Kriter > Dosya > Dosya / Ukrayna |

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın İlk Yılı: Bu Hâlâ Bir Batı-Rusya Mücadelesi, Bu Hâlâ Bir Avrupa Savaşı


Bugün taraflar karşı tarafa kaybetme opsiyonunu gösterme ve kazançlarını korumaya odaklanmış durumdalar. Bu yüzden, tırmanma opsiyonları üzerinden yürümekten ziyade Batı, Kremlin’i kaybetmeyi kabul etmeye zorluyor. Kremlin ise Batı’yı sahada kayıplara rağmen Rusya’nın siyasi olarak kaybetmeyeceği bir senaryoyu gerçekçi bir senaryo olarak görmeye zorluyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı nın İlk Yılı Bu H l Bir Batı-Rusya

Rusya-Ukrayna Savaşı başladığında neredeyse çok azımız, bu savaşın bir yılı devirebileceğini tahmin etmişti. Bugünlerde savaşın geleceği ile ilgili en çok konuşulan, hatta tarafların şimdiden benimsemiş gibi göründükleri senaryo yani bir uzun harp durumu, savaşın başlangıcında zikredilmiyor, Rusya’nın Kiev’e ulaşıp rejim değişikliğini gerçekleştireceği söyleniyordu. Moskova, zaten meseleye bir “savaş” kavramsallaştırması ile yaklaşmayı reddetmiş, durumu “özel bir operasyon” olarak dillendirmişti. Bu özel operasyonun sorunsuz halledilmesi üzerinden Rusya, Avrupa’ya -özellikle de Baltıklara, Kuzey Avrupa’ya ve Moldova’ya doğru- stratejik baskıyı artırıp Batı ile mücadelesini, Avrupa güvenlik mimarisinin tartışılacağı yeni bir müzakere masasında bitirmeyi arzu ediyordu.

 

Ne Umuldu Ne Bulundu?

Dolayısıyla savaş, baştan itibaren Kremlin için “uzun hazırlık döneminin”, mesaj trafiğinin de işaret ettiği gibi iki temel -birbiriyle ilintili ama birbirinden farklı- hedefe sahipti. İlk hedef, Ukrayna’da 2014 Kırım’ın ilhakı ile merhale kaydedilmiş stratejik işi bitirmeyi kapsıyordu. Bu hedef, Rusya’nın 2014’te başladığı sınırlı revizyonizmin bir aşamasıydı ve Putin’in savaş başlamadan hemen önce yaptığı konuşmadan anlaşılacağı üzere, “Rusya’nın karşı karşıya kaldığı tarihsel hataları” düzeltmeyi amaçlıyordu. Bu konuşma ve Rusya’nın Doğu ve Güney Ukrayna ile sınırlı kalmadan Kiev’e doğru yürümesi, Rusya’nın revizyonist duruşunu, ikinci hedefi gerçekleştirmeden yani Avrupa güvenlik mimarisinde Rusya’nın güvenlik endişelerini tatmin eden yeni bir düzen kurulmadan bırakmayacağını gösteriyordu. Bu, aslında Batı güvenliğini “Rusya’nın büyük güç statüsünü” tanımaya zorlamak, bunun üzerinden de Avrupa güvenliğinin kurumsal çerçevesi, askeri güç yapılanması ve normatif duruşu açısından sınırlandırmak demekti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve savaşın taktik ve operatif düzeyi, bir yıla yayılan yeni aşamalar içerisinde yeniden tanımlandı. Bu sırada Kremlin, Doğu ve Güney Ukrayna’da kontrol altında tuttuğu toprakları savunmaya odaklandı, Eylül’den itibaren başlayan Ukrayna’nın karşı saldırısını maliyetli hale getirmeye çalıştı, hala da buna çalışıyor. Bu doğrultuda kısmi seferberlikten, kısmi referanduma yani Kırım senaryosunun Donbas’ta tekrarlanma çabasına, Moskova’nın siyasi ve askeri el yükseltme çabalarına da şahit olduk. Ayrıca Rus saldırıları da tamamen durmadı ve Kremlin özellikle Ukrayna karşı saldırısı başladıktan sonra, Ukrayna’nın kritik altyapısını hedef alarak Ukrayna kuvvetlerinin saldırı üzerinden kazancını sürdürülemez hale getirmeye çabaladı. Bugün geldiğimiz noktada, Ukrayna ve Batı ise Rusya’nın bu çabasını sürdürülemez ve maliyetli bir hale getirmeye uğraşıyor. Bir kere bu hedef başarılırsa Kiev, 1991’deki sınırlarını restore etmekle ilgili daha güçlü umutlar duyabilir.

 

Senaryolar Çok Ama Sahadaki Çıkmaz Hala Çözülmedi

Bu konuda son aylarda özellikle Batıda kaleme alınan yorumlar, Ukrayna’nın avantajlarını göstermek ve Rusya’nın kayıplarını sergilemek bakımından zengin bir literatür sunuyor bize. Rusya’nın hava sahasındaki ve ateş gücündeki üstünlüğünü stratejik bir artıya çevirmekte zorlandığını görüyoruz. Bu zorlanmanın arkasında Rus kuvvetlerinin Çeçen ve Gürcistan savaşlarında sergiledikleri zayıflıkları tam olarak aşamamaları (kuvvetlerin komutası, kontrolü, iletişim ve izlemede yaşanan zorluklar) ve kuvvet modernizasyonunu tam olarak sağlayamama gerçeği kadar Batının Ukrayna’yı stratejik kapasite, finansal yardım ve istihbarat katkısıyla destekleme kararlılığı da yatıyor. Kremlin, Batı desteğinin Ukrayna’ya yönelmesi esnasında çeşitli nedenlerle (Batılı ülkelerin farklılaşan savunma ihtiyacı, yardımın ekonomik maliyeti ve Rusya ile karşı karşıya kalma isteksizliği gibi) Batı içerisinde bir bölünme oluşabileceğini de ummuş olmalı. Gerçekten de geldiğimiz noktaya kadar belirli kapasite ve yardımların sağlanmasında Batılı başkentler elbette ayak da sürüdüler. Gönderilen ya da gönderilmesi planlanan bazı askeri yeteneklerin -bugünlerde çok tartışılan Leopard 2 ve Abrahams tankları gibi- Rusya tarafından “savaşın tırmandırılması” olarak algılanmasından endişe ediliyor doğal olarak. Moskova’nın el yükseltmeye el yükseltme ile karşılık vermesi sonucu, savaşın iki kötü tırmanma senaryosuna doğru, yani çatışmanın nükleerleşmesine ya da NATO ve Rusya’nın doğrudan karşı karşıya kalacağı bir askeri senaryoya doğru evrilmesi hala mümkün.

Bugün taraflar yıpratma halini karşılıklı sürdürülmez hale getirme, karşı tarafa kaybetme opsiyonunu gösterme ve kazançlarını korumaya odaklanmış durumdalar. Bu yüzden tırmanma opsiyonları üzerinden yürümekten ziyade Batı, Kremlin’i kaybetmeyi kabul etmeye zorluyor. Kremlin ise Batıyı sahada kayıplara rağmen Rusya’nın siyasi olarak kaybetmeyeceği bir senaryoyu gerçekçi bir senaryo olarak görmeye zorluyor. İçinde sürpriz elementler ve bir nevi asimetri barındıran bir çıkmaz aslında geldiğimiz nokta. Asimetriyi anlamlandırmak çok daha kolay çünkü Ukrayna harbinde, bir büyük güç kendisiyle mukayese edilemeyecek bir güçle savaşıyor, dolayısıyla kaybediyor gibi görünüyor ama henüz kaybetmiş değil. Her şeye rağmen hala önemli oranda toprağı da kontrol altında tutuyor. Sürprizleri tahmin etmek çok daha zor, çünkü sürpriz faktörler doğası gereği belirsizliklere dayanıyor. En önemli iki belirsizlik ise şu: Bir; Ukrayna kuvvetlerinin gerçek gücü (yaşadıkları zorluklar ve kayıpları hakkında yeterince bilgimiz ve bu konulara ilgimiz yok, zira Batı yardımı sürüyor ve Rus kuvvetleri kendileri adına dramatik ve moral bozucu kayıplar veriyorlar) ve iki; Moskova’nın stratejik kararını -bu savaşı sürdürme kararını- nereye kadar devam ettireceği. Bu noktada Kremlin’in elbette askeri güç yapılanmasını tahkim edebilmesi ve kontrol ettiği alanı makul bir kayıpla koruyabilmesi çok önemli ama Moskova’nın moral gücünü, iradesini ve karar verme sürecinin işleyişini asıl etkileyecek unsur, bu savaşın Rusya-Batı ilişkilerinde ve küresel jeopolitikte meydana getirdiği etkidir.

 

Rusya-Avrupa İlişkisi Değişti

Bu yazının başında da belirttik, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Rusya açısından hedefleri savaşın başlangıcında da bugün de sadece Ukrayna ile ilgili değildi. Savaş her zaman Rusya’nın Avrupa ve küresel jeopolitikteki yeri ve statüsüyle ilgiliydi. Bu, Moskova’nın hissettiği güvensizlikler sadece birer mazeret demek değil elbette. Daha çok şu demek; Kremlin, Rusya’nın bekasından ziyade Rusya’nın büyük bir güç olarak hareket etme özgürlüğünü sınırlayan ve sınırlayacak eylemleri, bir güvenlik sorunu olarak algıladı. Bu da Moskova’yı, Batı ile kurduğu ilişkilerde kayıp-kazanç hanesi çerçevesinde yaptığı hesaplarda memnuniyetsiz bir aktör haline getirdi, dolaylı olarak da Kremlin’in Avrupa ile ilişkilerin ya da ticaretin Rusya için getirilerini görmezden gelmesine zemin hazırladı.

Rusya-Batı ilişkisinin Avrupa parantezi, her daim nevi şahsına münhasır olmuştur. Öncelikle 1950’lerin sonundan itibaren Batı Avrupa ve Rusya arasında her iki taraf için de karlı bir karşılıklı bağımlılık rejimi mevcuttu. Bu rejimin kalbinin enerji ticareti olduğunu biliyoruz. Doğu-Batı enerji geçiş rejiminin ilişkili olduğu Doğu Avrupa, Merkezi Avrupa ve Baltık ülkeleri Soğuk Savaş’tan sonra AB’nin ve NATO’nun parçası olduklarında, rejimin transit ülkeler (Belarus ve Ukrayna) için taşıdığı risklerden göreceli olarak muaf oldular. Dahası, AB Yüksek Temsilcisi Borell’in ifade ettiği gibi Rusya’dan gelen “ucuz enerjiye dayalı Avrupa mucizesinin” bir parçası oldular. Ekonomik mucizenin beka sorunuyla sınanmadığı ortamlarda, karşılıklı bağımlılığın, siyasi krizler ne olursa olsun devam edip gideceği hesaplanır. Bu nedenle de Rusya-AB özellikle de eski ve yeni Ostpolitik’in mimarı Almanya-Rusya ilişkileri iki dinamiğe dayanıyordu: Birincisi ticareti ne olursa olsun sürdürecek transnasyonel bağların inşası ve ikincisi “Wandel durch Handel” yani ticaret aracılığıyla değişim, yani Rusya’nın enerjiyi silah haline getirme eğiliminin ve kapasitesinin yontulması. Rusya-Ukrayna Savaşı ve savaşa giden yol (2009-22 arasındaki gelişmeler) her iki ayakta da sorun olduğunu gösterdi. Transnasyonel bağlar, AB elitini kendi deyimleriyle Rusya’nın niyetleri konusunda kör hale getirmişti. Bu bir sorun elbette ama Baltık ve Doğu Avrupa elitinin Rusya’nın niyetleri konusunda körlük ile ifade edilemeyecek bir uyanıklık hali içinde olduğu da muhakkak. İngiltere ile beraber Polonya gibi Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin, Kırım’ın ilhakını takip eden yıllarda NATO caydırıcılığının güçlenmesi, Kuzey Avrupa’da yeni bir kanat oluşturulması ve Ukrayna direnişi için gerekli hazırlıkların yapılması konusunda itici güç olduğunu görüyoruz.

Rusya'da Faaliyet Gösteren Batılı Şirketlerin Durumu, İNFO

Karşılıklı Bağımlılıktan Karşılıklı Yaptırımlara

Bu çerçevenin içerisine Avrupa’daki farklı eğilimlerin ve Rusya’ya yönelik farklı yaklaşımların etkisini kıran AB bürokrasisinin, Moskova’ya karşı ortak yönelim almalıyız tavrını da ekleyelim. Bu tavır, AB ülkelerini Rusya’ya yönelik ekonomik ve siyasi yaptırımları içeren 9 yaptırım paketi kabul etmeye, niyet edilmiş (Rusya’nın karşı yaptırımlarıyla burun buruna kalmak, Kuzey Akım 2’nin operatif olmaması) ve niyet edilmemiş sebeplerle (Kuzey Akım’lara yönelik saldırılar) Rusya’dan aldıkları doğal gaz miktarını azaltmaya, Rus petrolü için tavan fiyat belirlemeye dolayısıyla Rusya’nın petrol ticaretindeki karşı yaptırımları ile yüz yüze kalmaya itti. Sonuçta, Soğuk Savaş’ı atlatmayı başaran Avrupa-Rusya karşılıklı bağımlılığı, Yeni Soğuk Savaş’ın ağlarına takıldı ve taraflar arasında güç kullanılmayacağına yönelik temel güvence ortadan kalktı. Eğer soru, Avrupa pazarı olmadan Rusya idare edebilir mi ya da Rus gazı olmadan Avrupa dayanabilir mi diye sorulsaydı, bu soruya cevap vermenin kolay olmadığını söyleyebilirdik. Şimdilik karşılıklı yaptırımların etkisi, yıkıcı olmaktan ziyade zarar verici düzeyde görünüyor. Her iki tarafın alternatif pazar, kaynak ve geçiş yolu arayışında olduğunu da söyleyelim. Avrupa yeşil dönüşümden de vazgeçmiş değil ancak bu konuda ABD’nin kendi firmalarına sağladığı sübvansiyonlarla baş etmekte zorlanıyor.

 

Hoşça Kal Ostpolitik! Hoşça Kal Stratejik Özerklik!

Bu ortamda üçüncü bir Ostpolitik denemesi, şimdilik Rusya’nın Ukrayna’da kaybetmesi şartına bağlanmış görünüyor ki bu, Berlin’i Rusya ile kurduğu özel ilişkiden kazandığı ve kazanmayı umdukları (bir bağlantı ve enerji merkezi olarak Almanya) düşünüldüğünde tuhaf bir konuma sokuyor. Zira Rusya’nın kaybetmesi sonrası ilan edilecek yeni bir Doğu Politikası, Rusya’yı ayağa kaldırmak için düşünülmüş tazminatımsı bir şey olacak ve ayrıca yeni bir yatırım üzerine kurulması gerekecek. Oysa Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, biliyoruz ki şu anda yatırımını liberal dünya için mücadele etmeye yaptı. Bu, Almanya ekonomisine öncelik tanımak ve Almanya’yı normal silahlı bir güç haline getirmek gibi unsurları içeriyor. Bunlar, AB’nin ortak kapasitelerine ve duruşuna da katkıda bulunmak zorunda olan Berlin için kolay atılımlar değil, zaten o nedenle Avrupa stratejik özerkliğinden bahseden Alman-Fransız motoru çok yavaşladı. Avrupa’da stratejik özerklik hayali hiç bitmez ve özü itibarıyla baktığımızda savaşın başlamasından hemen sonra ilan edilen Avrupa Stratejik Pusulası da bu hayali hangi koşullarda canlı tutabileceğini araştırıyordu. Ancak Avrupa’nın içinde olduğu durumda (yani Rusya’nın kısmi seferberlikte cepheye çağırdığı asker sayısı gibi faktörler düşünüldüğünde) koyduğu hedefin (5 bin kişilik bir müdahale gücü oluşturma) ne kadar sınırlı olduğu daha net anlaşılıyor. Bu da Avrupa’da Amerikan varlığının güçlenmesine ve NATO’nun öneminin altının çizilmesine imkan sağladı. NATO caydırıcılığı, hem Rusya’nın Avrupa’nın tarafsız ülkelerine karşı baskısını dengelemek için bir gereklilik olarak görülüyor ki bu Kuzey Avrupa’da cephe, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği tartışmalarıyla görünürlük kazanan ve Avrupa’da tarafsızlığın ortadan kalkmak üzere olduğu bir süreci beraberinde getirdi. Hem de silahsızlanma anlaşmalarının öldüğü ve taktik nükleer silahların kullanılabilirliğinin tartışıldığı bir ortamda, NATO caydırıcılığı savaşın nükleerleşmesine karşı bir garanti olarak algılanıyor.

 

Küresel Boyut?

Bu resimde en önemli sorun, ABD’nin stratejik vizyonunun başta müttefikler olmak üzere küresel istikrar adına yeterince güvence sunmaması. Washington, Rusya’yı sınırlamak ve bir yıpratma harbi içinde kayba zorlamak konusunda kararlı görünüyor ama asıl hedef bölgesinin Pasifik, asıl stratejik rakibinin Çin olduğunu saklamıyor. Üstelik ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nden (2022) anlıyoruz ki Washington, Çin ile rekabetinin uzun soluklu olacağını düşünüyor. Bu durumda ABD’nin peşine takılmaktan başka çare bulamayan Avrupa dışında kalan bölgesel güçler ve orta büyüklükteki ülkeler, Batı-Rusya cepheleşmesini derinleştirmekten imtina ediyorlar. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın geleceği Rusya’nın zayıflıklarına ve kayıplarına rağmen hala belirsizliğini koruyor. Batı’nın zaferi kesin olmadığı gibi Rusya’nın kaybetse dahi nasıl kaybedeceği belli değil. O noktaya kadar Moskova küresel piyasalarda var olmaya Batı’nın tüm yaptırımlarına rağmen devam ediyor. Bu da küresel istikrarı önemseyen ve Rusya’nın revizyonist hamleleri kadar Batı’nın revizyonist hamlelerinden de korkan bölgesel güçleri, bir yandan Rusya’nın kaybetmesi halinde nasıl kaybedeceği sorusuna karşı hassas hale getiriyor diğer yandan Rusya-Batı kutuplaşmasından ziyade küresel/bölgesel istikrara yatırım yapmaya itiyor. Savaşın ilk yılının sonunda çizilmeye çalışılan liberal dünyaya karşı liberal olmayan dünya resmi böylece zayıflıyor, mücadele hala küresel boyutu da olan Rusya-Batı mücadelesi, savaş ise küresel boyutu da olan bir Avrupa savaşı netliğinde devam ediyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası