Kriter > Dış Politika |

2019’da Türkiye’nin Ortadoğu Politikası


Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır’ın eksen olarak hareket ettikleri ve en az İran kadar Türkiye’nin de sınırlandırılması gerektiği yönünde tavır sergiledikleri ortadadır.

2019 da Türkiye nin Ortadoğu Politikası
Suriye Afrin’de başlatılan

Birinci Dünya Savaşı’nın üzerinden yüzyıl geçmiş olmasına rağmen Ortadoğu’da istikrar ve düzen anlamında sükunet tesis edilebilmiş değil. Arap Baharı süreci bu yapay zemini onarma şansına da sahipti, daha derin kırılmaların yaşanması ihtimaline de. Ulus devletlerin hem kendi içindeki kırılganlıkları hem de mücavir coğrafyaya düşman olarak kurgulanmaları Ortadoğu’da aklıselimin hakim olmasını engelledi. Türkiye, Kemalist paradigma zincirlerini kırdıkça ve küresel siyasette otonomi kazanmaya başladıkça bölge siyaseti daha somut sonuçlar üretmeye başladı. Bu açıdan önümüzdeki süreçte bölgede kriz, gerginlik ve iş birliği alanlarına yönelik farklı stratejilerle yaklaşmak elzemdir.

Daha Fazla Güvenlik

Suriye, Irak, Yemen ve Libya bölgedeki en öncelikli kriz alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk ikisi Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati derecede önemli ve acil somut çözümler gerektirmektedir. Yemen ve Libya’da ise insani trajedilerin önüne geçmek ve adil bir çözüme ulaşana dek diplomasi kanallarının işletilmesi konusunda destek sağlanabilir. Her ne kadar çökmüş devletler olarak ciddi bir kriz içerisinde bulunsalar da Yemen ve Libya için ekonomik ve siyasi destek verilmesi büyük önem arzetmektedir.

Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararı Ankara’nın elini oldukça güçlendirmiş ve diplomatik açıdan Türkiye’nin başarı hanesine yazılabilecek mühim bir gelişme olmuştur. Bu bakımdan diplomatik düzeyde yakalanan bu ivmeyi sahaya yansıtmaya, DEAŞ ve PKK terörünü hem kendi sınırlarından hem de Suriye’deki varlıklarından temizlemeye özen gösterilecektir. Elbette Fırat’ın doğusunu kontrol altına almak sadece askeri anlamda terör örgütlerinin üzerine gitmekle değil aynı zamanda sahadaki diğer bölgesel ve küresel aktörleri kendine yakın tutmaktan geçmektedir. Dolayısıyla Suriye ajandası tek başına bu ülkeye yönelik politikaların yanında sahadaki aktörlere yönelik ilişki dinamiğini de belirleme lüksüne sahiptir.

Suriye ve Irak’ta terörle mücadele odaklı, aktif ve askeri seçenekleri ön planda tutan dolayısıyla sert güç unsurlarıyla ofansif saha kontrolüne yönelen bir dış politika takip edileceği beklenilmelidir. Askeri angajmanın artırılması şüphesiz beraberinde birçok riski de getirmektedir. Bununla birlikte önümüzdeki yılın Türkiye’nin Ortadoğu’daki etki kapasitesini belirleyecek bir dönem olacağı ve bunun temel dinamiğini de Suriye politikasının oluşturacağı söylenebilir. Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde askeri açıdan ne kadar etkin ve caydırıcı olursa kısa vadede elindeki kozların sayısı o kadar artacaktır. Benzer durum Irak için de geçerlidir. Terörün beslendiği damarların uzun yıllar ayakta durmasına merkezi hükümetin çare olamayışı sebebiyle halihazırdaki birçok tehdit Irak kaynaklıdır. Merkezi hükümetin istikrarını sağlaması ve Türkiye’ye menfi yaklaşımını sona erdirmesi durumunda Ankara’nın kolay bir şekilde Irak’ın istikrarını desteklemesi mümkündür.

Daha Fazla Caydırıcılık

Özellikle Suriye’deki muhtemel kazançlar bölgedeki diğer aktörleri rahatsız edecektir. Arap Baharı sürecinden itibaren Türkiye’yi bölgede sınırlandırarak iç ve dış terör tehditleri cenderesinden kurtulamayan bir ülke olarak kalmasını isteyen aktörlerin olduğu aşikardır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır’ın eksen olarak hareket ettikleri ve en az İran kadar Türkiye’nin de sınırlandırılması gerektiği yönünde ortak tavır sergiledikleri ortadadır. Ankara’nın oldukça gergin ilişkilere sahip olduğu bu eksenle ihtilafların giderilmesi kolay görünmüyor. Zira birincisi bu eksenin Türkiye’ye yönelik bakış açısı tıpkı Mısır’da olduğu gibi siyasal İslam penceresinden öteye geçmiyor ve mümkün olduğu kadar bölgede sınırlandırılması gerektiği inancı hükmediyor. İkincisi Ankara’nın her ne kadar ideolojik motivasyonlu olarak hareket ettiğini iddia etseler de Ortadoğu’da seküler rejimlerin iş başında olması için yatırım yaparak kendi ideolojik saplantılarından taviz vermedikleri söylenebilir. Son olarak bölgesel vizyon konusunda Türkiye ile bu eksen arasında halihazırda çok temel bir ayrışma olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Siyasal gelecekleri domino taşları gibi birbirlerine bağlı olan dört aktörün Kaşıkçı cinayeti sonrasında nasıl zor durumda kaldıkları ve Türkiye’ye yönelik agresif tutumları ortadadır. Türkiye’nin bu eksene karşı caydırıcılığını artırma, sınırlama girişimlerine karşı koyma ve bu ekseni baskılayarak savunmada kalmaya zorlamasının temel dış politika öncelikleri olması muhtemeldir. Dolayısıyla gerilimin sürdüğü şu aşamada ortak zemin üzerinde buluşma imkanı ufukta gözükmezken Türkiye’nin gerilimi tırmandırmayan ancak kendisine yönelik hasmane davranışlara da müsaade etmeyen bir pozisyon alması önemlidir. Türkiye’nin statükoya mahkum edilmeye çalışılan bir bölgesel dizayn içerisinde hareket etmeyeceği ve böyle bir düzeni reddedeceğinin dış politikasının temellerine kazınmış olduğu görülmelidir.

Daha Fazla İş Birliği

Bölgesel istikrarsızlık ortasında tüm bölgesel aktörler rekabet çerçevesinde kendi nüfuz alanlarını genişletmeye çalışırken bir yandan da iş birliği kurabilecekleri aktör sayısını fazlalaştırmaya çalışmaktadır. Katar ve İran’la hem siyasi hem de ekonomik ilişkilerini geliştiren Ankara’nın aynı zamanda Ürdün, Filistin ve Kuveyt gibi aktörlerle de güçlü ilişkilere sahip olduğu söylenmelidir. Ekonomik önceliklerin yanında bölgede yumuşak güç kapasitesini de geliştirmeye başlayan Türkiye’nin iş birliği alanlarını genişletmeye özen gösterdiği ve her biriyle spesifik konular üzerinden yakınlığını artırmaya çalıştığı ifade edilebilir. Başkan Trump tarafından İran’ın sınırlandırılması konusunda önümüzdeki yıl daha ciddi adımların atılması muhtemeldir. Washington tarafından bu politikanın kararlı bir şekilde devam ettirilmesi durumunda Tahran’ın iş birliğine ihtiyaç duyacağı alanlar fazlalaşacak ve bu noktada Ankara’nın konumu da değer kazanacaktır.

Bununla birlikte bölgede iç istikrarsızlıktan bıkan küçük aktörlerin revizyonist eğilimlerde bulunma ihtimalleri artmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin yeni dönemde yakın sınırlarında kazanacağı etkiyle bölgede Arap Baharı öncesine müsavi bir konum yakalaması çok zor değildir. Öte yandan Katar örneğinde görüldüğü üzere ikili ilişkilerin karşılıklı güven temelinde daha da ileri noktalara taşınması ve savunma sanayii gibi kritik sektörlerde ortak inisiyatiflerin geliştirilmesi aslında bölge içinde bir model ortaklık olarak görülebilir. Katar ve Türkiye’nin ikili ilişkilerde yakaladıkları başarının bölgede diğer aktörlerle de kurulabilmesi ancak bölgesel düzlemde güç kapasitesi ve caydırıcılığın artırılmasıyla mümkündür. Katar ablukasında eğer Türkiye kendisinden beklenen desteği ortaya koyamasaydı kolay kolay bölgesel güç olma inandırıcılığını hissettiremezdi. Ancak hem Suriye’de inisiyatif alan hem de Ortadoğu’da kendisinden çekinilen aktör olarak belirmesi durumunda Türkiye’nin kapasite inşası ve dış politikada statü artışı gerçekleştirmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’nin 2019’da Ortadoğu politikası aynı zamanda kritik bir eşik olarak görülebilir. Zira önümüzdeki kısa vadeyi birçok açıdan belirleyecek bir süreç olacak muhtemelen. Suriye meselesi bölgedeki en derin fay hattı ve bu fay hattı üzerinde Türkiye’nin kazanımlarını artırması beraberinde bölgesel caydırıcılık ve iş birliği imkanlarını da fazlalaştıracağı manasına gelecektir. Dolayısıyla 2019’un dış politikada Ortadoğu özelinde kazanım yılı olması şaşırtıcı olmayacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası