Kriter > Dosya > Dosya / 15 Temmuz |

15 Temmuz: Türk Dış Politikası Anlayışında Büyük Kırılma


15 Temmuz darbe girişiminin yurt içi ve yurt dışındaki ayaklarının amaçlarına bakıldığında, Türkiye’nin sonraki dönemde özellikle daha fazla otonomi ve/veya bağımsızlık peşinde koşacağı anlaşılır. Devletin kendi imkanlarıyla kendi ayakları üzerinde kalmasını sağlayacak araçların ve buna uygun bir zihniyetin geliştirilmesi konusunda önemli adımların atılması da bunu teyit ediyor.

15 Temmuz Türk Dış Politikası Anlayışında Büyük Kırılma
(Gürcan Öztürk/AFP-Getty Images, 15 Temmuz 2016)

15 Temmuz darbe girişimi, klasik bir askeri darbenin çok daha ötesinde bir işgal girişimi olarak nitelendirilebilir. 15 Temmuz, devletin en kritik kurumlarına sızan bir yapının askeri darbe ile devleti bir bütün olarak ele geçirme planıydı. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetin cesareti ve halkın dirayeti ile akamete uğrayan darbe girişimi Türkiye için hayır kapılarını da açtı. Girişimden hemen sonra Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında önemli, kapsamlı ve olumlu bir yeniden yapılanma gerçekleşti.

Bu yazıda 15 Temmuz darbe girişiminin Türk dış politikası üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri kısaca tahlil edilecektir. 15 Temmuz darbe girişiminin yurt içi ve yurt dışındaki ayaklarının amaçlarına bakıldığında, Türkiye’nin sonraki dönemde özellikle daha fazla otonomi ve/veya bağımsızlık peşinde koşacağı anlaşılır. Devletin kendi imkanlarıyla kendi ayakları üzerinde kalmasını sağlayacak araçların geliştirilmesi ve buna uygun bir zihniyetin geliştirilmesi konusunda önemli adımların atılması da zaten bunu teyit ediyor. Türkiye iç siyasette bağımsızlık, yerlilik ve millilik peşinde koşarken, dış politikada da otonomi ve statü arayışı sürecini hızlandırdı.

 

15 Temmuz’un İç Siyasete Etkisi

Başarısız darbe girişimi, ülke siyasetinin ve kurumlarının yeniden yapılandırılmasına fırsat verdi. On yıllardır çözülemeyen, müdahale edilemeyen pek çok konu ve kuruma müdahale etme imkanı doğdu. Dış politikanın yürütülmesine de etki eden iç siyasetin yeniden yapılandırılması beş başlıkta ele alınabilir. 15 Temmuz’un ülkenin iç siyaseti üzerindeki en önemli etkilerinden biri askeri vesayetin büyük ölçüde kırılmasıdır. Bir kere, ülkenin her tarafından milyonlarca insanın darbeye karşı sokaklara çıkması, bundan sonraki darbe teşebbüslerini büyük ölçüde güçleştirdi. Sadece hükümete oy verenler değil, bütün halk kesimleri tepkilerini ortaya koydu.

İkinci olarak, bürokratik vesayet genel manada ortadan kalkmış oldu. Sadece askeriye değil diğer bürokratik kurumlar da kendi asli görevleri olan teknik konulara yöneldiler. Bürokrasiye sızmış bulunan FETÖ unsurları temizlendi, bürokratik kurumlar gerçek manada millete hizmet eder hale getirildi. Ülke siyasetinde kapsamlı bir normalleşme süreci başladı. Devlet kimliği yeniden tanımlanarak devlet kurumları ile halk kesimleri arasındaki bağ güçlendirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri dış tehditlere yönelik tedbirler almaya başladı. Terör örgütlerine ve milli menfaatlerin korunmasına yönelik çok sayıda askeri operasyonun başarıyla gerçekleştirilmesi, bunun önemli bir göstergesidir. Benzer şekilde, istihbarat örgütü de daha çok uluslararası ölçekte faaliyet göstermeye başladı. Öte yandan, 15 Temmuz’dan sonra yabancı unsurların ve diğer devletlerin iç siyasete müdahale etme ihtimali de büyük ölçüde düştü. Diğer bir ifadeyle, dış destekli askeri darbeler döneminin sona erdiği söylenebilir.

Üçüncü olarak, ülke siyasetini kırılgan ve müdahaleye açık hale getiren parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçildi. Buna göre, halkın en az yüzde 50 oyunu alan siyasi aktörler iktidara gelebilir ve yürütmeyi kontrol edebilir. Böylece, yürütmenin halk nezdinde daha etkili bir temsiliyeti söz konusu oldu. Halka rağmen halkın seçtiği siyasetçiyi iktidardan uzaklaştırmanın halkın iradesini yok etme anlamına geldiği ve halkın buna müsaade etmeyeceği taraflara gösterildi. Siyasi istikrarın sağlanmasıyla birlikte daha güçlü bir siyasi liderlik ortaya çıktı ve dış politikada daha etkili adımlar atma imkanı sağladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan sırtını halka dayayarak hem içerideki muarızları etkisizleştirdi hem de diğer ülkelerle daha güçlü bir şekilde masaya oturdu.

Dördüncü olarak, 15 Temmuz’dan sonra, etkili bir dış politika izlemenin en önemli aracı olan savunma sanayiinde devrim niteliğinde gelişmeler oldu. Türkiye hem savunma sanayii alanında yerli ve milli ürünlerini üretip kullanarak kendi imkanlarıyla kendi güvenlik problemlerinin üstesinden gelmeyi başardı hem de savunma sanayii ürünlerini ihraç ederek uluslararası sistemde statüsünü yükselten bir aktör haline geldi. Askeri bakımdan kendi başına hareket etme kabiliyeti kazanan Türkiye, bölgesinde caydırıcı bir güce dönüştü.

Beşinci olarak, dış politika alanında faaliyet gösteren aktörlerin hem millileşmesi hem de çeşitlenmesi ile dış politika daha bağımız ve Ankara merkezli olarak yürütülmeye başlandı. Devletini her zamankinden daha fazla sahiplenmeye başlayan Türk halkı dış politika konularına daha duyarlı, dolayısıyla müdahil hale geldi. Türkiye, dışişleri bakanlığının kapasitesi artırılarak ve yeni kurumlar kurularak uluslararası ilişkilerde inisiyatif alabilen bir ülke oldu. Mesela, Suriye, Irak, Libya, Azerbaycan, Somali, Katar ve Ukrayna gibi kriz bölgelerinde Dışişleri Bakanlığı’nın yanında Türk Silahlı Kuvvetleri ile Milli İstihbarat Teşkilatı da etkili roller oynadı. Öte yandan, Türkiye’nin yumuşak gücünü temsil eden TİKA, YTB, YEE, AFAD, Maarif Vakfı, Diyanet Vakfı gibi çok sayıda kuruluş da insani yardım, kalkınma yardımı ve eğitim başta olmak üzere pek çok konuda faaliyetler yürüterek, Türkiye’nin aktörlük düzeyinin yükselmesine katkıda bulunmaya başladılar. Aktörlerin çoğalmasıyla birlikte Türk dış politikasının içeriğinde de bir çeşitlenme gerçekleşti. Herhangi bir devletle “ya hep, ya hiç” anlayışına dayalı toptancı bakış açısı terk edilerek daha rasyonel, temelde pragmatik ve milli menfaatleri merkeze alan bir anlayış geliştirildi.

Recep Tayyip Erdoğan BM Genel Kurulu'nda
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’na hitap ediyor. (Murat Çetinmühürdar-TCCB/AA)

 

15 Temmuz’un Dış Politikaya Etkisi

15 Temmuz’un Türk dış politikası üzerinde de etkileri büyük oldu. Devlet içerisinde paralel bir yapı oluşturan FETÖ’nün bütün unsurlarının kurumlardan temizlenmesinden sonra dış politika aktörlerinin etkisinde ciddi bir artış oldu. Öncelikle, Türkiye milli menfaatlerini azamileştirme sürecinde bütün devletlerle eşitlik temelinde bir ilişki kurmaya başladı. Bu yeni durumdan dışlanma çabalarına, karşı hamlelerle önlem alan Türkiye, güvenlikçi ve bağımsızlıkçı bir düşünceyle devlet kapasite ve kabiliyetini geliştirdi. Peki Türkiye’nin karşı hamleleri nelerdi?

Birinci olarak, Türkiye yerli ve milli savunma sanayiinin gelişmesiyle sahip olduğu yeni imkanlara uygun yeni bir askeri strateji ve terörle mücadele konsepti belirleyerek, savunmacı pozisyonunu ve “bekle-gör” tavrını terk etti ve ulusal güvenliğine yöneltilmiş dış tehditlere karşı önleyici tedbirler almaya başladı. Özellikle TSK ile MİT’in birlikte yürüttüğü mücadelede sınır dışındaki tehdit unsurlarına başarılı bir şekilde müdahale edildi. Böylece, terör örgütlerinin yurt içinde ve yurt dışındaki etkileri sınırlandırıldı.

İkinci olarak, Türkiye yeni dönemde gelişmelere kayıtsız kalmayarak, bölgesel krizlerde inisiyatifler almaya başladı. Oyun değiştirici bir bölgesel aktör olarak bölgesel ve küresel aktörlerin kendisini etkileyebilecek bölgesel projeksiyonlarına müdahalelerde bulundu. Buna ilaveten Türkiye, Libya, Katar ve Karabağ’da olduğu gibi gerektiğinde belirli kriz bölgelerine sert güçle müdahale ederek, askeri operasyonlar yaparak proaktif bir tavırla kendi bölgesel projelerini geliştirdi. Türkiye pek çok bölgesel kriz alanındaki gidişatı tek başına değiştirebildi. Özellikle, Libya’da BM’nin meşru olarak gördüğü hükümete askeri destek vererek çok sayıda bölgesel ve küresel aktörün desteklediği General Hafter’e karşı zafer kazanmasını sağladı. Türkiye ayrıca, bölgesel sorunların çözüme kavuşturulması için etkili platformların oluşturulmasına önayak oldu, insani ve kalkınma yardımlarında bulundu ve çatışan taraflar arasında arabuluculuk yapmaya gayret etti.

Üçüncü olarak, bölgede artan güvenlikçi perspektife ve sıfır-toplamlı anlayışa rağmen, Türkiye mezhepçi olmayan kuşatıcı bir politika izlemeye devam etti. Kuşatıcı bir siyasi söylem ve dış politika davranışı ile bütün bölgesel aktörlerle diyalog içinde kalmaya ve bölgesel istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaya çalıştı. Bu politikasının bir gereği olarak da İran’ın bölgesel yayılmacılığı ve İsrail’in işgal politikası gibi bölgesel istikrarı bozucu etkiye sahip gelişmelere ve aktörlere karşı çıkmak durumunda kaldı. Türkiye sadece güvenlik ve askeri konularda değil siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanları da kapsayan çok boyutlu ve kuşatıcı bir dış politika izlemektedir. Mesela, Irak’taki Şii, Sünni, Kürt ve Türkmen gibi hemen bütün kesimlerle diyalog içinde olan Türkiye, Irak’ın dış (İran veya ABD) etkilerden bağımsız ve kuşatıcı bir siyasal sistem kurmasına yardımcı olmaya çalışmaktadır.

Dördüncü olarak, Türkiye küresel ölçekte daha bağımsız bir politika izlemek ve daha yüksek bir statü elde etmek amacıyla yeni bir strateji belirledi. Buna göre, Türkiye büyük oranda içişlerine müdahale edilen bir ülke olmaktan çıktı. Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin büyük çoğunluğu 15 Temmuz’u bir askeri darbe olarak görmedi. İstisnasız bütün Batılı devletler darbeci örgütün mensuplarına kapılarını açtılar ve her türlü desteği vermeye devam ettiler. Bunun üzerine, artık herhangi bir ülkenin ve örgütün ileri karakolu bir ülke olmayan Türkiye, hem konu hem de muhatap olarak dış politikasını çeşitlendirdi. Küresel aktörler arasında bir denge siyaseti izleyerek kendi menfaatlerini sağlamaya çalıştı.

Beşinci olarak, uluslararası sistemin dönüşümünü ve BM sisteminin restorasyonu söylemini dile getiren Türkiye 15 Temmuz’dan sonra küresel bir muhalefet de geliştirmeye başladı. “Dünyanın beşten büyük” ve “daha adil bir dünyanın mümkün” olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bölgesel ve küresel aktörlerin oldubittilerle siyaset yapmamaları çağrısında bulunuyor. Türkiye bugünkü Batı-merkezli sistemin artık tıkandığını ve mevcut norm, kural ve ilkelerin uygulanmadığını ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimi üyenin küresel sorunlara çözüm getiremediğini söylerken, özellikle Müslümanların mağdur edildiği Filistin, Keşmir, Karabağ, Suriye, Afganistan, Rohingya gibi bölgesel sorunlarda küresel aktörlerin uluslararası hukuk kurallarını dikkate almadıklarının altını çiziyor; Afrika gibi Batı dışı bölgelerin ve ülkelerin sistemden daha büyük bir pay ve hak ettikleri statüyü elde etme mücadelelerine de destek veriyor.

Son olarak, Türkiye bu hedeflerine ulaşmak amacıyla 15 Temmuz’dan sonraki dönemde dış politikasındaki yeni açılımları hızlandırdı. Batılı devletlerle mevcut ilişki düzeyini muhafaza ederek Batı dışı alanlara yönelmek isteyen Türkiye, dünyadaki bütün devletlerle ilişkilerini geliştirmeye gayret etti. Bunun için de örneğin dünyada en fazla dış temsilciliğe (toplamda 253 dış temsilcilik) sahip beşinci ülke oldu, devlet ve sivil kurumları dünya ölçeğinde faaliyet göstermeye başladı. Türk sivil toplum kuruluşları, dünya çapında etkili insani ve kalkınma yardımlarıyla devletin yumuşak gücüne katkı sağlıyorlar. Benzer şekilde, sert güç alanında da Baykar gibi aktörler dünya çapında bir ün kazandı. Sadece Ortadoğu, Asya veya Afrika’dan değil, Batı’dan bile pek çok devlet Baykar’ın ürettiği hava araçlarından edinmek istiyor.

 

Türkiye’nin Dış Politika Aktörleri Artık Daha Özgüvenli

Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hem iç hem de dış siyasetini yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. İç politikadaki yeniden yapılanmanın dış politika üzerinde doğrudan ve dolaylı etkileri oldu. Kurumların yeniden yapılanmasıyla dış politika aktörleri hem çeşitlendiler hem de özgüven kazandılar. Böylece Türkiye, dış politikasını yerli/milli, rasyonel, pragmatik, bağımsız ve barışçıl bir temelde yürütmeye çalıştı. Kendi ulusal çıkarlarını korumak amacıyla bütün devletlerle diyalog kurmayı önceleyen bir siyaset izlemeye ve büyük devlet refleksleri vermeye başladı. Sahip olduğu farklı kimliklerin ve tarihsel mirasının gereği hem Batı dünyası hem de Batı dışı dünya ile eş zamanlı olarak ilişkilerini geliştirmeye öncelik veriyor. Ancak Türkiye’nin Ankara ve çıkar merkezli dış politikasının ahlaki ve insani bir boyutu da var. Sert ve yumuşak gücünü seferber ederek hem ulusal çıkarlarını savunuyor hem de uluslararası istikrarın sağlanmasına katkı sağlıyor.

Bugün itibariyle Türkiye, 15 Temmuz’dan sonraki dönemde hem bölgesinde hem de uluslararası sistemde saygı duyulan ve duruşu dikkate alınan bir ülkedir. BM, G20, NATO, İİT gibi uluslararası platformlarda etkili roller oynayan ve Türk Devletleri Örgütü gibi bölgesel oluşumlara öncülük eden bir aktör konumundadır. İnsani ve kalkınma yardımlarıyla gelişmemiş ülkelere destek çıkan Türkiye, askeri gücüyle muhataplarına ve potansiyel tehdit kaynaklarına karşı caydırıcı bir güçtür. Kısacası, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye, değişen bölgesel ve küresel dinamiklere ve şartlara uygun bir şekilde yeni bir siyasi söylem ve yeni bir dış politika anlayışı benimsedi.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası