Kriter > Dosya > Dosya / 4. Yılında 15 Temmuz |

15 Temmuz Darbe Girişimi Başarılı Olsaydı!


Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Fetullah Gülen’in emrine verilmek ve onun vekaletiyle başka devletlerin uydusuna dönüştürülmek isteniyordu. Böylelikle Türkiye, kısa vadede başta Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz  olmak üzere dışardaki tüm pozisyonlarından vazgeçecek, orta vadede ise kendi iç sorunlarıyla paramparça edilerek tarih sahnesinden silinecekti.

15 Temmuz Darbe Girişimi Başarılı Olsaydı

15 Temmuz darbe girişimi, iyi planlanmış bir darbe girişimi idi. Planlandığı gibi ve planlandığı saatte icra edilebilseydi bugün çok farklı bir Türkiye’yi konuşuyor olacaktık. Darbe girişiminin başarılı olması halinde nasıl bir Türkiye’ye uyanacağımız hususunda fikir verebilecek bir kısım belgeler, dava dosyalarına yansımıştı. Bununla birlikte Sıkıyönetim Direktifi ve ekleri, bu konuda esas alınabilecek en önemli belge niteliğini hala muhafaza etmektedir.

Sıkıyönetim Direktifi ve ekleri, 15 Temmuz Cuma günü  saat 22.15’te Genelkurmay Başkanlığı MEDAS sistemi üzerinden tüm birliklere gönderilmişti. Direktifin imza kısmında Yurtta Sulh Konseyi Başkanı ibaresi, kaleme alanın imza bloku altında General Amiral Şube Müdürü Kurmay Albay Cemil Turhan, müsaade eden imza bloku altında ise Personel Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç’ün adı bulunmaktaydı. Tuğgeneral Partigöç, darbeye hazırlık faaliyetleri kapsamında örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) imamı Adil Öksüz ile yakın çalışan bir isimdi.

Darbe girişimi Fetullahçı bir darbe girişimiydi ama Atatürkçü bir darbe girişimi olarak duyurulmuştu. Önceki darbelerde ve darbe girişimlerinde var olan retorik, 15 Temmuz darbe girişiminde de muhafaza edilmişti. Fetullahçı subaylar, geçmiş darbelerdeki darbeci geleneği tevarüs ederek örgüt ideolojisiyle bir sentez oluşturmuşlardı.

Sıkıyönetim Direktifi’nde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Atatürk’ün emaneti ve armağanı olan Cumhuriyetin kurucu unsuru olduğu ifade edildikten sonra darbenin “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ışığında icra edildiği ifade edilmişti. Bu ilke, gece boyunca darbe girişiminin sihirli parolası olarak kabul edilecek, bu parolayı telaffuz eden herkese bütün kapılar açılacaktı. İlginçtir ki “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi, 1960 ve 1980 darbelerinde de özellikle zikredilen bir ilkeydi.

 

Kudretli Bir Organ: Yurtta Sulh Konseyi

Sıkıyönetim Direktifi’nde ülkeyi yönetecek konseyin adı “Yurtta Sulh Konseyi” olarak belirlenmişti. Sıkıyönetim Direktifi bu konsey adına yayımlanmıştı. Bu husus, Sıkıyönetim Direktifi’nin 7’nci maddesinde, “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir-komuta bütünlüğü içinde devletin yönetimi maksadıyla Yurtta Sulh Konseyi oluşturulmuştur” şeklinde ifade edilmişti. Bu konsey, Sıkıyönetim Direktifi’nin yayımlandığı saat itibariyle teşekkül ettirilmiş bir konseydi. Konseyin kimlerden oluştuğu konusunda bir bilgiye yer verilmemişti. Ancak konseyin, TSK tarafından oluşturulduğuna ve emir-komuta bütünlüğüne vurgu yapıldığına göre konseyin asker üyelerden oluştuğunu ve bu oluşumda emir-komuta bütünlüğüne riayet edildiğini söylemek mümkündü.

1980 darbesinde Milli Güvenlik Konseyi, Genelkurmay Başkanı ve diğer kuvvet komutanlarından oluşmuştu. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde de Sıkıyönetim Direktifi’nin taslak metinlerinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Yurtta Sulh Konseyi Başkanı olarak gösterilmiş ancak teklifi kabul etmemesi üzerine resmi olarak yayımlanan Sıkıyönetim Direktifi’nde ismine yer verilmemişti. Hulusi Akar, konseyin başına geçmeyi kabul etseydi, kendisi dışında darbe girişimini kabul eden diğer kuvvet komutanlarından ve darbe girişimine liderlik eden diğer üst düzey askerlerden oluşan bir konsey ülkeyi yönetecekti. Hulusi Akar, teklifi kabul etmediğine göre konsey, darbe girişimine liderlik eden diğer üst düzey askerlerden oluşacaktı.

1960 darbe bildirisinde Milli Birlik Komitesi’nin, 1980 darbe bildirisinde ise Milli Güvenlik Konseyi’nin, devleti geçici bir süreyle yöneteceği ve en kısa sürede seçim yapılarak milletin seçtiği kişilere yönetimin devredileceği açık bir şekilde ifade edilmişti. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminde darbeye ilişkin hiçbir belgede böyle bir taahhüde yer verilmemişti. Dolayısıyla oluşturulan Yurtta Sulh Konseyi, geçici bir süreyle değil belirsiz bir süreyle devleti yönetecekti. Yakın bir zamanda veya görünür bir gelecekte seçim yapılması darbecilerin gündeminde yoktu.

Sıkıyönetim Direktifi’nde yeni anayasa taahhüdü yoktu. Ancak TRT’de okunan bildiride, “üniter devlet yapısı içinde dil, din, etnik köken ayrımı yapmaksızın toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasa hazırlanmasını en kısa zamanda sağlayacaktır” ifadesine yer verilmişti.

Konseyin görevi “devleti yönetmek” olarak ifade edilmişti. Bu görev kapsamında iki yetki özel olarak vurgulanmıştı. Buna göre kamu yetkisi adına yapılacak tüm atamalar bu konsey tarafından yapılacaktı. Konsey, bu yetkisini daha alt düzeyde birimlere devredebilecekti. Konsey dışında yapılacak tüm atamalar yok hükmünde sayılacaktı.

Konseyin diğer önemli ve özellikle zikredilen görevi ise Birleşmiş Milletler (BM), NATO ve diğer tüm uluslararası yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almasıydı. Bu husus, “tedbirler alınmıştır” şeklinde Sıkıyönetim Direktifi’nde yer almıştı. Yani darbe girişiminin başladığı saatlerde bu hususta her türlü tedbirin alındığı ifade edilerek Türkiye’nin Batı Bloku’nun sadık bir üyesi olduğu vurgulanmak suretiyle  gelebilecek muhtemel tepkilerin önü alınmaya çalışılmıştı.

Devleti yönetme yetkisi konseye verildiğine göre mevcut yönetimin hiçbir yetkisi kalmamıştı. Sıkıyönetim Direktifi’nin 8’inci maddesine göre mevcut yönetim erki görevden el çektirilmişti. Meclis de feshedilmişti. Meclis feshedildiğine göre yasama yetkisi de Konsey tarafından kullanılacaktı.

FETÖ Mahkemeleri

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlere ilişkin aralarında sözde “yurtta sulh konseyi” üyelerinin de bulunduğu 224 sanıklı Genelkurmay “çatı” davasında karar öncesi Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’nde geniş güvenlik önlemleri alındı, 20 Haziran 2019

 

Koyu Bir Sıkıyönetim Rejimi

Sıkıyönetim rejiminin iki önemli ayağı vardı. Biri sıkıyönetim mahkemeleri, diğeri ise sıkıyönetim komutanlıkları idi. Yargı yetkisinin kullanılması hususunda en önemli yenilik sıkıyönetim mahkemeleriydi. Sıkıyönetim Direktifi’nin 5’inci  maddesine göre halen kurulu bulunan askeri mahkemeler, mevcut bağımsızlıklarını ve yetki alanlarını muhafaza ederek, “sıkıyönetim mahkemesi” olarak görevlendirilmişti. Bu mahkemelerde görev alacak hakim ve savcılar, Sıkıyönetim Direktifi’nin ekiyle atanmıştı. Kolluk makamları, sıkıyönetim mahkemeleri tarafından verilen talimatları yerine getirmekle sorumlu kılınmıştı.

Yüzbinlerce kişiyi kapsayacak bir gözaltı ve tutuklama furyasının yaşanacağı anlaşılmaktaydı. Sıkıyönetim Direktifi’nin 8’inci maddesinde “Vatana ihanet içerisinde bulunan tüm kişi ve kuruluşların, en kısa zamanda yetkili mahkemeler önünde hesap vermesi sağlanacaktır” denilmişti. Darbecilerin gözünde, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti olmak üzere, hükümet tarafından atanan bürokratlar ile hükümetle uyumlu çalışan kurum ve kuruşlar vatana ihanet halindeydi.

Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti. 16 Temmuz Cumartesi sabahı saat 06.00’dan itibaren de sokağa çıkma yasağı başlayacaktı. İllerin idaresi, direktifin ekine göre ataması yapılan sıkıyönetim komutanları tarafından yerine getirilecekti. İhtiyaç duyulan ilçelerde, il sıkıyönetim komutanı tarafından atama yapılabilecekti. Sıkıyönetim komutanları, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’ndaki yetki ve görevleri kullanabilecekti. Tüm Polis Teşkilatı, sıkıyönetim komutanlarının emrine alınmıştı.

Tüm valiler görevden el çektirilmişti. İl ve ilçelerde görevden alınan vali ve  kaymakamlar  yerine sıkıyönetim komutanları tarafından geçici olarak atama yapılacak, esas atamalar ise ilerleyen günlerde Yurtta Sulh Konseyi tarafından yapılacaktı.

Sıkıyönetim Direktifi’nin 12’nci  maddesine göre siyasi partilerin faaliyetleri sonlandırılmıştı. Ancak siyasi partiler feshedilmemişti. Siyasi partilerin akıbetinin ne olacağına, müteakip günlerde adli ve idari makamlar karar verecekti. Ancak bu işlemler ivedilikle yapılacaktı. Siyasi partilerin Sıkıyönetim Direktifi ile feshedilmemiş olması, daha sonra icra edilecek adli ve idari süreçlere atıfta bulunulmuş olması, siyasi partilerin yeni yönetimle kuracağı ilişki biçimine göre bir yol haritası tayin edileceği anlamına geliyordu. Dolayısıyla yeni yönetimle uyumlu çalışacak siyasi partiler varlıklarını sürdürecek, diğerleri ise kapatılacaktı.

Dava dosyalarına yansıyan deliller, daha önce hiçbir darbe girişiminde herhangi bir partiye yönelik olarak tatbik edilmeyen zalimce bir muamelenin AK Parti’ye reva görüleceğine işaret ediyordu. Hedef kitlenin üyelere kadar genişletilebileceği, kitlesel tutuklamalar, hatta infazların olacağı, partinin malvarlığı dışında parti mensuplarının malvarlıklarının da müsaderesine karar verilebileceği bir sürecin yaşanabileceğinden söz etmek mümkündü. Örneğin Akıncı Üssünden Türkiye genelindeki kara birliklerini yöneten Kurmay Albay Bilal Akyüz’ün arabasında ele geçirilen el yazısı notta "- il/ilçe belediye başkanı... Hiç canlı olmayacak belki de -Başbakan da" ifadesi dikkat çekiyordu. Ayrıca darbeye direnen ve FETÖ’ye karşı olan her kesimden kişi, örgüt ve siyasi partiler de benzer muamelelere maruz kalabilecekti.

Belediye başkanlarıyla ilgili ikili bir ayrım yapılmıştı. Tüm belediye başkanları, vali ve kaymakamlar gibi otomatik olarak görevden alınmamıştı. Belediye başkanlarından sadece gerekli görülenler görevden alınacaktı. Belediye başkanlarından hangisinin görevden alınacağına, sıkıyönetim komutanları karar verecekti. Lüzumlu görülenler görevden alınacak, yerine sıkıyönetim komutanlıklarınca atama yapılacaktı. Göreve devam etmesinde sakınca görülmeyenlerle ilgili herhangi bir işlem yapılmayacaktı.

Dört ilin valisi ve belediye başkanı 15 Temmuz Cuma gecesi Sıkıyönetim Direktifi ile atanmıştı. Bu iller Ankara, İstanbul, İzmir ve Kayseri’ydi. Valilerin hepsi havacı generallerden seçilmişti. Ankara, İstanbul ve İzmir, Türkiye’nin en büyük üç iliydi. Buralara ivedilikle atama yapılması, darbeciler açısından bakıldığında anlaşılabilirdi. Ancak Kayseri, nüfusuna göre Türkiye’nin 15’inci  sırasında  olan bir ilimizdi. Bu ilimize 15 Temmuz akşamı, darbenin başladığı erken saatlerde vali ve belediye başkanı atanmasının bir nedeni olmalıydı. Ama bu atamanın sırrı hala çözülemedi. Kaldı ki diğer üç ilde belediye başkanlığı, valilik ve sıkıyönetim komutanlıklarına ayrı ayrı kişiler atanmışken, Hava Tümgeneral İsmail Yalçın, Kayseri’ye hem belediye başkanı hem vali hem de sıkıyönetim komutanı olarak atanmıştı.

 

Önemli Askeri ve Sivil Atamalar

Darbeciler, bir kısım önemli atamaları da darbe gecesi yayınladıkları Sıkıyönetim Direktifi ile yapmışlardı. Bunların bir kısmı TSK komuta kademesi ve çoğunluğu general düzeyinde olmak üzere diğer önemli askeri pozisyonlara, bir kısmı ise önemli sivil görevlere ilişkindi.

Atama listesinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun isimlerinin karşısındaki görev hanesi boş bırakılmıştı. Ne göreve devam edecekleri ne de görevden alındıkları yazılıydı. Adil Öksüz başkanlığında yapılan son toplantıda, Hulusi Akar’ın ikna edilebileceği, onun ikna edilmesi halinde ise diğer kuvvet komutanlarının da ikna olacağı görüşü hakimdi. Görev haneleri boş bırakıldığına göre ikna olsalardı görevlerine devam edeceklerdi. Ancak ikna olmadıkları ve darbeye karşı çıktıkları için derdest edilmişlerdi.

Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrine atanmıştı. Yerine Eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve YAŞ Üyesi Akın Öztürk görevlendirilmişti. Hulusi Akar’ın görevi kabul etmemesi halinde Akın Öztürk’ün Genelkurmay Başkanı olabileceği konuşulmuştu.

Örgüt çevrelerinde Galip Mendi için ortak kanaat, fetullahçı olmadığı ancak kendileriyle uyumlu çalışacağı yönündeydi. Bu nedenle Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi’nin görevine devam etmesi öngörülmüştü. Ancak Galip Mendi de, derdest edilip götürüldüğü Akıncı Üssü’nde ikna edilememişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, görevden alınmış yerine Kurmay Başkanı Hasan Hüseyin Demirarslan atanmıştı. Demirarslan, kuvvet komutanlığı düzeyinde ataması yapılan tek kişiydi.

Sıkıyönetim Direktifi eki atama listesine göre, Başbakanlık Müsteşarlığı’na ve bütün bakanlıkların müsteşarlıklarına, Merkez Bankası Başkanlığı’na ve kamu bankalarının genel müdürlüklerine, İş Bankası Genel Müdürlüğü’ne, Devlet Personel Başkanlığı’na, Ankara Radyosu Genel Müdürlüğü’ne, MGK Genel Sekreterliği’ne, Telekomünikasyon ve İletişim Başkanlığı’na, TÜRKSAT Genel Müdürlüğü’ne, Türk Telekom Genel Müdürlüğü’ne, MİT Müsteşarlığı’na, Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü’ne, İstanbul Radyosu Genel Müdürlüğü’ne, AFAD Başkanlığı’na, MKE Müdürlüğü’ne ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atama yapılmıştı.

Atananlar arasında sivil yoktu. Hepsi değişik kuvvetlerde görev yapan subaylardı. Kara, hava, deniz ve jandarma dengesi gözetilmeye çalışılmıştı. Atamalar, asli görevleri uhdelerinde kalmak kaydıyla yapılmıştı. Yani hem TSK’daki görevlerini sürdürecekler hem de sivil görevlerini yerine getirebileceklerdi. Darbenin fetullahçı bir darbe olduğunu gösteren hususlardan biri de sivil atamalardaki tercihlerdi. Bu atamalarda tercih edilenlerin örgüt mensubu olmasına azami özen gösterilmişti. Nitekim Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Yarbay Levent Türkan, savcılık ifadesinde, “Askeri görevlere ek olarak sivil görev de verilenlerin tamamı kesin cemaatçidir” demişti.

FETÖ İhanete Böyle Hazırlandı: Yurtta Sulh Konseyi

 

Uydu Devlet Türkiye!

Darbecilerin Türkiye’yi nasıl karanlık bir tünele sokacaklarını anlamak için birkaç atamaya bakmak yeterliydi. 15 Temmuz gecesinde örgütün Hava Kuvvetleri imamı Kemal Batmaz ile birlikte Ankara’nın birçok yerinin uçaklarla bombalanması talimatını veren Akıncı Üssü Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı’na atanmıştı. Çocuklarımız, eli kanlı bir teröriste teslim edilecekti.

MİT Müsteşarlığı’na atanan Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in de Hakan Evrim’den bir farkı yoktu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast girişimine liderlik yapmıştı. Daha birçok eylemin hazırlık safahatında örgütün TSK imamı Adil Öksüz’le birlikte çalışmıştı.

MİT Müsteşarlığı’na ve diğer stratejik görevlere yapılan atamalarla verilmeye çalışılan mesaj açıktı: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Fetullah Gülen’in emrine verilmek ve onun vekaletiyle başka devletlerin uydusuna dönüştürülmek isteniyordu.

Hiçbir uydu devletin, tarihi yolculuğuna devam ettiği vaki değildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kısa vadede başta Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz  olmak üzere dışardaki tüm pozisyonlarından vazgeçecek, içine kapandıktan sonra da orta vadede kendi iç sorunlarıyla paramparça edilerek tarih sahnesinden silinecekti.

Böyle bir sonucun fetullahçılar açısından büyük bir sakıncası yoktu. Çünkü onların ana vatanları farklıydı ve yaşamlarını rahat bir şekilde sürdürebilecekleri onlarca ülke  vardı. Ama milletin kahir ekseriyeti için vatan tekti ve başka bir ülke, ihtimal dahilinde bile değildi. Bu nedenle fetullahçıların hevesi, kursaklarında kalmıştı. Kimse böyle bir esarete razı olmazdı. Ve kimse böyle bir utancı, gelecek nesillere miras bırakamazdı.

15 Temmuz gecesinde, millet, bağrından çıkardığı devletini korumuş, ona tasallut etmeye çalışan azınlık bir gruba, bir vesayet odağına unutamayacağı tarihi bir ders vermişti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 83 milyonundu. Eğitimi, örgütlü yapısı ve silahlı gücü ne olursa olsun hiçbir grup, bu devletin tapusunu uhdesine alamazdı. Velev ki arkasında yedi düvel olsun. 15 Temmuz gecesi, ihaneti ve direnişiyle emsalsizdi. Asırlık bir geceydi ve etkileri asırlara sari olacaktı.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası