Kriter > Dosya > Dosya / Türkiye'deki Suriyeli Mülteciler |

İskan Siyaseti Geleneği


Kemal Karpat’ın hesaplamalarına göre bugünkü Türkiye nüfusunun yüzde 38’i Anadolu’nun dışından gelen vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bu durum bir yönüyle göçmen karakterli bir millet olduğumuzu da göstermektedir.

İskan Siyaseti Geleneği

Tarih boyunca Türkler doğudan batıya doğru hareket halinde olmuştur. Orta Asya’dan başlayıp Çin Seddi’nden, Kafkasya’dan, Anadolu’dan Avrupa’nın içlerine kadar hareket eden Türk boylarının hareketleri elbette ki başıbozuk bir göç hareketi değildir. Başta bir devlet kurmak için Türk hükümdarları aşiretleri ve Türk boylarını birleştirmek gibi bir sorumluluk sahibi olmuştur. Daha çok hareket halinde olan bu toplulukları nereye iskan ettirip ne kadarını konargöçer halde bırakacakları ilk dönem Türk devletlerinin temel işlevlerinden biridir.

Türklerin batıya hareketlerinin ilki kapsamında şunu ifade edebiliriz ki ana yurtlarında başlayan büyük kuraklık neticesinde yeni topraklar ve otlaklar keşfetmek için seferber olan Türklerin Hunlar zamanında bir ucu Çin içlerine uzanan devlet sınırının öteki ucu bugünkü İran ve Azerbaycan sınırlarına kadar genişlemiştir. Sekizinci yüzyıla gelindiğinde İslamiyet’i kabul etmeye başlayan Türkler savaşma ve başka topraklara akın etme kültürüne bir de gaza ruhunu eklemiştir. Özellikle Abbasi hilafeti zamanında Türklerin Abbasi devleti içerisindeki rolleri artmış, Bizans içlerine doğru ilerleyen Abbasilerle Türk askerleri ve Türk boyları batıya doğru sefer halinde olmaya devam etmiştir.

Türk devletlerinin iskan siyaseti ve tecrübe birikimi ilk olarak, devletleşme yolunda bir misyon ortaya koyan Türk hükümdarlarının kendi aşiret ve boylarını bir plan dahilinde –yerleşik ya da konargöçer olsalar da– tanımlı ve bir devlet hukuku içerisinde var olmaları çabasıyla başlarken Selçuklu devletiyle birlikte hareket halinde olan Türk boylarını iskan etme aşamasına geçilmiştir. Bu çerçevede Büyük Selçuklu Veziri Nizamü’l-Mülk iskan ve yerleştirmelerde halihazırda yerleşik olan unsurlar ile göçebe unsurların hukukunu yazılı hale getirmiş ve göçebelerin haklarını vazederken Müslüman olsun, gayrimüslim olsun yerleşik olanların hukuku ve mutluluğunun önemini vurgulamıştır.

Ana yurttan kopup batıya doğru akan Türkler yalnızca göçerlerden ibaret değildir. Özellikle Buhara, Semerkand gibi tarihin en eski yerleşim merkezlerinden olan şehirler Abbasi halifeleri Memun ve Mutasım dönemlerinde İslam kültürünün üretim merkezine dönüşmüş, buradan batıya doğru mutasavvıf, alim, sanatçı ve zanaatkarlar da göç etmiştir. Anadolu Selçuklu devrinde bu insanlar Anadolu’yu mayalamış, Osmanlı döneminde adına kolonizatör dervişler denilen “Horasan Erenleri” adıyla şöhret olmuş erenler bazen devletin işaret ettiği insansızlaşmış bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede tekkenin kurulduğu muhit şenlenmiş, bazen de bu dervişler devletten daha ileriye giderek fethedilmemiş topraklarda dergahlarını kurup Hristiyan ahaliden taraftar toparlayabilmişlerdir. Buhara, Semerkand ve Horasan illerinden yüreklerine koydukları közü dünyanın öbür ucuna kadar taşıyıp insanları irşad edebilmişlerdir.

İskan siyaseti konusunda dünyanın en tecrübeli devleti elbette ki Osmanlı devletidir. Anadolu Selçuklu devletinin dağılması ve Moğol zulmünden kaçıp gelen geniş kitlelerin toprak arayışları Türk yurdundan sürekli batıya doğru hareket eden Türk boylarının yanı sıra fethedilen topraklara Müslüman tebaa yerleştirme gayreti de başlı başına bir iskan siyaseti birikimi gerektirmiştir. Osmanlı devleti bir kenti fethettiği vakit eski tebaaya ve eski kente dokunmaz, kentin hemen yanı başında uygun bir alana külliye sayılabilecek cami, çarşı, han, hamam, medrese, aşevi vb. kurarak bu merkezin etrafında yeni bir kent oluşumuna imkan hazırlardı. Zaman içerisinde mahalle ve mezarlık teşkil ettiğinde de o şehri Osmanlı şehri sayardı. Bu zaman dilimini kırk yıl olarak kabul eder ve bir şehri kırk yıl sonunda Osmanlı şehri sayardı.

Osmanlı devleti kuruluş ve genişleme devrinde elde ettiği iskan birikimiyle gerileme devrinde Rusya’ya toprak kaybedip Kafkaslardaki milyona yakın Müslüman tebaanın Ruslar tarafından yurtlarından edilmesi esnasında Kafkasya’dan gelen Müslüman tebaayı bir disiplinle ve ihmale yer bırakmayacak şekilde bir plan dahilinde Balkanlarda ve Anadolu’da iskan etmiştir. Osmanlı devletine sığınan Müslüman tebaanın nereye yerleştirileceği meselesi Ruslar, İngilizler ve Yunanlılar ile Osmanlı Hariciyesi arasında müzakere ve tartışma konusu olmuştur. Daha sonraki yıllarda Balkanlardan gelecek olanlara “evlad-ı fatihan” denmiş, bugün olduğu gibi devlet desteğinin yanı sıra halk da eski Osmanlı topraklarından gelen misafirlerine sahip çıkmıştır. Kemal Karpat’ın hesaplamalarına göre bugünkü Türkiye nüfusunun yüzde 38’i Anadolu’nun dışından gelen vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bu durum bir yönüyle göçmen karakterli bir millet olduğumuzu da göstermektedir. Osmanlı devlet yönetimi muhacirlerin kayıtlarını sıkı tutup her bir ferdin ve ailenin iaşesi, yardımı ve yerleşimiyle sıkı sıkıya ilgilenmiştir. Bugün olduğu gibi devlet yönetimi normal halka muhacirlerden daha az ihtimam gösteriyor diye bu titizliğinden dolayı eleştirilmiştir.

Dünya Tarihinde Türkler kitabında Carter V. Findley Türklerin doğudan batıya yüzyıllar boyunca süren seyahatini anlatırken “otobüs” ve “kilim” betimlemesini kullanmıştır. Otobüs sürekli hareketliliği simgelerken kilim de kültürün korunması ve muhafazasını ifade etmektedir. Türklerin son iskan tecrübesi Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra savaş nedeniyle boşalan yerlere Misak-ı Milli sınırları dışından gelen eski Osmanlı tebaasını yerleştirirken mübadele ile boşalan Rum köylerine de Yunanistan’dan ve Balkanlardan gelen vatandaşların yerleştirilmesi şeklinde olmuştur. Yine bazı Kürt aşiretlerinin Anadolu içlerine yerleştirilmesi de Cumhuriyet dönemi uygulamalarındandır.

 

Göç Paradigması

Dünyada ve Türkiye’de bugünkü mülteci meseleleri ele alınırken hiçbir şeyin imparatorluklar dönemindeki gibi olmadığı aşikardır. Modern devletler döneminde devlet hudutları neredeyse hapishane duvarları kadar muhkemdir. Dolayısıyla bir ülkeden başka ülkeye mülteci olarak geçmenin ağır bedelleri oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda savaşlar ve kıtlıklar mülteci sorununu dünyanın en ağır sorunlarından biri haline getirmiştir. Yazının başından beri bahsettiğimiz Türk imparatorlukları ve devletlerinin iskan tecrübesi bir devlet aklı olarak elbette ki kıymetlidir fakat muhacirlerin barındırılmasından iskanı ve entegrasyonuna kadar paradigma kökten değişmiş durumdadır.

Suriye iç savaşı özünde Suriye halkının daha iyi bir hayat ve müreffeh bir şekilde yaşama talebinden başka bir şey değildir. Fakat Suriye iç savaşını küresel güçler ve bölge devletleri kendi istek ve siyasi çıkarlarına göre yorumlamıştır. Bugün Suriye halkının taleplerinden çok ABD’nin ve Rusya’nın stratejik çıkarları, İran’ın etki sahasını genişletme arzuları ve savaşın ağır yükünü çeken Türkiye için ise bu savaşın maliyetini kendi açısından azaltma çabaları ön plandadır. Suriyeli mülteciler yoğun bir şekilde Avrupa Birliği (AB) kapılarına yığılsalar da –AB’nin dağılma riski olduğu halde– Suriyelilerin Suriye’de yaşaması konusunda AB ülkelerinin etkin bir politikası mevcut değildir.

Suriye iç savaşında geride bıraktığımız on yılda küresel güçler öyle ya da böyle kendi stratejik kazanımlarını elde ettiler. Fakat Suriye’nin toprak bütünlüğü, bu ülkenin üniter devlet yapısını muhafaza etmesi, Suriye halkının yerlerinden edilmiş üçte birlik nüfusunun ne olacağı konusunda açık bir siyaset ortaya çıkmamıştır. Soğuk Savaş sonrası Birleşmiş Milletler’in (BM) etkinliğini yitirmiş olmasının bu durumun sürüncemede kalmasında etkisi büyüktür

Suriye’de en az 7 milyon mülteci sınır dışında yaşamaktadır. İç savaşın küresel rakipleri olan Rusya ve ABD’nin ve hatta savaşın en etkin saha gücü olan İran’ın mülteci yükü konusunda sorumlulukları sıfıra yakındır. Yükün en ağırı Türkiye (3-4 milyon), Ürdün (1 milyon), Lübnan (600 bin) ve Irak (250 bin) üzerindedir. AB ülkelerinin daha çok eğitimli ve çalışma yaşında olan 1 milyona yakın mülteci aldığı bilinmektedir. Bugün dünya üzerindeki mülteci sayısının yarıya yakınını Suriyeli mülteciler oluştururken onların yüzde 50’si Türkiye’de yaşamaktadır.

Suriye iç savaşının başladığı günden bugüne Türkiye insani yardımlar konusunda insanlığa örnek olacak bir tutum ortaya koymuştur. Suriye iç savaşına müdahil olan devletler açıkça stratejik çıkarlarının arkasında koşarken Türkiye savaşta mağdur olan başta kadın ve çocuklar olmak üzere Suriye halkının yanında yer almıştır. Tarihin ilk devirlerinden Birinci Dünya Savaşı’na değin oluşan iskan tecrübesiyle öncelikli olarak Suriyeliler sınır illerine yerleştirilmiş, daha sonra başta İstanbul olmak üzere diğer illere yerleşenler de olmuştur. Aradan geçen on yıllık zaman diliminde Türk halkı mülteciler konusunda büyük fedakarlıklar ortaya koymuştur. Gerek devletin gerekse milletin bu konuda yaptıkları dünya devletleri tarafından takdir ve hayranlıkla karşılanmıştır. Dünya devletleri karşında Türkiye bu bakımdan moral üstünlüğüne sahiptir. Çağımızın karşı karşıya olduğu bu sorunla ilgili çaresiz kalan BM teşkilatı da maalesef Türkiye’yi sadece takdir etmekle yetinmektedir.

Savaşın ilk yıllarında geçici bir mesele gibi duran Suriyeli misafirler konusunun geçici bir sorun olmadığı iyice anlaşılmıştır. O halde savaşın bütünüyle ilgili gelişmeler önem arz etmekle birlikte Türkiye’deki misafirlerin durumu başlı başına bir mesele olarak ele alınmaya muhtaçtır.

Son dönemlerde Suriyeli mülteciler ve Türk halkının onlara bakışıyla ilgili araştırmalar yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Araştırmaların ortak vurgusu yıllar içerisinde Suriyeli mültecilere bakış açısının olumsuza doğru gittiği şeklindedir. GENAR Araştırma Merkezi olarak AK Parti AR-GE Birimi’ne yaptığımız araştırmaya göre Türk halkının yaklaşık yüzde 30’u Suriyelilerle muhatap olduğu halde tamamına yakını bu konuda kanaat serdetmektedir. Halkın kanaat oluşturmasında bizzat muhatap oldukları meselelerin dışında seçim zamanlarında kurulan olumsuz muhalif dilin de etkisi görülmektedir. Araştırmalarda Suriyelilerin yüzde 70’inden fazlasının kendi imkanları ile çalışarak geçindiği, çok az bir kısmının kamplarda yaşadığı ve yüzde 10’a yakın bir mülteci grubunun ise tutunamayarak şehirlerde zor şartlarda bulunduğu görülmüştür.

 

Sonuç ve Öneriler

  • İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 2018 verileri incelendiğinde Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyeli mülteci nüfusun 41 ilde kayıtlı olduğu ve Adana, Ankara, Batman, Bursa, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kilis, Konya, Mersin, Şanlıurfa gibi illerde yoğunluğu oluşturduğu görülmektedir. Sıralanan bu illerin dışında da mülteciler ülkemizde ikamet etmektedir. Elbette bugünkü mültecilerin yerleştirilmelerinde gelenekte var olan devlet aklının etkisi vardır. Sürecin başlangıcında daha çok geçici olarak düşünülen mülteci meselesi bugün en azından orta vadeli bir program olarak ele alınmalıdır. Suriyeli mültecilerin ve Türk halkının huzur ve güven içinde yaşaması adına tarihteki önemli politikaların ve güncel araştırma sonuçlarının değerlendirilmesi ise mevcut durumun doğru analiz edilebilmesi, Suriyeli mültecilere yönelik başarılı bir iskan politikası yürütülmesi adına oldukça önemlidir.

 

  • Türkiye’nin üzerinde büyük bir sorumluluk oluşturan mülteciler konusunda yeni politikalara ihtiyaç duyulmaktadır. Öncelikli olarak Astana, Cenevre ve uluslararası alanlarda yürütülen diplomatik toplantıların birinci konusu Türkiye’deki mültecilerin kendi ülkelerine güvenli bir şekilde dönme meselesi olmalıdır. Bu mesele Türkiye’nin yanı sıra göç tehdidiyle karşı karşıya olan AB’nin de öncelikli meselesi olmalıdır.

 

  • AB’nin “Suriyeliler Suriye’de yaşamalıdır” tezi konusunda Birlik’in politikasızlığı şaşırtıcı derecede etkisiz ve kötüdür. Bu konuda Türkiye AB’ye baskı kurmak için yeni ve etkin araçlar geliştirmelidir.

 

  • Suriyeli mültecilerin bir sivil toplum ya da sürgün parlamentosu şeklinde örgütlenerek kendi meselelerini bütün meşru platformlarda dillendirmeleri bir çözüm olabilir. Örgütlü bir toplum olarak süreç yönetimine katkıları olabilir ve Suriye’ye döndükten sonra siyasi haklarını aynı şekilde savunabilirler.

 

  • Bir kamu diplomasisi etkinliği olarak Suriyeliler hakkında yanlış bilinen konular da düzeltilmelidir. Yukarıda zikredilen GENAR araştırmasında halk içinde yanlış bilinen konular yaklaşık otuz başlık altında toplanmaktadır. Araştırmalarda Suriyeli mültecilere sebebi ne olursa olsun olumsuz bakanların bir kısmı da dahil olmak kaydıyla yardım etme eğilimi devam etmektedir.

 

  • Vatandaşın yanı sıra özellikle İstanbul’da yapılan bir araştırmada yerel yönetimlerin birçok sosyal proje ile sürece olumlu katkı sundukları görülmektedir. Bu bağlamda devlet, sivil toplum örgütleri ve halkın desteği stratejik bir şekilde ele alınıp uzun erimli ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmelidir.

 

  • Suriyeli çocukların eğitim çağında olanlarının büyük bir kısmı devlet okulları ve Suriyelilerin açtığı okullarda eğitim görmektedir. Başta BM ve AB olmak üzere eğitim çağındaki çocukların tamamına yakınının eğitimden mahrum kalmaması için etkin bir süreç yönetimi sergilenmelidir.

 

  • 2050 perspektifinde dünyanın en zengin devletleri sıralanırken nüfusu en büyük devletler ilk sıralarda yer almaktadır. Bu bağlamda Suriyeli mültecilerin bir bölümünün vatandaşlığa alınması artık tabu olmaktan çıkarılmalı ve uygun görülen mültecilere vatandaşlık verilmelidir.

 

Sonuç olarak Suriyeli mülteciler meselesi konuşulup tartışılmaya devam edilecektir. Özünde her millet kendi vatanında mutlu ve huzurludur. Öncelikli olarak savaş sonrası Suriye’nin normalleşmesi ve mültecilerin kendi ana vatanlarına dönmeleri temennimizdir. Suriye topraklarının henüz bu sükunette olmadığını bildiğimize göre Suriyeli mültecilerle ilgili geçici tedbirlerin yanı sıra kalıcı tedbirler de alınmalıdır. Bu alanda köklü bir paradigma değişimine ihtiyaç vardır. Çünkü geçici dönemler için alınmış olan tedbirler bugünkü sorunları çözmeye yetmemektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası