Kriter > Siyaset |

Atalarının İzinde Yolunu Şaşıran Neo-Selefiler


Vahyin ve sünnetin sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli bir konuma sahip olan bu ilk üç nesil tüm Müslümanlar tarafından saygıyla karşılanır. Ancak bu ilk üç kuşağın yaşamış olduğu dindarlık biçimlerini belirgin bir şekle ve kalıba indirgeyerek İslam’ın yegane yoluymuş gibi tüm Müslümanlara dayatılması sathi bir zihniyetin ürünüdür. Suudi Arabistan ve BAE destekli selefiler bunun temsilcisi.

Atalarının İzinde Yolunu Şaşıran Neo-Selefiler

Selefilik, İslam tarihinin hiçbir döneminde bağlamından kopuk bir şekilde bu kadar konuşulup tartışılmamıştır. Bir düşünme biçimi veya dini metinleri anlama hususunda kendine özgü bir zihniyet olan Selefilik, son yüzyılda bir hareket olarak ete kemiğe bürünmüştür. İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunların çözümünü Asr-ı Saadet’e dönüşte bulan ve bunu da şekilsel bir dindarlık biçimine indirgeyen günümüz Selefilik hareketleri, diğer İslami hareketler gibi Ortadoğu’da ortaya çıkmış ve diğer coğrafyalara yayılmıştır.

Selefi kavramının belirli bir grup veya bireyler için sıkça kullanılmaya başlanması yeni bir durumdur. Kelime olarak selefe tabi olan anlamındadır. Selef ise sahabe, tabiin ve etbauttabiin olarak bilinen Müslümanların ilk üç neslidir. Vahyin ve sünnetin sonraki Müslüman kuşaklara aktarılmasında önemli bir konuma sahip olan bu ilk nesiller tüm Müslümanlar tarafından saygıyla karşılanır. Ancak bu ilk üç kuşağın yaşamış olduğu dindarlık biçimlerini belirgin bir şekle ve kalıba indirgeyerek İslam’ın yegane yoluymuş gibi tüm Müslümanlara dayatılması sathi bir zihniyetin ürünüdür. İşte son dönemlerde bu sathi zihniyetin temsilciliğini yapanlar genellikle Suudi Arabistan destekli selefiler olmuştur. Bugünkü Suudi hanedanının ataları 18. yüzyılda ortaya çıkan ve selefi dini anlayışı savunan Vehhabilik hareketini dini-siyasi bir ideolojiye dönüştürerek Arabistan yarımadasında güç elde etme aracı haline getirmiştir. Bugün de Suud hanedanlığı ve Birleşik Arap Emirliği kendi icadı olan selefi akımları yerel ve bölgesel politikalarına alet etmekte, Camiyye veya Medhaliyye olarak bilinen neo-selefiler gibi örgütsel yapıları yerine göre hem yumuşak güç hem de sert güç olarak kullanmaktadır.

 

Selefilik Bir Mezhep Değil Zihniyettir

İslam’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında hem itikadi hem de fıkhi alanda birçok mezhep ve ekol ortaya çıkmıştır. Bunların bir kısmı tarih içinde yok olurken bir kısmı da günümüze kadar ulaşmış olup Müslümanlar arasında varlığını sürdürmektedir. Bu mezheplerin tamamı kurucu ismin benimsemiş olduğu usul ve anlayışla gelişmiş ve genellikle de kurucu şahsiyetin ismiyle anılmıştır. Selefilik ise bu mezhepler gibi tarihsel süreç içinde ortaya çıkmış, kendine özgü bir metodoloji geliştirmiş bir yapı değildir. Rivayet eksenli bir anlama hatta taklit etme faaliyetidir. Literal okumaya dayanır ve içtihadı kategorik olarak reddeder. Bu zihniyeti tek bir ekole bağlamak da doğru değildir. Mesela Sünni ekoller içinde Selefilik zihniyeti olduğu gibi Şii ekoller içinde de Selefilik zihniyeti vardır. Şafii-Eş’ari çizgide yer alan veya Hanefi- Maturidi ekolüne mensup olduğu iddiasını taşıyıp da selefi bir zihniyetle hareket eden birçok şahıs/grup vardır. Dinin itikadi, ameli veya ahlaki bir konusunda akletmeyi, fıkhetmeyi, içselleştirmeyi ve cehd etmeyi terk edip ayetleri, hadisleri veya herhangi bir rivayeti slogan gibi kullanıp “Allah böyle diyor”, “Hz. Peygamber bunu buyuruyor” veya “falanca efendi, şeyh, imam şöyle söylüyor” diyerek tahakkümcülük yapmak tekelci bir zihniyettir ve Selefilik’tir. Bu söylem tarzı hangi mezhep veya meşrep ya da kişi tarafından dillendirilirse dillendirilsin apaçık bir Selefilik’tir. Bugün İslam dünyasında yaygın olan bu zihniyet maalesef birçok sorunumuzun da kaynağını oluşturmaktadır. Kısaca her mezhebin, her tarikatın ve her cemaatin selefileri arasındaki sürtüşme ve kavga çoğunluk olan, ana bünyeyi temsil eden diğer Müslümanları rehin almış durumdadır.

 

Neo-Selefilik Gizli Örgüt mü Dini Yapı mı?

Gerek kendileri gerek başkaları tarafından selefi olarak isimlendirilen yapı ve gruplar ilk üç nesle tabi olma konusunda birbirleriyle benzer bir zihniyet dünyasına sahip olmalarına karşın birçok hususta homojen bir kitle değillerdir. Selefi olarak isimlendirilen bu yapıları bireysel ve toplumsal faaliyetlerde başvurdukları yöntem bakımından üç gruba ayırmamız mümkündür. Davet ve tebliğ eksenli selefi gruplar dini anlayış ve yaşayış biçimlerini başkalarına tebliğ etmekle yetinirler, sosyal ve siyasal hadiseler karşısında genelde pasif bir tutum sergilerler. Bunlara “apolitik Selefilik” de diyebiliriz. İkinci grupta yer alan selefi hareketler ise öngördükleri toplumsal değişimi sağlamak için legal olan her türlü sosyal, kültürel ve siyasal faaliyette bulunurlar. Dernek, vakıf, sendika ve parti faaliyetlerine katılım sağlarlar ve bu yapıları “ıslahatçı Selefilik” olarak isimlendirebiliriz. Bu her iki grupta yer alan selefiler her türlü şiddeti kategorik olarak reddederler. Üçüncü grup ise şiddet ve terörü bir yöntem olarak benimseyen ve uygulayan yapılardır ki bunların oluşum biçimleri “legal cemaat” olmaktan daha çok “gizli örgüt” şeklindedir. Bu grup her ne kadar kendisini “cihadi Selefilik” olarak tanımlıyorsa da bu tanımlama doğru değildir. Ancak özellikle de küresel medya, bu tanımlamayı çok sevdiğinden dolayı bunun üzerinden her gün onlarca “arkası yarın” türü profesyonel yapımlara imza attı. Benimsedikleri yöntemlerin farklılığına rağmen kendini selefi olarak tanımlayan tüm grupların dini anlama ve yorumlama biçimi, dini metinlerin literal yorumu, şekilsel dindarlık, farklı toplumsal örf ve adetleri din adına dışlama, her türlü yeni dini fikir ve yorumu bidat sayma gibi hususlarda ortak bir tutum ve davranış içinde yer almaktadırlar. Ötekisi, kendi dışındaki tüm Müslümanlar olan bu yeni selefi akımlar, bulundukları her yerde diğer dini yapıların karşısında yer alır. Bundan dolayı da Hüsnü Mübarek Mısır’da; Kaddafi ise Libya’da Körfez ülkeleri tarafından desteklenen bu yeni selefi gruplara alan açarak güçlenmelerine katkı sağlamıştır.

Arap Devletleri

Sathi Zihniyetin Temel Dini Kavramları İtibarsızlaştırması

Tüm dünyada zaman zaman meydana gelen şiddet ve terör olaylarının bir kısmı etnik referanslı olurken bir kısmı da dini referanslıdır. Etnik veya dini yapı başlı başına teröre veya şiddete kaynaklık yapamaz. Ancak terör ve şiddete başvuran zihniyet kendisi için meşrulaştırıcı argümanlar arar ve bunu da herhangi bir ideolojiyle ifade eder. Dolayısıyla herhangi bir şiddet veya terör eylemini herhangi bir din veya etnik kökenle özdeşleştirmek iyi niyetli bir okuma değildir. Şiddet ve terörü bir yöntem olarak benimseyen neo-selefiler, tüm Müslümanlar için önemli olan “selef”, “cihat” ve “tekbir” gibi kavramları gerçek anlamlarından soyutlayarak itibarsızlaştırmışlardır. Hatta bu husustaki aşırılıklarından dolayı İslam’ın şiddet veya terörle anılır duruma gelmesine elverişli malzeme sunmuşlardır. Son on yıllarda yaptıkları birçok eylemle İslam’ın çok önemli dinamikleri ve kavramları hakkında tahripkar bir algının oluşmasına sebep olmuşladır.

Son yıllarda özellikle de Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinde ve bunlarla bağlantılı diğer bölgelerdeki selefi gruplar, kendilerini ehl-i sünne ve’l-cemaa olarak isimlendirmeyi tercih etmektedir. Selefi ve Selefilik kavramlarının şiddet, terör ve radikalizm gibi bazı hususlarla anılır olması böylesi bir isim değişikliğini zorunlu kılmıştır. Bu yüzyılın başında selefi kavramı, söz konusu ettiğimiz gruplar tarafından ayırt edici bir özellik olarak kabul görmüş ve rahatlıkla kullanılmıştır. Ancak 1980’lerden itibaren İslam dünyasında meydana gelen İran devrimi, Afganistan’ın işgali, İsrail ile Mısır arasında barış anlaşmasını sağlayan Enver Sedat’ın öldürülmesi gibi hadiseler Batı dünyasında Müslümanlara yönelik yeni bir algı oluşturmanın malzemesi olarak servis edildi. 11 Eylül olaylarından sonra da özellikle selefi ve Selefilik kavramları şiddet ve terörle birlikte anılır oldu ve bu söylem daha çok dış bir isimlendirme haline geldi.

 

Arap Baharı ve Neo-Selefilerin Yol Ayrımı: Vekalet Savaşları

2011’de başlayan Arap devrimleri bölgeye geç gelmiş küresel çaptaki bir değişim-dönüşüm hareketiydi. Halklar kendilerine dayatılan sistemlere barışçıl bir şekilde isyan ettiler. Talepleri onur, adalet ve özgürlükten ibaretti. Ancak yeni süreç, bu talepler üzerinden tartışılmak yerine aktörler üzerinden tartışıldı. Bu süreci olumsuz etkileyen ve karşıtların elini güçlendiren aktörlerin başında selefi hareketler yer almaktaydı.

Arap devrimlerinden sonra diğer tüm hareketlerde olduğu gibi selefiler de kendi içlerinde büyük bir dönüşüm yaşadılar. Her türlü siyasal katılımı, partileşmeyi, parlamentoda yer almayı küfür sayan ve bu yöntemleri benimseyen diğer İslami hareketlere karşı ağır eleştirilerde bulunan selefilerin büyük bir kısmı çok pragmatik davranıp hızla partileşerek seçimlere katıldılar. Mısır’daki selefi gruplar da Suud ve BAE’nin desteğiyle partileşerek seçimlere girip büyük bir başarı elde ettiler. Ancak tüm siyasi faaliyetleriyle Mısır’ın kaosa sürüklenmesini teşvik ettiler ve parti olarak da Sisi darbesine destek verdiler.

Her türlü siyasal katılımı reddeden ve şiddeti bir yöntem olarak benimseyen ve kendilerini Selefilik üzerinden meşrulaştıran gruplar da vekalet savaşlarının içinde yer alarak bölgedeki yeni süreci eski rejimler lehine tıkamaya çalıştılar. Farklı etnik ve mezheplere mensup insanların yaşadığı Suriye ve Irak bu süreçten çok olumsuz bir şekilde etkilendi. Irak’taki Maliki yönetimi mezhepçi bir politika güderek Irak toplumunun büyük bir kesimini dışlayarak Saddam Hüseyin’i taklit etti ve onun yıllarca Şiilere ve Kürtlere uyguladığı baskı ve şiddeti Sünni Araplara uygulamaktan çekinmedi. Mevcut yapıdan rahatsız olan bölgelerde DEAŞ gibi yapılar ortaya çıktı ve bir devlet gibi hareket etmeye başladı. Suriye’de kendilerine çok hızlı bir şekilde alan açmaları ise tamamen bir muamma. Baas rejimiyle direkt bir çatışmaya girmeden muhaliflerin etkin olduğu bölgelerde kaotik ortamlar oluşturdu ve muhalifleri etkisizleştirmek için kaostan beslendi. Onların bu operasyonları küresel aktörlerin vekalet savaşları olarak kendini gösterdi.

Yemen ve Libya’da da kendilerini açık bir şekilde Medhali selefiler olarak niteleyen gruplar BAE ve Suud’un bu ülkelerdeki istikrarsızlaştırma politikalarını sahada icra eden aktörlere dönüştüler. İsmini kurucu babalardan biri olan Rebi el Medhali’den alan bu akım, Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği dönemde ortaya çıkmıştır. ABD’nin Hicaz topraklarında üs kurmasını eleştiren ve siyasal-sosyal alanlarda reform talebinde bulunan Sahve (Uyanış) hareketine karşı Suud rejimi tarafından desteklenen Medhali selefiler, diğer akımları teorik düzeyde eleştirmekle kalmayıp çatışma bölgelerinde açıkça terör faaliyetlerine başladılar. Mesela Yemen’de din adamı kisvesiyle faaliyet yürüten Medhali bir selefi eline silah alıp BAE’nin saflarında Yemenlilere karşı savaşan bir milise dönüşmüş ve yerel siyasi-dini onlarca aktöre suikast düzenleme olaylarında yer almıştır. Aynı şekilde Libya’da istikrasızlık ve kaosun aktörü olan Hafter’in saflarında yer alıp silahlı terör eylemleri gerçekleştiren Medhali selefiler, bölgenin organik dini yapıları olan sufilere, türbelere ve camilere saldırıp kendilerinden olmayanları tekfir etmekten çekinmemişlerdir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası