçibey’in yürek burkan sözlerine göre sivillerin tahliyesi için talep edilen beş tane helikopteri dahi verememişti; belki de vermemişti. Şimdi ise iki kardeş ülke arasında mevcut olan askeri anlaşmalar gereği, iş birliği ve dayanışma içindeler. Azerbaycan’ın Türkiye menşeli İHA-SİHA ve drone gücü bir üstünlük sağlamaktadır. Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarına konuşlandırdığı Rus yapımı silah ve mühimmatlar nokta atışı ve tam isabetle imha edilirken, sivillere yönelik terör saldırısından başka bir şey yapmayan Ermeni güçleri ağır kayıplar vererek ve de tanklarına varıncaya kadar her şeylerini bırakarak belirli bölgelerden kaçmaktadırlar.

Doğrusu, 1990’lardan beri süregelen askeri iş birliği artık içi dolu bir çerçeve sunmaktadır. Bu güçlü, kurucu, yapıcı ve sonuç alıcı ilişkiler neticesinde Güney Kafkasya’da ve içinde bulunduğumuz bölgede yeni bir jeopolitik yapı ile karşılaşacağız. Şimdi hep beraber bunun nasıl bir temel üzerine oturduğuna, Türkiye açısından ne gibi sonuçlar getireceğine ve yeni Türkiye’nin stratejik ufuklarına bakalım.

 

Jeostratejik Alanların Bölünemezliği

Yeni bir dünya kuruluyor. Bunu çıplak gözlerimizle görüyor ve bu tarihi sürece şahitlik ediyoruz. Yeni dünyanın kurucu unsurlarından biri de Türkiye. Yeni Türkiye bunu tüm jeopolitik yaklaşımları harekete geçirerek, tabiri caizse uyuyan jeopolitik güçlerini uyandırarak yapmaktadır. Türkiye hem kara, hem deniz, hem de hava ve kara-hava hakimiyet yaklaşımının gereği olarak çoklu stratejik operasyonlar içindedir. Türkiye’nin eşzamanlı olarak kara, deniz, hava ve kara-hava harekatlarına gücü yetmektedir. Bu durum Türkiye için uluslararası jeopolitik ölçekte bir kaç basamak üste çıkmış olmak ve deyim yerindeyse, bir üst jeopolitik lige yükselmiş olmak demektir.

Türkiye tüm bunları neden yapmaktadır? Çünkü, yapmak zorunda. Neden? Çünkü:

  1. İçinde bulunduğu jeostratejik konum bunu zorunlu kılmaktadır.
  2. Bekası buna bağlıdır.

Şimdi bu iki maddeyi biraz açacak olursak; jeostratejik alanlar siyasi/idari bölünme kabul etmezler. Eğer bölerseniz, -ki bölgemizde Birinci Dünya Savaşı neticesinde bizlere dayatılan bölge haritası tam da böyledir- o jeostratejik alan bütünlüğünün bölünmesini kabul etmez ve zamanla bunu kusar. Bugün yaşadığımız şey, bir yönüyle Sykes-Picot haritasıyla bölünen Merkezi Dünya’nın bölünme kabul etmeyen jeostratejik alanının kendisini geri kazanma harekatıdır. Jeostratejik alan gücünü topladığında harekete geçer ve gün gün kendini yeniden gerçekleştirir. Bulunduğumuz topraklarda bu durum tarihin derinliklerinden gelmektedir ve Sümer-Akad imparatorluğundan beri böyledir. Son olarak bu jeostratejik bütünlüğü Osmanlı İmparatorluğu sağlamıştı. Jeostratejik bütünlük aynı zamanda kendi alanına barış, güvenlik, istikrar, huzur ve refah da getirir. Tarihten gelen bu büyük sorumluluğu Türkiye yerine getirmekte ve dünya da seyretmektedir.

İçinde bulunduğumuz jeostratejik alan kabaca şöyle bir yerdir: Akdeniz’den başlatırsak; Doğu Akdeniz’den Ege’ye ve Balkanlara, Balkanlardan Karadeniz’in kuzeyine ve Kafkasya’ya giden bir jeostratejik hat İran sınırından Basra’ya kadar iner ve oradan tekrar Doğu Akdeniz’e kavuşur. Bugünkü haliyle bu bölge paramparçadır. Paramparça olması yetmezmiş gibi bir de birbirine karşı konuşlandırılmış durumdadır. Her ne olursa olsun, bu çerçeve kendi içinde bir bütünlük sağlamak zorundadır. Bu cümlenin anlamı, bu alan tek bir devlet olmalıdır demek değildir. Kurulu milletlerarası düzenin mevcut dayatmalarıyla farklı siyasi teşekküller olsa da, bölgede tüm siyasi unsurlar kendi aralarında siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel iş birliği içinde olmak mecburiyetindedirler. Bu iş birliği zamanla mevcut jeostratejik alanın tek bir siyasi varlığa dönüşmesi sonucunu da getirebilir ama bu illa da o demek değildir. Önemli olan olgu bölgedeki devletlerin bölge jeopolitiğine ve jeoekonomisine göre yumuşak güç ve sert güç entegrasyonu içinde olmaları ve jeostratejik enerjilerini birbirlerine doğru değil, birbirleriyle oluşturdukları güçle dışarıdaki tehditlere ve meydan okumalara yöneltmeleridir.

Türkiye, içinde bulunduğu ve sömürgeci Batılıların yokmuş gibi davrandıkları jeostratejik alanı yeniden kurarken; aynı zamanda Akdeniz derinliği ile birlikte Afrika derinliğini, Ege ve Balkanlarla birlikte Güney ve Batı Avrupa derinliğini, Karadeniz ile birlikte başta Kırım olmak üzere Kuzey Karadeniz ve Doğu Avrupa derinliğini, Güney Kafkasya ile birlikte Kuzey Kafkasya ve ta Türkistan’a kadar Merkezi Asya derinliğini de denkleme dahil etmek gibi devasa bir stratejik varlık ortaya koymaktadır. Bu durum şu anlama gelmektedir: Türkiye Akdeniz gazıyla tutuşturduğu meşaleyle Karadeniz’deki gazı da yakar, Kafkasya’da söndürülmüş ocakları da...

Bu güç serimi muhtemelen konvansiyonel dünyada gerçekleştirilemezdi. Türkiye’ye bu imkan ve kabiliyeti veren olgu büyük liderlikle birlikte teknolojik gelişmeler ve Türkiye’nin bu teknolojiyi kara-hava hakimiyet kuramının merkezine oturtmuş olmasıdır. Öyle ki gerek Kuzey Irak gerek Suriye gerek Libya ve şimdi de Azerbaycan’da Türkiye’nin yüksek teknoloji harikası askeri ürünleri, askeri hedef olarak neyi hedefliyorsa onu anında etkisiz hale getirmektedir. Keza, karadaki bu başarı Doğu Akdeniz’de de aynı şekilde ortaya koyulmuştur. Dolayısıyla, teknolojinin getirdiği imkanlarla, Türkiye’nin ihya ve yeniden inşa etmekte olduğu yeni jeostratejik alan konvansiyonel aslından daha büyük bir alanı kontrol edecektir. Güney Kafkasya buna dahildir. Bu bağlamda, Ermenistan’ın yapması gereken şey, işgal ettiği topraklardan derhal çekilmektir. Bununla birlikte, Avrupa ve Amerika da o kirli ve kanlı ellerini kendilerinin Ortadoğu dedikleri Merkezi Dünya’dan acilen çekmelidirler. Rusya ve İran’ı zaten söylemeye gerek bile yok...

Türkiye

Beka Meselesi

Beka meselesinin iki boyutu vardır. Birincisini şöyle izah edebiliriz: Türkiye’nin bekası, içinde bulunduğu jeostratejik alanı istikrara, barışa ve güvenliğe kavuşturmasına bağlıdır. En başta toprak bütünlüğünü korumak, bölgesinin istikrar adası olmak, istikrarı tüm bölgeye yaymak ve sürdürülebilir kılmak zorundadır. Bu bağlamda, şunu iyi bilmek zorundayız ki, Karabağ meselesi sadece Karabağ’dan ibaret değildir; tıpkı Irak’ın Irak’tan, Suriye’nin Suriye’den, Libya’nın Libya’dan, Adalar Denizi’nin adalardan, Karadeniz’in Karadeniz’den vb. ibaret olmadığı gibi... Türkiye Karabağ’ı yalnızca Azerbaycan’a değil, Libya’ya da bağlamak zorundadır; tıpkı Libya ile aramızdaki Mavi Vatanı Hazar Denizi’ne bağlamak zorunda olduğu gibi... Bu çerçevede, Karadeniz’in güneyini kuzeyine bağlarken, Karadeniz’i Basra’ya da bağlamak zorundadır. Yani yüzyıldan fazla bir zamandır bir türlü iki yakası bir araya gelmeyen şu jeostratejik alanın iki yakasını bir araya getirmekten başka yolu yoktur.

Türkiye’nin tarihi görevlerinden biri sadece ülkesindeki ve bölgesindeki teröre son vermek değil; aynı zamanda bölgesini içeriden terör üretmeyecek, dışarıdan da terör ateşi salınamayacak hale getirmektir. Ayrıca daha birleşik, daha bütünleşik bir bölgenin oluşumuna imkan sağlayacak bir jeopolitik ve jeoekonomik güce ve kendi alanının ötesine taşan nüfuz edici değerler düzlemini somut kültürel çıktılara dönüştüren bir jeokültürel seviyeye yükselmek durumundadır.

Türkiye’nin Libya’dan Katar’a, Adalar Denizi’nden Karadeniz’e kadar yürüttüğü faaliyet ve operasyonlar Azerbaycan’ın başlattığı kurtuluş savaşından ayrı bir şey olmadığı gibi Azerbaycan’ın yaptığı da Türkiye’nin operasyonlarından ayrı bir şey değildir. Birbirlerinin mütemmim cüzleri olan bu operasyonlar bölgedeki başka aktörlerin jeostratejik akıllarını da zaman içinde harekete geçirecektir. Türkiye coğrafyasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Karadeniz’i Hazar Denizi’nden veya Akdeniz’den ayıramayacağınızı anlarsınız; tıpkı Antep’i Halep’ten yahut Erzurum’u Bakü’den ayıramayacağınız gibi. Çünkü, bu coğrafya tek bir jeostratejik alandır ve tek bir galaksi şeklinde dönmek zorundadır. Türkiye tam olarak bunu başarmaya çalışmaktadır. Eldeki veriler bunu başaracağına işaret etmektedir.

Beka meselesinin ikinci boyutu da şudur: Asya Pasifik eksenli yeni bir dünya kurulurken Türkiye eski dünya ile yeni dünyanın tam ortasında bulunmaktadır. Bu konum ona tarihin en önemli avantajını sağlamaktadır. Bu avantajın Türkiye’ye hayat sağlayabilmesi jeopolitik ve jeoekonomik çıktılara dönüşebilmesine, bu ise tamamen tek bir jeostratejik alan olarak bütünleşip büyük meydan okumalara etkili cevaplar verebilme imkan ve kabiliyetlerine bağlıdır. Özellikle, yeni enerji yolları ve Avrasya’yı bir uçtan bir uca kat eden Kuşak Yol’un beklenen -tabiri caizse- iş sonuçlarını verebilmesi ancak ve ancak istikrar üreten bir bölgesel bütünlüğün sağlanmasıyla mümkündür. Bunun için Kafkasya olmazsa olmazlardan biridir ve Azerbaycan tam olarak bunu yapmaktadır.

Türkiye, Azerbaycan’ın arkasında dururken bir yanıyla “tek millet-iki devlet” olma kardeşliğinin gereğini yerine getirirken, diğer taraftan kendi bekasının da gereğini yerine getirmektedir. Tarihten bir örnekle açacak olursak, Moğol tehdidi günden güne büyürken Anadolu Selçukluları’nın Harzemşahları desteklemek yerine, savaşla zayıflatmaları nasıl kendi sonlarını hazırlayan sürecin başlangıcını oluşturmuşsa, büyük bölge olarak bakıldığında aynı yerde bulunan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bunun tersi bir akıl ortaya koyarak, adeta her iki ülkenin istikbalini garanti altına almaktadır. Tek farkla, dünün Moğol tehdidi yerine bugün Avrupalı güçler, Rusya ve İran bulunmaktadır. Ermenistan ise sadece basit bir piyon rolü oynamaktadır.

Sonuç olarak, bir İHA sadece bir İHA değildir, bir SİHA sadece bir SİHA değildir, gaz sadece maddenin üç temel halinden biri değildir. Bir lider tüm jeopolitik unsurları eline alıp bir namluya sürdüğünde, içinde bulunduğu jeostratjik alan yeniden dirilebilir. Karabağ üzerinden yaşamakta olduğumuz stratejik gelişim budur.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası