Kriter > Dış Politika |

Fransa’nın Irkçı ve Anti Müslüman Damarı


Macron başörtülü kadınlara saygı duyduğunu ancak başörtülü bir kadının başındaki o örtünün kendi seçimi olup olmadığından emin olmak istediğini söylüyor. Ona göre “başörtüsü” kadın-erkek eşitliğine bağlı bir ülke olan Fransa’da uygarlığa aykırıdır.

Fransa nın Irkçı ve Anti Müslüman Damarı

Norveçli Anders Behring Breivik’i alkışlasa da iki savaş arası İngiliz faşist lider Osward Mosley’ye hayranlığının altını çizse de Yeni Zelanda katliamının faili Tarrant 74 sayfalık manifestosundaki ideoloji ve fikirler için bir tek ülkeden istifade etmiş: Fransa. Manifestosunu yazar Renaud Camus’nün etkisinde kaleme almış hatta manifestonun adı da ondan intihal: “Büyük Yer Değiştirme” ya da “Büyük İkame”. Ki bu sadece Yeni Zelanda’daki Müslüman düşmanı terörist yahut onun referans aldığı Renaud Camus tarafından değil Fransa başta olmak üzere Avrupa genelinde üstelik sadece aşırı sağ partililer değil merkezdeki sol ve sağ partililer tarafından da aralıksız işlenen bir konu. Nitekim katil sadece Camus’nün teorisinden söz etmiyor, “Duygularımı, Fransa’nın işgalinde, kültür ve kimlik kaybında, Fransız halkının karamsarlığında öfkelenmekte ve öfkelenerek umutsuzluğa boğulmak arasında buldum” diyor.

Tarrant’ın kanaat önderlerinin başında gelen Renaud Camus insanları ırkları üzerinden ayırıyor ve beyaz ırkın en eski, en tehdit altındaki ırk olduğunu düşünüyor: Ona göre “Beyaz ırkın bugünü ve yakın geleceği için endişelenen ülkeler elbette haklı ama başta Fransa kültürü ve uygarlığı hızla istila edilenlerin başında geliyor.” Camus tarihi kelime ve kavramlar üzerinden ters-düz ederek Fransa’yı emperyalist tarihi olan bir ülke değil de sömürgeleştirilmeye çalışılan bir ülke olarak tavsif ediyor. Büyük Yer Değiştirme’yi “karşı sömürgecilik” diye tanımlayarak “Bugün sömürgeleştirilen biziz, –Cezayir bize 1962’de ‘dekolonizasyon’un en sert halini yaşattı. Aynısını yapalım demiyorum– doğru olan buraya göç edenlerin yeniden ait oldukları yere göçü” düşüncesini dillendiriyor.

Camus’nün “Büyük Yer Değiştirme” teorisine öncülük ettiğini vurguladığı iki büyük kanaat önderi var: Biri muhafazakar İngiliz politikacısı Enoch Powell (1912-1998), diğeri de bugün 93 yaşındaki Fransız yazar Jean Raspail. Siyahların Birleşik Krallık’a göçünün felaketle sonuçlanacağını iddia eden Powell 1968’de yaptığı “Kan Nehirleri” başlıklı konuşmasında “İleriye baktığımda bir felaketin geleceğini önceden hissediyorum. Tiber Nehri’nin kandan köpürdüğünü görür gibiyim” diyordu. Doğrudan biyolojik ırkçılık yapan Powell için tehlike Afrika, Batı Hindistan adaları ve Asya’dan geldiğini söylediği göçmenlerdi.

1973’te yayımlanan Camp des Saints (Azizler Kampı) isimli kitabın yazarı Jean Raspail ise “Nihayet bir gün insanlar şehirlerini işgalcilere karşı savunmak için direnecek ve silahlı bir mücadele kaçınılmaz olacak” görüşünde. Kitabında Hint Yarımadası’ndan sal ve kayıklarla yola çıkan ve Fransa’nın güneyine doğru yavaş ama durdurulamaz şekilde ilerleyen ırkçı bir istilayı ve onların Batı medeniyetini yıkacaklarına ve ele geçirdikleri yerleri kolonize edeceklerine dair bir tasavvuru kaleme almış. “Çaresiz ve panik içindeki Fransızların reaksiyonlarını” anlatırken, göç edenleri insandan başka her şeye benzeterek insan olanların sadece beyaz ırk olması dikkat çekiyor!

Raspail 2015’te haftalık Le Point dergisine verdiği bir röportajda anlattığına göre kitabı yazdığı yıllarda yerin dibine sokulmuş. Bugünkü itibarını ise şöyle izah ediyor: “2001’de, Saint-Raphael yakınlarında Boulouris’de yani tam da bir zamanlar kitabı yazdığım yerde Kürtlerden oluşan bir mülteci gemisi karaya oturunca aniden kitabım konuşulmaya, ciddiye alınmaya başlandı”. 2011’de yeniden basılan kitap Eski Kıta’dan Yeni Kıta’ya, Marine Le Pen’den ABD Başkanı Donald Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon’a kadar pek çok meşhur siyasi için referans teşkil etmiştir. Marine Le Pen 2015’te Suriye’deki mülteci krizi sırasında milyonlarca sosyal medya takipçisini Fransa’nın “batırılmaması” için romanı okumaya çağırmıştır. Nitekim katliamın faili de “işgalcilere karşı ülkesinin hiçbir zaman onlara ait olmayacağını göstermek için bu eyleme giriştiğini” söylemektedir. Eyleme de Fransa’nın doğusunda küçük bir şehirde bulunduğu sırada karar vermiş. Bir alışveriş merkezinin garajına baktığında (Herhalde 3-5 Müslüman gördü) Fransa’nın işgal edildiği kanaatine varmış. Sonra bir de mezarlık görmüş ve “Tamam, istilacılarla kendim savaşacağım” demiş.

Fransa’nın İslamofobik Yüzü

Gerçi Renaud Camus ve Jean Raspail bu katliamla ünlerine ün kattılar ama onları şamar oğlanına dönüştürmek haksızlık olur. Bu iki isim de –misal kendileriyle aynı lisandan konuşmuş olan– Bernard Lewis’in prestijine sahip değil ne de olsa. Lewis, Holokost ülkesi Almanya’da 2004’te Die Welt gazetesine verdiği röportajda “İslam yüzyılın sonuna kadar Avrupa’ya hakim olacaktır. Avrupa Batı Arap dünyasının bir parçası haline gelecektir.” demişti.

Diğer taraftan 2019’da Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından ülkenin en büyük devlet nişanına mazhar olan edebiyatçı Michel Houellebecq’in İslamofobik dili yanında Camus’nün ya da Raspail’ın esamesi bile okunmaz. Mesela Houellebecq’in sayısız benzeri beyanlarından biri şöyle: “Yahudiler hiç olmazsa Eski Ahid’i kaleme alırken büyük bir edebi yetenek sergilemişlerdir. Hristiyanlık o kiliseleri, vitraylı pencereleri, yağlı boya tabloları ve heykelleri üretmiştir. İslam ise dünyanın en aptal, en saçma ve en tehlikeli dini, Kur’an okumak iğrenç bir şey.” Müslümanları temizlemek üzere Fransızları iç savaşa davet etmek istediğini söylediği özel bir konuşması da medyaya yansıdı. Bu özel konuşmayı hiçbir zaman yalanlamayan Houellebecq Soumission (Teslimiyet) adlı satış rekorları kıran romanında “Marine Le Pen’in başkanlığa gelmesini önlemek isteyen Fransız merkez partilerinin Müslüman Partisi’nin lideri Mohammed Ben Abbes’in adaylığını desteklemeleri” kurgusu üzerine yazmış.

Bir diğer meşhur gazeteci yazar Eric Zemmour Le Suicide Français et Destin Français (Fransız İntiharı ve Fransız’ın Kaderi) isimli kitabında İslam’ın karşısında Fransa’nın çöktüğünü anlatırken röportajlarında Müslümanları otuz-kırk yıldır Fransa’yı işgal etmiş olmakla itham edip hedef gösterdi. Gazeteci Edvy Plenel’in dört yıl önce yazdığı gibi Le Grand Remplacement Camus tarafından teorileştirildi, Michel Houellebecq tarafından kurgulandı ve yazar Eric Zemmour tarafından da medyatikleştirildi. Elbette bu fikirlerin yayılmasında yine büyük prestij sahibi filozof Alain Finkelkraut’un katkısını da unutmamak lazım! Yahudi asıllı büyük filozof Alain Finkelkraut nasıl olur da Renaud Camus’nün fikirlerini yayıyor denilebilir ama Camus kendini Nazizmden ayrı tutmaya fevkalade özen gösteren bir yazar. Yoksa değil dünyada en önce Fransa’da nam yapamazdı. Hatta Camus geçenlerde kendisine “antisemit” suçlamasında bulunan Yahudi asıllı bir yazar ve sinemacıdan davacı oldu ve bin avro tazminat ödemeye mahkum edildi.

Ancak İslam karşıtlığı ve düşmanlığı konusunda bu isimlere de haksızlık etmemek lazım zira en azından cumhurbaşkanı değiller. Mesela eski sosyalist Fransa Cumhurbaşkanı Hollande başörtülü bir kadının nasıl Fransız olacağını şöyle ortaya koymuştu: “Başörtülü kadının kendisini geliştirmesine imkan tanınırsa esaretten kurtulacak, nihayetinde başındaki örtüyü atacak ve ‘Fransız’ olacak.”

Yine Hollande’a göre “Fransa’nın İslam’la bir problemi var. Bu konuda kimsenin bir kuşkusu yok. Problem şu ki İslam açıkça kendini cumhuriyetin bir dini gibi göstermek, tanınmak ve yer edinmek istiyor. Başka problemler de var. Eğer Müslümanlar radikalleşmeyi kınamazsa, imamlar cumhuriyet karşıtı bir üslup takınırsa sorun olur.” Hollande’a da haksızlık etmemek lazım. Cumhurbaşkanlığı sırasında “İslam der demez İslamofobiyle suçlanıyoruz” diye konuşan selefi Nicolas Sarkozy beraberinde sağdan soldan eski başbakan, bakan, entelektüel ve artistlerin bulunduğu bir çağrı yaptı. Eski cumhurbaşkanı sıfatıyla imzaladığı çağrıya göre “Fransa, Fransa olmaktan çıkmadan yani çok geç olmadan antisemitizme çare bulunması lazım. Bunun için de ‘Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri çıkarmalı’! Bu 300 Fransız’a göre Fransız Yahudiler, Fransız Müslümanlara göre 25 kat daha fazla saldırı riski altındaymış. Yahudilerin yüzde 10’u oturdukları semtlerden taşınmak zorunda kalmışlar. Bu da sessiz bir etnik temizlikmiş!” Provokatif, buyurgan, otoriter ve faşist bir zihnin mahsulü bu metnin imzacılarının söylediklerinin tam da tersi yaşanıyor Fransa’da. 1930’lara benzer bir koku elbette var ama muhtevası ve terkibi değişti, güncellendi. Edgar Morin’in dediği gibi Yahudilerin yerini bugün Müslümanlar aldı.

İslam Düşmanlığı Yaygın

İzlendiği üzere çoğunlukla bu skandal beyanlar ve görüşler aşırı sağ siyasetçiler ya da fikir adamlarına ait değil. Tersine aşırı sağa küme düşüren beyanlar ve görüşler tam da merkezin iki tarafından hem sağ hem de soldan geliyor. Sosyalist Hollande hükümetinin aile, kadın ve çocuk haklarından sorumlu Bakanı Laurence Rossignol da mesela “Bir zamanlar ABD’de köleliği isteyen siyahlar vardı, başörtülü kadınlar işte aynı onlar gibiler” demişti. İki yıl önce bir İngiliz markası haşema imal edince Le Monde’a röportaj veren feminist filozof Elisabeth Badinter bir taraftan markayı boykota çağırıyor diğer taraftan da tamamen İslamofobik bir metin özelliği taşıyan konuşmasında “İslamofobik diye anılmaktan, kınanmaktan korkmayın” diyordu. Dönemin Başbakanı Manuel Walls da Badinter’e methiyeler dizdi ayrıca fakihliğe soyunarak Facebook hesabından “Haşema Kur’an’da yok, demek ki radikal İslam’ın simgesidir” diye yazdı. Onları Le Monde gazetesinin sol ahlakı temsil eden çizeri meşhur Plantu izleyerek skandal bir karikatüre imza attı; başörtülü kadınları kamikaze saldırıları yapmaya hazırlanan teröristlere benzetti. Karikatürde hayretle bakan başörtüsüz birinin yanında başörtülü kadın belindeki dinamitleri işaret ederek modacılara “Bu model ne zaman yapılacak?” diye soruyordu. Dünyanın dört köşesinden tepkiler gelince ve hatta alaya da alınınca kaldırılan haşema yasağı da bu ortamda geldi. Polisler burkinili kadın avına çıkarken plajda haşemalı kızıyla oturan orta yaşını geçmiş bir kadının dört polis eşliğinde üzerinin çıkartılması hadisesi utanç tarihine geçti.

Başörtülü kadını kimlik kontrol noktasına götüren Fransız polisleri, 22 Eylül 2012

 

Cumhurbaşkanı Macron başörtülü kadınlara saygı duyduğunu ancak başörtülü bir kadının başındaki o örtünün kendi seçimi olmasından emin olmak istediğini söylüyor. “Başörtü kadın-erkek eşitliğine bağlı bir ülke olan Fransa’da uygarlığımıza uygun değil” diyor. Macron ayrıca Fransa’nın sömürgecilik tarihinden habersizmiş gibi İslam’ın Fransa’da yeni bir din olduğu görüşünde. “Fransa’nın Katoliklik Protestanlık ve Yahudilikle bağları var ama İslam’la değil. Fransızlar bu yeni durumdan korkuyor” diyor.

Müslümanlara karşı bu otoriter ve düşmanca bakışın fevkalade orijinal bir tezahürü de geçen ay yaşandı. Ünlü bir Fransız spor giyim markası Faslı kadınlar için ürettiği başörtülü koşu kıyafetinin Fransa’da da promosyonunu yapmaya girişti. Girişmesine kalmadan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un parti sözcüsü Aurore Berge markanın boykot edilmesi çağrısında bulundu: “Bizim değerlerimize karşı gelen bir markaya ne kadın ne de bir vatandaş olarak güvenmem imkansız artık. Üstelik haşemada olduğu gibi bu konuda görüş bildirdiğimizde hemen bizi ırkçılık ve İslamofobiyle itham ediyorlar” dedi. Onu Sosyalist Parti Meclis Grup Başkanı Valerie Rabault izlerken kadın-erkek eşitliliğinden sorumlu devlet bakanı Marlene Schiappa “Bu sportif ürün açıkçası siyasal İslam’ın bir promosyonu, dinin her şeyi elinde tuttuğunun bir delili” diye konuştu. Cumhuriyetçilerin sözcüsü Lydia Guirous’a göre ise markanın yaptığı “Kadınların boyun eğmesine eşlik etmekten başka bir şey değil!” Bazı milletvekillerine göre ise “Bu basbayağı cinsel apartheid süreci başlatmak.” Marka ise ürünü piyasaya sürmeyeceğini, görülmedik bir reaksiyonla karşılaştıklarını ve çalışanlarının şiddetle karşılaştığını açıkladı.

Yeni Zelanda’daki Müslüman katliamı elbette “sürpriz” değil, son olacak gibi de görünmüyor. 90’larda ABD’de Huntington’ın tezleriyle kendine yer açan, Fransa’da Cezayir seçimlerinde Fis’in en yüksek oyu almasıyla görünen İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı 2000’lerde insanlık dışı sistematik konuşmalardan beslendi. Tabii ve rasyonel bir seyirle Fransa başta olmak üzere Eski Kıta’da artık bir nevi devlet siyasetine, kamuoyları için de sıradan bir duruma dönüştü. Yeni Kıta önderliğinde Bush’un “iyiler ve kötüler arasındaki savaşı” kimin kötü olduğunun ilanıydı. Trump da uygulamaya koydu, yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarının ABD’ye girişini yasakladı.

Bugün biyolojik ırkçılık 20. yüzyılın başında olduğu gibi kendini göstermiyor ancak bu damar kendini “kültürel ırkçılık” üzerinden buldu. Kültürel ırkçılık hem “göçmenler” üzerinden hem de Fransa gibi ülkelerde laiklik, kadın-erkek eşitliği gibi beraberinde bol retorikle insanlığa meydan okuyor. Avrupa’da bugün klasik aşırı sağ partiler merkezdeki partilerle boy ölçüşebilecek oy oranlarını yakalarken merkezdeki partiler aşırı sağ fikirlerin propagandası konusunda onlardan geri kalmıyor. Bununla çok ciddi mücadele başlatmak bir yana ortak hissin tercümesi Camus’nün Yeni Zelanda’daki katliamın peşinden attığı tweetteki gibi: “Müslüman dostlarımız için oldukça endişeliyim. Bence güvenlikleri için ‘İslam topraklarında’ (zaten 57 ülkeden oluşuyor) geniş bir kalede toplanarak orada kendi zevk ve dini hassasiyetlerine göre huzur içinde yaşamalılar. Böylece dengesizlerden de korunmuş olurlar.”

1970’lerde sömürgelerinden gelen insanlarla Avrupa’nın en yüksek Müslüman nüfusuna sahip olan Fransa’da Müslümanlar nüfusun sadece yüzde 5’ine tekabül ediyor. Müslüman nüfusu Avrupa’da diğer ülkelerde bu oranın da altında. Bütün bu kıyamet bunun için kopartılıyor, bu histerik kültürel ırkçılığın sesi sadece bu kadar insan için böylesine gür ve edepsizce çıkıyor. Avrupa’da Haçlı Seferleri dahil tarih göstermiştir ki “Düşman göstermek, onu tarif etmek halkın değil onu yönetenlerin işi”dir. Faşizm de esasen aşağıdan yukarı değil yukarıdan aşağı gelişerek siyasetçi, kanaat önderi, entelektüel ve filozoflar önderliğinde palazlanan bir şeydir. Örnek mi, Marine Le Pen’in partisinin en güçlü olduğu yerler hayatlarında hiç göçmen görmemiş Fransızların yaşadığı beldelerdir. Bu kadar tazyik altında sıradan insanlar nasıl zehirlenmesin ki!


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası