Kuzey Atlantik İttifakı’nın kuruluşunun 75’inci yıldönümünde, ABD’nin ev sahipliği yaptığı devlet ve hükümet başkanları zirvesi, sonuç bildirgesi itibarıyla son 30 yılın zirvelerinden farklı bir seviyede değerlendirilmeyi hak ediyor. Bildirgedeki ayrıntılar, NATO’nun yeniden Birinci Soğuk Savaş sürecinde olduğu gibi, ittifakın her parçasına eşit ağırlıkta değer veren bakış açısına döndüğüne işaret ediyor. Dahası, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 30 yıl boyunca rakipsiz kalmaktan kaynaklanan temelsiz öz güvenin yerini daha ciddi bir yaklaşımın aldığı hissediliyor. Zirve sonunda, Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda 2014’ten bu yana yapılan en gerçekçi değerlendirmelerin ürünü olan kararlarla karşı karşıyayız. Rusya’yı farklı boyutlardaki tehdit algılarıyla değerlendiren üye ülkelerin bölük pörçük politikalarının yerine artık amacı ve içeriği belli bir süreç yönetimi gündemde olacak. Bildirgenin bütünündeki mesajlara, Moskova ve Pekin’in, farklı bir yaklaşımla daha dikkatli kafa yormaları gerekecek. Çünkü alınan kararların içerikleri, sıcak çatışmanın sürdüğü cephe hatlarından ziyade, yeni soğuk savaşın cereyan ettiği stratejik önemi haiz coğrafi alanlar ve ekonomik mecralardaki mücadelenin sertleşeceğine işaret ediyor. Tabii bu kararlar manzumesinin Türkiye’yi yakından ilgilendiren yönleri de var.
Zirve Öncesinde Varşova’dan Kritik Hamle
Zirvede Rusya-Ukrayna Savaşı’na dair alınan kararlara geçmeden önce, 8 Temmuz Pazartesi günü, Washington’daki toplantının hemen öncesinde yaşanan bir gelişmenin üzerinde durmak lazım. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin Polonya ziyaretinde, iki ülke arasında güvenlik anlaşması imzalandı. Bu imzalar, Ukrayna’nın bugüne kadar angaje olduğu güvenlik anlaşmalarının ötesinde unsurlar içermesi bakımından farklılık içeriyor. Polonya’nın üstlendiği sorumluluklar, Rusya ve bölgedeki müttefiki Belarus’a kapsamlı bir meydan okuma içeriyor. Anlaşmanın maddelerinden biri, Ukrayna’nın batısındaki kentleri ve stratejik tesisleri Polonya hava savunma sistemlerinin koruması altına alıyor. Bir başka madde ise Polonya topraklarında bir “Ukrayna Lejyonu” kurulmasını, donatılmasını ve eğitilmesini kapsıyor. Bu “lejyon” Avrupa’ya kaçmış ve cebren askere alınacak Ukrayna vatandaşlarından mı müteşekkil olacak yoksa, Polonya, Baltık ülkeleri ve başka ülkelerden gelecek gönüllüleri de mi kabul edecek bu şimdilik bilinmiyor. Ancak Polonya’nın üstlendiği bu iki sorumluluğun, Varşova yönetimini her an Rusya ve Belarus’un doğrudan hedefi haline getireceğini öngörmek sürpriz olmayacaktır. Gelelim Ukrayna için Washington’dan çıkan kararlara.
Geç Kalmış Bir Karar: Ukrayna’ya Verilecek Destek NATO Komutası Altına Giriyor
2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’nın doğusundaki Rus güçlerinin Donbas bölgesinde özerk cumhuriyetler ilan etme yoluna girmeleriyle başlayan çatışma sürecinin varabileceği aşamalar, Batı Avrupalı ittifak üyeleri tarafından öngörülememiş, dahası Şubat 2022’de savaşın ikinci perdesi açılırken, pek çok NATO ülkesindeki siyasi iktidarlar, bu ihtimalin gerçekleşebileceğine inanmak istememişlerdi. Kuzey Atlantik İttifakı, geride kalan iki buçuk yılda bölük pörçük organizasyonla, zaman zaman birbirleriyle çelişen kararlar eşliğinde, yetersiz ve yavaş işleyen tedarik zinciri vasıtasıyla Ukrayna ordusunu ayakta tutmaya çalıştı. Rusya’nın, 2023’ün yaz mevsimindeki Ukrayna karşı saldırısını akamete uğratarak cephede inisiyatifi ele geçirmesi, nihayet meselenin ciddiyetini NATO müttefiklerine anlattı. Artık Ukrayna’ya yapılacak yardımlar çok daha organize bir şekilde yönetilecek. Bu operasyon için merkezi Almanya Baden’de olacak NATO-Ukrayna Müşterek Analiz ve Eğitim Öğretim Merkezi kurulacak. Bu merkez Ukrayna ordusunun eğitim koordinasyonunu, malzeme koordinasyonunu, malzeme lojistiğini ve kuvvet geliştirme faaliyetlerini düzenleyecek. Baden’deki karargaha ilave olarak Polonya, Romanya ve Slovenya’da 3 lojistik merkez kurulacak. Yani artık Ukrayna’ya yönlendirilecek tüm askeri yardımların tek elde toplanarak NATO tarafından sevkiyatı sağlanacak.
Ukrayna için oluşturulan bu model, yakın gelecekte ittifaka doğrudan üye yapılmasında sakıncalar olan ancak desteklenmesi gereken diğer ülkelere de uygulanabilir. Hiç şüphesiz potansiyel uygulama alanlarından birinin Hint-Pasifik bölgesinde, Çin Halk Cumhuriyeti ile kıta sahanlığı sorunu yaşayan bir ülke ya da ülkeler olması muhtemeldir. Zirve kapsamında Ukrayna istikametinde ABD tarafından alınan bir diğer önemli karar ise Almanya’ya 2026’dan itibaren uzun menzilli füze sistemleri yerleştirilmesi yönünde oldu. SM-6 anti-balistik füze sistemleri ve Tomahawklar ile geliştirilmekte olan hipersonik füzeler ABD’nin Avrupa satranç tahtasına süreceği yeni piyonları olacak. Almanya’ya gönderilecek uzun menzilli füzelere ilişkin olarak Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov aracılığıyla yapılan yorum, bu hamleye Moskova’nın “askeri bir yanıtı” olacağı yönünde. Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcılığı görevini yürüten eski Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ise Ukrayna’ya dair alınan kararları, “Ukrayna’nın NATO üyeliği perspektifinin sona ermesi için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Bu süreç ya Ukrayna’nın ya da NATO’nun yok olmasıyla sona ermeli, ya da en iyisi, her ikisinin de yok olmasıyla” sözleriyle yorumladı.
Pekin’den Karşı Hamle: Çin Halk Ordusu Belarus’ta
Görünen o ki Rusya ve müttefikleri, Washington’da alınan kararlara karşı el yükseltmekten çekinmeyecek. Bunun ilk belirtisi NATO Zirvesi’nin hemen öncesinde, Varşova’da Ukrayna-Polonya güvenlik anlaşmasının imzalandığı saatlerde, Polonya’nın kapı komşusu Belarus’ta başlayan tatbikattı. Çin Halk Cumhuriyeti ve Belarus orduları 8 Temmuz’da Polonya sınırına 5 kilometre mesafedeki Brest’te “Eagle Assault 2024” tatbikatını başlattılar. ABD başta olmak üzere kimi NATO üyelerinin, Rusya’ya verdiği desteği kesmesi için Çin Halk Cumhuriyeti’ne uyarı üstüne uyarı yaptığı günlerde Çin Halk Ordusu’nun Belarus’ta ortaya çıkması, Washington’da alınan kararlara karşı açık bir meydan okuma oldu. Nitekim sonuç bildirgesinde, Pekin yönetimi ittifakın güvenliğine ve değerlerine meydan okuyan bir ülke olarak tanımlanırken, Pekin ile Moskova arasında derinleşen ilişkilerden duyulan endişe de ifade edildi. ABD’nin 1972’de Çin Halk Cumhuriyeti ile başlayan balayı, 2011’de sona ermiş, Barack Obama yönetimi Çin’i tehdit listesinde ilk sıraya yükseltmişti. 2018’de Pasifik Donanma Komutanlığı’nın ismini Hint-Pasifik Donanma Komutanlığı olarak değiştiren ABD, Çin’in yalnızca Güney Çin Denizi’ndeki varlığını değil, Hint Okyanusu’ndan Avrupa istikametine ilerleyen ticaret yollarındaki hakimiyetini de çevreleme niyetinde olduğunu ortaya koymuştu.
Çin’den Kaynaklanan Tehdit Algısının İstikrarlı Yükselişi ve ABD-İngiltere Arasındaki Rol Bölüşümü
Hemen ertesi yıl, 2019’da Londra’da düzenlenen NATO Zirvesi’nde “Stratejik Zorluk” olarak tanımlanan Çin Halk Cumhuriyeti, 2021’de “Küresel Zorluk” mertebesine yükseldi. Washington zirvesinde kullanılan ifadeler, Çin’e yönelik eylemler konusunda biraz frene basılmış izlenimi doğursa da İngiltere’nin yeni Savunma Bakanı John Healey’in Washington’da basına yaptığı şu açıklamaların üzerinde durmakta fayda var. Healey, ABD’de Kasım’da yapılacak seçimi hangi başkan adayı kazanırsa kazansın, Washington yönetiminin önceliğinin Pasifik bölgesi olacağına işaret ederken, Rusya’dan kaynaklanan tehditlere karşı Avrupa’daki NATO ülkelerinin ağır yükü sırtlamaları gerektiğine dikkat çekti. İngiltere savunma bakanı, yeni dönemde Avrupa’nın savunmasında İngiltere’nin öncü rol oynayabileceğine dair mesajlar verdi. Görünen o ki, Washington zirvesinin ardından İngiltere ve ABD’nin NATO çerçevesinde küresel sorumluluk alanlarını farklı bir perspektifle şekillendirdikleri yeni bir görev dağılımını benimsediklerine şahit olacağız. Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Mart 2022’de sağlanan “İstanbul Anlaşması”nı çöpe atmakla itham ettiği İngiltere, kuvvetle muhtemeldir ki 2025’ten itibaren NATO’nun Avrupa ve özellikle Ukrayna’daki faaliyetlerinin komutasını üstlenecek. ABD ise Hint-Pasifik bölgesine yani Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevrelemede yeni bir aşamanın başlatılacağı organizasyonu inşa edecek.
Türkiye Yıllar Süren Çabalarının Karşılığını Aldı, Eşit Müttefiklik Tescil Edildi
Gelelim NATO Zirvesi’nden çıkan ve Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren kararlara. Öncelikle şunun altını çizmek lazım, Birinci Soğuk Savaş’ın ardından Türkiye’nin “kanat ülkesi vasfını” kaybetmesiyle beraber, Washington’daki kimi siyasi çevreler Türkiye’yi ikinci plana atan, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını öteleyen bir tavır içerisine girmişlerdi. Bu tavır 2010’dan itibaren Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ortaklığıyla, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kısıtlı bir deniz alanına hapsetmeyi öngören plana ABD tarafından destek verilmesi boyutuna ulaşmış, ardından 15 Temmuz darbe girişimi de yine aynı çevreler tarafından desteklenmişti. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ikinci perdesinin açılmasıyla beraber Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de değişen dengeler, Türkiye’ye önce Mavi Vatan’daki kilitleri kırmanın yolunu açtı. Washington zirvesinden çıkan kararlar, Türkiye’nin yıllardır talep ettiği “eşit müttefiklik” anlayışının nihayet kabul gördüğüne işaret ediyor. Bu işaretlerden biri, bildirgede terörizmle mücadelenin NATO’nun karşı karşıya olduğu ikinci büyük tehdit olarak kayıtlara geçirilmesi oldu. Türkiye’nin savunma sanayiine yönelik NATO müttefiklerinden kaynaklanan yaptırımların son bulmasına dair Vilnius Zirvesinde alınan karar bir kez daha teyit edildi. Balistik füze tehditlerine karşı tüm NATO müttefiklerinin tamamen koruma kapsamına alınması da yine Washington zirvesinin önemli çıktılarından biri oldu.
Bu karar, öyle anlaşılıyor ki Türkiye’ye bugüne kadar verilmeyen yüksek irtifa hava savunma sistemleri teknolojisinin transferinin de önünün açılmasını beraberinde getirecek. Dahası Türkiye’nin ürettiği füze sistemlerinin NATO ülkelerinin kullanımına açılması da mümkün olabilir. Ayrıca NATO üyesi Avrupa Birliği ülkelerinin, ittifakın güvenlik şemsiyesi haricinde alternatifler aramasına yer olmadığı da yine Washington’daki zirve kararlarına yansıdı. Tehditlere karşı odaklanmayı zayıflatan, iş birliği ile planlama faaliyetlerini akamete uğratan bu tür girişimlerin zararları, Türkiye tarafından müteakip defalar dile getirilmişti. Özellikle Yunanistan ile ABD arasında Ege Denizi ve Akdeniz’de girişilen bu tür arayışların ancak NATO savunma planlama süreci dahilinde yapılabileceği bildirgeye yansıdı. Karadeniz’de Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan kaynaklı mayın tehdidine karşı Türkiye’nin, Romanya ve Bulgaristan ile oluşturduğu görev grubuna da bildirgenin 31’inci maddesine yer verildi. Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin uygulanmasına yönelik çabalarına destek verilirken, mayın tehdidi ile mücadele için görev grubu kurulmasından memnuniyet duyulduğu kaydedildi.
Washington zirvesi, Türkiye’nin eşit müttefiklik ısrarıyla yıllardır gündeme getirdiği ve dikkat çektiği konuların sonuç bildirgesinde yer alması açısından NATO zirveleri içerisinde müstesna bir yere sahip olacak. İttifakın Avrupa ve Hint-Pasifik bölgelerindeki reorganizasyonunun temellerini atması itibarıyla da Washington’da alınan kararlar, ittifakın kuruluşundan sonraki en önemli dönüm noktasını teşkil ediyor.