Kriter > Dosya > Dosya / 15 Temmuz |

15 Temmuz Darbe Girişiminin Oluşturduğu Siyasal İklim


15 Temmuz sonrası Türkiye’ye baktığımız zaman FETÖ darbe girişiminin devlete, hükümete ve siyasete ciddi travmalar yaşattığını, devletin tüm kurumlarını çalışamaz hale getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. FETÖ darbe girişiminin oluşturduğu etkileri; siyasi partileri dönüştürme ve devlet kurumlarını ele geçirme çabası olmak üzere iki başlıkta ele almak mümkündür.

15 Temmuz Darbe Girişiminin Oluşturduğu Siyasal İklim
Demokrasi ve Şehitler Mitingine katılan liderler (Kayhan Özer/AA, 7 Ağustos 2016)

Türkiye’deki askeri darbelerin tarihine baktığımız zaman “yarım kalmış darbe” olarak nitelendirilebilecek hiçbir askeri darbenin olmadığını görürüz. Zira başarıya ulaşmış ve kendi sistemlerini oluşturabilmiş darbe girişimleri kadar yarım kalmış darbe girişimlerinin de oluşturdukları etki bakımından “sonuca ulaşmış darbe”ler olduğunu söyleyebiliriz. Son çeyrek yüzyılda meydana gelen 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe girişimlerini incelediğimizde bunların, Türkiye’yi siyasal bir kaosa sürüklemek açısından, askeri bir darbenin oluşturacağından çok daha fazla etki oluşturduklarını görebiliriz. Elli yıllık hazırlık dönemine hiç atıf yapmadan doğrudan 15 Temmuz sonrası Türkiye’ye baktığımız zaman FETÖ darbe girişiminin devlete, hükümete ve siyasete ciddi travmalar yaşattığını, devletin tüm kurumlarını çalışamaz hale getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

FETÖ darbe girişiminin oluşturduğu etkileri; siyasi partileri dönüştürme ve devlet kurumlarını ele geçirme çabası olmak üzere iki başlıkta ele almak mümkündür. FETÖ’nün devlet kurumlarıyla ilgili çabaları uzun yıllara sari ve daha sofistike olduğu için öncelikle siyasi partilere dönük dönüştürme çabaları ile başlamakta fayda var.

 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)

AK Parti iktidarının başlarında Fetullahçı Terör Örgütü, CHP’ye karşı saldırgan bir tavır sergilemişti. FETÖ; Ergenekon, Balyoz ve askeri casusluk soruşturmalarında daha çok milliyetçi ve Atatürkçü askerlere dönük bir operasyon yürüttüğü için çoğu zaman CHP ile karşı karşıya gelmişti. Silivri davaları sürerken gerek medya mensupları gerekse siyasi temsilciler açısından daha çok CHP’lilerin FETÖ’ye karşı durduğunu görürüz.

CHP’nin dönüşüm sürecinde küreselciler ile radikal Türk solunun bir “Baykal sorunu” bulunmaktaydı. Bu iki grup ayrı ayrı bırakın Deniz Baykal’ı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin gelişimine engel olmayı, neredeyse Türkiye’nin gelişimine engel olmak sayıyorlardı. Baykal’ın kimliği CHP’nin kurucu değerlerine de muvafık bir kimlikti: Sünni, Hanefi, Maturidi, Milliyetçi, Atatürkçü… Baykal’ın yerli bir duruşu vardı ve bu yerli duruş hem radikal sol hem de küreselciler için ciddi bir sorundu. Her iki gurubun Baykal’dan kurtulma çabası FETÖ’ye önemli bir fırsat sunuyordu. Üye ülkeleri içten yönetme konseptine sahip olan NATO çerçevesi ile bazı istihbarat kuruluşlarının da bu başkalaşımda rolü olmuştur.

Dışarıdan bakıldığında dini cemaatlere en mesafeli parti olan CHP, söz konusu cemaatin siyasi bir operasyon gerçekleştirdiği ilk parti oldu. Küresel bir operasyonla Baykal’ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu getirildi. CHP’de genel başkan yardımcılığı yapmış olan Büyükelçi Onur Öymen’in Zor Rota kitabında bu süreç bütün detayları ile anlatılmaktadır. Bu süreçte CHP’nin nasıl bir başkalaşıma uğradığını iki temel gözlemi ortaya koyarak özetleyebiliriz.

Birincisi, Kılıçdaroğlu Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) gidip geldikten sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın “diktatör” olduğuna dair bir demeç verdi. Avrupa Parlamentosu’ndan bu demece karşılık “Türkiye demokratik bir ülkedir” şeklinde bir açıklama geldi. İlk kez Kılıçdaroğlu tarafından dillendirilen bu konsept, şimdi konseptin asıl sahibi olan devletler tarafından terör örgütleri ve muhalefet eliyle yaygınlaştırılıyor.

İkincisi, 17-25 Aralık darbe girişiminden bugüne kadar geçen süreçte CHP, FETÖ'ye karşı ciddi bir tutum asla takınmadı. Bilakis her iki tarafın da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kullandığı siyasi dil ve söylemler şaşırtıcı derecede benzerlik göstermektedir.

CHP’liler arasında partinin genel merkezinde bir “on dördüncü kat” efsanesi dolaşır. Kurumun tüm kararlarının bu on dördüncü katta alındığına, bu katta dokunulmazlığı olan kişilerin bulunduğuna inanılır. Bu katta çalışan bir personelin halihazırda 'silahlı terör örgütü üyeliği' ve 'askeri casusluk' sebebiyle hapis cezası alan ünlü istihbaratçı Enver Altaylı ile sık sık görüşmesi, üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur. Diğer taraftan dünyanın dört bir yanına dağılmış ve Türkiye’den kaçırdıkları verileri yabancı istihbaratçılarla paylaşan, bütün ülkelerde o ülkelerin istihbarat teşkilatlarının eline düşmüş FETÖ üyeleri, Türkiye’ye dönüş ümitlerini AK Parti sonrası bir iktidara bağlamıştır. Böyle bir olası iktidarın başat aktörü de CHP olacağından kendisinden büyük bir beklenti içindedirler.

15 Temmuz gecesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminde Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu’nun evinde görüntülenmişti.

 

Halkların Demokratik Partisi (HDP)

Bazı HDP’li temsilciler, Selahattin Demirtaş’ın da FETÖ tarafından dönüştürüldüğüne dair iddialarda bulunmuşlardır. Kobani olaylarında halkı isyana teşvik etmek ve birçok masum sivilin ölümüne sebebiyet vermekten dolayı tutuklu bulunan Demirtaş’ın da Kılıçdaroğlu’nun yaptığına benzer bir ABD seyahatinden bahsedilir. Özellikle çözüm süreci bittikten sonra FETÖ’ye mensup ünlü bir gazetecinin, bir takım devlet görevlilerinin listesini götürüp KCK yapılanması içerisindeki HDP’li bir belediye başkanına teslim ettiğine ve bu sebepten dolayı onlarca devlet görevlisinin infaz edildiğine dair önemli bulgular vardır.

Bir terör örgütünün ülke menfaatine dair bir rüya görme ihtimali yoktur. Dünyadaki çeşitli sosyal medya platformlarında Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı bir başlık açıldığı zaman ilginç bir şekilde iki terör örgütü mensuplarının da bu platformlarda birlikte boy gösterdiklerine şahit oluyoruz. Terör örgütlerinin temel amacı yıkıcılıktır ki her iki örgüt de Türkiye’ye zarar verme amaçlarını Erdoğan karşıtlığı altına gizlemektedir.

HDP’nin iç içe geçmiş, çok katmanlı problemleri vardır: PKK ile olan organik ilişkisi, terör örgütünü aşarak ne Güneydoğu Anadolu ne de Türkiye için sadra şifa bir siyaset ortaya koyamaması, Türkiye siyasetine eklemlenememesi… Dolayısı ile HDP’nin pozisyonunu sadece Demirtaş’ın dönüşümü üzerinden okumak bizleri bütüncül bir tahlile götürmez. Ancak ABD seyahatinden sonra Demirtaş’a küresel bir misyon yüklendiğini gözden kaçırmamak gerekir.

 

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve İYİ Parti

FETÖ’nün dönüştürmeye ya da el koymaya çalıştığı siyasi partilerden bir diğeri de MHP idi. Devlet Bahçeli’nin tecrübeli ve basiretli tutumu, partinin doğrudan ele geçirilmesini engelleyen önemli bir unsur oldu. Buna mukabil MHP’nin bölünme girişimi, FETÖ’cü hakim ve savcılar tarafından da desteklenmiştir. Geçmişte bu süreçleri yürüten yargıçların birçoğu bugün mahkum olmuştur. MHP dönüştürülemeyince partiden ayrılan geniş bir grup İYİ Parti’yi kurmuştur. Özellikle Ümit Özdağ'ın, İYİ Parti’nin bazı temsilcilerinin FETÖ’yle ilişkilerine dair çok ağır ithamları olmuş, ancak bu ithamlar siyaseten karşılık bulamamıştır. FETÖ’nün tabanının CHP ile pek bir ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak İYİ Parti bir yönüyle FETÖ tabanının şemsiye arayışlarına karşılık vermiştir.

 

AK Parti

MHP’yi dönüştürüp başkalaştıramayan FETÖ 2010’a kadar devlet kadrolarında AK Parti ile yakın çalışmıştır. AK Parti’nin siyasal örgüt yapısının güçlü olması, buna karşılık FETÖ mensuplarının da siyasal bir kimlik taşımamalarından dolayı AK Parti içerisinde örgütlü bir varlık gösterememişlerdir. Diğer taraftan AK Parti’nin muhafazakar kadroları, FETÖ mensuplarını teşhis etme imkanlarına sahip olduğu için bunları kendi içlerine almamayı başarmışlardır. FETÖ darbe düzeyinde hükümete savaş açtığı dönemde geriye dönük yedi-sekiz yıl birlikte çalışma kültürü olduğu halde AK Parti’den ayrılıp FETÖ saflarına geçen vekil sayısı bir elin parmaklarını geçmemiştir. Ancak FETÖ, AK Parti’de meydana getiremediği yıkıcı tesiri, devlet kurumlarında fazlasıyla oluşturmayı başarmıştır.

 

Saadet Partisi (SP)

17-25 Aralık darbe girişiminden sonra SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın, partisinin geleneğine hiç de uygun olmayan FETÖ yanlısı demeçlerinin düşündürücü olduğu not düşülmelidir.

 

Muhsin Yazıcıoğlu

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’nün kırk yıllık cürümleri bir bir çözülmüştür. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün FETÖ’cü askerler tarafından işlenmiş siyasi bir suikast olduğu yönündeki iddialar hakkında hukuki süreç devam etmektedir. Yazıcıoğlu'nun “Tarlamız sürülmüş” ifadesi ise zihinlerdeki yerini halen koruyor.

 

Türkiye'nin Küresel Mücadelesi

Suriye iç savaşında ABD ile Türkiye karşı karşıya geldiğinde Türk devlet aklı bir yönüyle geleneksel ittifakların çöktüğüne, her ulus-devletin kendi güvenlik sorunlarıyla kendisinin baş etmesi gerektiğine dair bir kanaat ortaya koymuştur. ABD’nin Suriye’deki geleneksel siyasete aykırı tutumu Türkiye devletini endişelendirmiş, NATO müttefiki olan iki ülke adeta bir yol ayrımına gelmişti.

Bu süreçte ABD’nin Türkiye’den beklediği, Yunanistan başta olmak üzere küçük Avrupa ülkeleri gibi kendi güdümünde olmasıydı. Oysa Türkiye, tarihi misyonuna uygun olarak kendi çıkarlarını tahkim etme peşindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küresel sistemle karşı karşıya gelme sebebi budur. Elli yıldır devletin bütün kademelerine sızmaya çalışan FETÖ, Türkiye’yle çözüm süreci yürüten PKK ile Türkiye’nin hiçbir siyasal geçmişinde ve mücadelesinde yeri olmayan Suriye ve Irak topraklarında kurulmuş DEAŞ eş zamanlı bir şekilde Türk devletine saldırmıştır. Bu üç terör örgütünün eş zamanlı saldırısı ve her birinin ülkeye ağır bedeller ödetmesi ABD-Türkiye geriliminden ayrı değerlendirilemez. Bir yönüyle FETÖ darbe girişimi, PKK’nın çukur eylemleri ve DEAŞ’ın ardı sıra gelen terör saldırıları, bu terör örgütlerinin motivasyonlarına ilişkin önemli ip uçları vermektedir. DEAŞ, işgal ettiği birçok bölgeyi PKK’ya bırakmıştır. Diyarbakır miting saldırısı da dahil olmak üzere DEAŞ’ın Türkiye’deki birçok eylemi HDP siyasetini güçlendirecek danışıklı eylemlerdir. Terör örgütlerinin, sahiplerinin eliyle kendi aralarında dayanışma gösterdiklerini güvenlik uzmanlarının saptamalarında görmek mümkündür.

Her iki terör örgütü de (FETÖ ve PKK) Türkiye’nin devlet olarak Suriye’nin dostları koalisyonunda olduğu gibi DEAŞ’a yardım ettiği tezini öne sürüyordu. Türkiye’yle arasına mesafe koymuş olan Batı devletleri de bu iddianın alıcıları arasındaydı. FETÖ ile CHP’nin zaman zaman aynı pozisyona düşmeleri de Türkiye açısından son derece tehlikeli sonuçları olacak bu söylem ile ilgiliydi. Zira Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği tezi bazı CHP üyeleri tarafından da dile getirilmiştir. Bu söylemin en güçlü olduğu dönemler 15 Temmuz darbe girişiminin yapıldığı günlerdi. Darbe girişiminden hemen sonra Türkiye, doğrudan Suriye topraklarında DEAŞ'ın hakim olduğu bölgelere askeri harekat başlatmıştır. Hem üzerine gelen üç terör örgütünden birini bertaraf etmek hem de uluslararası kamuoyunda dillendirilen bu iddiayı bilfiil çürütmek için o zamana kadar yenilmez olarak görülen DEAŞ’ı en güçlü olduğu alanda yenerek her iki tezi de geçersiz kılmıştır. Bugünden geriye dönüp baktığımızda geçen altı yıllık süre zarfında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her üç terör örgütünün de ülkemiz üzerindeki tehdidini ciddi derecede sınırlandırdığını ve bu mücadeleden başarıyla çıktığını görebiliriz.

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ partisinden istifa etmişti.
İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ partisinden istifa etmiş ve İYİ Parti’de Atatürk milliyetçilerinin tasfiye edildiğini yerlerine FETÖ’cüler ile küreselcilerin alındığını açıklamıştı. (Okan Özer/AA)

 

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin yaşattığı travmalar:

 

Kamu Otoritesinin Sarsılması

Terör örgütünün elli yıllık çabaları sonucunda emniyet teşkilatının yüzde sekseninin, mülki idarenin yani valilik ile kaymakamlıkların önemli bir kısmının, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yargıtay da dahil olmak üzere hukuk sisteminin bütün kurumlarının yüzde ellisinin FETÖ tarafından ele geçirildiği görülmüştür. Kişiliksiz, saydam, her kalıba girebilen casus karakterli örgüt mensupları halihazırda devlet kurumlarında kısmen mevcuttur. Darbe girişimi sonrası yüz binlercesi tasfiye edilmiş olmasına rağmen bürokrasiyi zaafa uğratmaları bakımından yıkıcı etkilerinin telafi edilmesi on yıllar alacaktır.

 

Ekonomik Travma

Bu örgüt, öğrenci yurtları, dershaneler ve milletten alınmış uçsuz bucaksız bağışlar dışında hukuk sistemini, yargı sistemini, mülki amirleri kullanarak tehdit ve gasp yoluyla iki yüz milyar dolara yakın para ile devletin mahrem bilgileri sayılan, bir devleti devlet yapan gizli bilgileri ülke dışına kaçırdı. FETÖ adına casusluk yapıp sonra bir itiraf kitabı yazan iki eski istihbaratçı, kitabın kapağına “bu şebeke, bu milletin en zeki çocuklarını ve milyarlarca lirasını alıp bir değirmende öğütüp hiç etmişlerdir” diye not düşmüştü. Kitap, üçüncü sınıf bir casusluk kitabı olmasına rağmen bu cümle, bu şebekenin anlaşılması bakımından oldukça kıymetlidir.

 

Siyasi Travma

15 Temmuz darbe girişimiyle beraber AK Parti de dahil birçok partinin yöneticileri töhmet altında kalmış, FETÖ’cülükle suçlanmış, insanların birbirinden şüphelendiği siyasal bir ortam oluşmuştur. Bugünkü siyasi yelpazeye bakacak olursak AK Parti, MHP, Büyük Birlik Partisi ve Yeniden Refah Partisi dışında bu terör örgütüyle mücadele etme amacında bir parti kalmadığı görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşı karşıya olduğu travmanın farkındaydı. Türk milleti teyakkuz halinde büyük bir millettir. Çabuk organize olur ve çabuk toparlanır. Darbe gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dirayetli duruşu, darbenin başarısızlığa uğratılmasındaki etkisi hayati olmuştur. GENAR araştırma şirketi olarak darbe girişiminden hemen sonra yaptığımız araştırmada Türk halkının yüzde 54’ünün sokağa çıktığını tespit etmiştik. Aynı araştırmada “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe gecesindeki tutumunu doğru buluyor musunuz?” şeklindeki bir soruya katılımcıların yüzde 94’ü “Evet” cevabını vermiştir. Yani Türk halkı, topyekun bir şekilde bu casus şebekesinin kötü niyetli olduğunu, başka milletler adına çalıştığını hissetmiş ve bu kalkışmanın hükümete karşı değil millete karşı bir isyan olduğunu düşünerek sokaklara dökülmüştür.

Sonuç olarak Türkiye, Suriye’de DEAŞ’a karşı Fırat Kalkanı, ABD’nin nüfuz alanında bulunan PKK unsurlarına karşı Barış Pınarı Harekatı ve Rusya’nın nüfuz alanındaki PKK unsurlarına karşı Afrin harekatlarını düzenleyerek sert gücünü göstermiş, DEAŞ ile PKK unsurlarını Suriye’nin içlerine sürmüştür. Bu durum aynı zamanda terörü ülke dışında karşılama konseptinin de bir parçası olmuştur.

Türkiye, bir adım sonra Akdeniz’e donanmasını indirmiş, Libya’da meşru hükümete destek vererek Libya’nın toprak bütünlüğüne önemli bir katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda Libya ile Deniz Yetki Anlaşması imzalayarak Akdeniz’in öbür ucunda da varlık gösteren bir ülke konumuna gelmiştir. Karabağ Savaşı’nda yanında durduğu Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını Ermenistan’dan geri alması, Türkiye'nin güçlü bir devlet haline gelişinin manifestosu, Türk ordusunun yenilmezliğinin nişanesi olmuştur.

On yıldır bir varlık mücadelesi veren Türkiye'nin Avrupa Birliği, İsrail, Mısır, Yunanistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi birçok ülkeyle ilişkileri bozulmuştur. Ancak Türkiye’nin dağılmadan, gerilemeden güçlü bir ülke olarak ayakta kalması sayesinde bozulan ilişkiler yavaş yavaş onarılmaya başlanmıştır. Özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı süresince göstermiş olduğu yapıcı tutum, Türkiye'nin ekonomik olarak bölgesel olsa da siyasal etki bakımından küresel ölçekli bir güç haline gelmiş olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Bir milletin yüzyılda yaşamak zorunda kaldığı bir süreci on yıllık bir zaman dilimine sığdırdık. Son birkaç ayda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapmış olduğu görüşmeler, BM Genel Sekreteri ile ABD Başkanı’nın görüşmelerinden daha niteliklidir. Darbe girişiminin oluşturduğu siyasal iklim, büyük Türkiye’yi baskılamak amacı taşıdığı için iç siyasette söylem açısında hükümete karşı yıkıcı bir tutum devam etmektedir. Dışardıa ise büyük Türkiye’nin yıldızı parlamaktadır. Ortadoğu’da, Afrika’da, Balkanlar’da, Uzak Doğu’da, Karadeniz’de veya Doğu Avrupa’da bir mesele olmasın ki Türkiye bu denklemin dışında kalsın. İç siyasetteki Türkiye ile dış politik misyon Türkiye’si arasındaki makas çok açıldı. Türk milletinin büyüme arzusu devam edecektir ki bu arzu siyaseti aşan bir arzudur ve ne terör örgütleri ne dış güçler ne de kolaylaştırıcı melekler bu yükselme arzusunu durduramayacaklardır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası