Aşırı sağcı AfD’nin (Alternative für Deutschland – Almanya için Alternatif) Eylül’deki eyalet seçimlerinde elde ettiği başarılar, bu partinin bundan sonraki süreçte gerek Alman siyasetinde gerekse uluslararası çevrelerde daha fazla konuşulacağını gösteriyor. Aşırı sağcı partiler, birbiri ardına Avrupa ülkelerinde yüksek oy oranlarına ulaşıp bazılarında iktidar ortağı olurken kendisini Avrupa bütünleşmesinin garantörü gibi göstermekten hoşlanan Almanya, aşırı sağın etkili olamadığı bir ülke olmakla övünürdü. Ama şimdi durumlar değişti. Yerleşik Alman siyasi partileri, aşırı sağ (AfD) ve aşırı soldan (BSW – Bündnis Sahra Wagenknecht) gelen popülist söylemlere karşı koymakta zorlanıyorlar. Zorlandıkça bugüne kadar savundukları değerleri terk edip özellikle AfD’nin söylemlerini tekrarlayan bir söyleme savruluyorlar. Savruldukça da daha fazla oy kaybediyorlar. Ülkenin geleneksel olarak iki büyük partisinden biri olan CDU (Hıristiyan Demokrat Birliği) Brandenburg eyaleti seçimlerinde ancak yüzde 12 oy oranıyla dördüncü parti olurken diğer büyük parti SPD ise Saksonya eyaleti seçimlerinde yüzde 6, Thüringen eyaleti seçimlerinde ise yüzde 7,6 ile beşinci parti oldu. Mevcut federal hükümet koalisyonunun ortaklarından FDP (Hür Demokrat Parti), söz konusu eyaletlerde tamamen siyaset sahnesinden silinirken diğer ortak Yeşiller ise sadece yüzde 5,2’lik oy oranıyla bir tek Saksonya parlamentosunda temsil hakkı kazanabildi.
Bu şartlar altında, Alman siyasal sitemini sarsan aşırı sağcı AfD’nin Türkiye konusunda ne tür fikirlere sahip olduğu ve iktidara ortak olması durumunda nasıl bir Türkiye politikası izleyeceği araştırılmaya değer bir konudur. Bu çerçevede, yazıda, AfD’nin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik meselesine nasıl yaklaştığı, genel olarak Türkiye ile ilişkiler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan konularında ne tür bir yaklaşım içinde olduğu, Türkiye ile AB arasında 2016’da imzalanan mülteci anlaşması ve genel olarak mülteci sorunu çerçevesinde Ankara ile ilişkiler konusunda hangi fikirlere sahip olduğu, Türk-Alman ilişkilerinin önemli sorun alanlarından biri olan PKK konusunda ne tür açıklamaları olduğuna bakılacaktır.
Öncelikle AfD’nin bütün bu meselelere dair açıklamalarında üç faktörün çok belirgin şekilde öne çıktığını ifade etmek gerekir. İlk olarak, AfD’nin genel olarak popülist söylemlerle daha fazla seçmene ulaşma arayışının Türkiye konusundaki politikasına da yansıdığı görülüyor. Türkiye, AK Parti ve Erdoğan, AfD’nin kimlik inşasında “öteki” rolünde kendilerine yer buluyorlar ve bu “ötekine” yönelik her türlü eleştiri, saldırı ve şeytanlaştırmanın seçmen nezdinde karşılığı olacağına inanılıyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan konusunda Almanya’daki yerleşik partilerin ve ana akım medyanın uzun yıllardır sürdürdükleri karalama kampanyalarıyla AfD’nin işini kolaylaştırdıklarını da ifade etmek gerekir. Bu karalama kampanyalarıyla Almanya’daki seçmenin algısına “diktatör” olarak kazınan Erdoğan’a saldırmanın oy getirebilecek bir popülizm olduğunu biliyor AfD ve bu konuda rakiplerinden daha ileri gidecek agresif söylem tecrübesi de var. İkinci olarak, AfD’nin diğer birçok konuda olduğu gibi, Türkiye konusunda da “henüz iktidar sorumluluğu üstlenmemiş muhalefet partisi rahatlığıyla” konuştuğu göze çarpıyor. Bu tavrında, seçmeni etkileyecek türden popülist söylem arayışının da önemli etkisi var kuşkusuz; zira popülist söylemlerle sorumsuzluk arasında doğru orantı söz konusudur. Üçüncü olarak, AfD’nin popülist söyleminin önemli unsurlarından biri olan İslam karşıtlığının[1] da bu partinin Türkiye politikasında belirleyici bir faktör olduğu görülüyor. Bu çerçevede, AfD açısından Türkiye’nin Müslüman kimliği AB üyeliği konusunda temel engel olarak değerlendiriliyor.
AfD, Türkiye’nin AB Üyeliğini Reddediyor
Son Avrupa Parlamentosu seçimleri için hazırlanan AfD parti programında, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda şu ifadeler yer almıştır: “Kültürel olarak Türkiye Avrupa'ya ait değildir. AfD, Türkiye ile AB katılım müzakerelerinin derhal sonlandırılmasını ve katılım öncesi mali yardımların durdurulmasını talep etmektedir.”[2] AfD’nin mevcut haliyle Avrupa Birliği’ne de karşı çıktığı ve talep ettiği reformların “mevcut AB sistemi içerisinde gerçekleştirilememesi halinde, Almanya'nın AB'den çekilmesi ya da Avrupa Birliği'nin demokratik yollarla feshedilmesi”[3] gerektiğini savunduğu düşünüldüğünde bu partinin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması şaşırtıcı değildir. Ancak, bu karşı çıkışı kültürel gerekçelerle temellendirmesi ve 2021’deki parti programındaki ifadelerle Türkiye’nin “giderek artan İslamlaşmasına ve Avrupa'dan ve Batılı değerler topluluğundan daha da uzaklaşmasına” bağlaması, bu partinin de yerleşik Alman partilerinin üstenci ve müdahaleci diline sahip olduğunu göstermesi açısından ilginçtir.
Almanya’daki diğer partiler gibi AfD de Türkiye’nin AK Parti döneminde iç ve dış politikasında attığı adımlardan rahatsızlığını gösteriyor ve bunun AB üyeliği için bir engel oluşturduğunu vurgulayarak bu konuda ya kafa karışıklığı içerisinde olduğunu gösteriyor ya da kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyor. Zira birçok AfD belgesinde ve parti siyasetçisinin açıklamalarında, “bu Türkiye AB’ye üye olamaz” ya da “Erdoğan yönetimindeki Türkiye bizim ortağımız olamaz” gibi ifadeler kullanarak sanki Türkiye’nin AB üyeliğini kesin olarak reddetmediği görüntüsü verme gayreti içerisinde olduğu görünüyor.[4] Gerçekte ise Türkiye’nin AB üyeliğini kategorik olarak reddettiği yine AfD siyasetçilerinin açıklamalarından anlaşılıyor. AfD’nin Federal Meclis Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Petr Bystron’un 2018’deki açıklamaları da bunu açıkça ortaya koyuyor: “Türkiye ile AB katılım müzakereleri sadece dondurulmakla kalmamalı, aynı zamanda derhal ve kesin olarak sonlandırılmalıdır. Sadece müzakerelerin sona erdirilmesi, bu savunulamaz duruma son verebilir, Ankara'ya milyarlarca avronun aktarılmasını durdurabilir ve Türkiye'nin Avrupa dışında kendisine daha iyi bir rol bulmasını sağlayabilir. Türkiye ne siyasi ne coğrafi ne de kültürel olarak hiçbir zaman Avrupa'ya ait olmamıştır.”[5] Sonradan AfD dış politika sözcüsü olan Bystron, 2023’te “Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması fikri, en başından beri ölü doğmuştur. AfD parlamento grubu konuyla ilgili birçok önergede Türkiye'nin hiçbir zaman Avrupa'ya ait olmadığını ve AB'ye de ait olmadığını vurgulamıştır” şeklindeki ifadeleriyle partisinin Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki görüşlerinin değişmediğini tekrar ortaya koymuştur.[6]
Türkiye’nin AB üyeliği ve AB’nin genişlemesi konuları, Alman seçmeninde genel olarak oldukça negatif yaklaşılan meseleler olduğu için AfD liderleri ve dış politika sözcülerinin Türkiye’nin üyeliği meselesine şiddetle karşı çıkan söylemlerine sıklıkla rastlamak mümkündür.[7] Genel olarak AB’nin varlığını sorgulayan, birliğin başta ortak para, serbest dolaşım ve ortak güvenlik olmak üzere birçok alandaki kazanımlarına karşı olduğunu açıklayan bir partinin, Türkiye’nin AB üyeliğine mutlak karşı çıkışını Ankara’daki iktidarın politikalarıyla gerekçelendirmeye çalışması ise partinin oldukça yoğun başvurduğu popülist söylemlerinin bir parçası olarak görülebilir.
AfD’nin PKK’ya ve Türkiye’nin Sınır Ötesi Operasyonlarına Bakışı Sorunlu
Türkiye’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki sınır ötesi operasyonlarına şiddetle karşı çıkan AfD’nin Almanya’da etkin bir varlığı olan PKK’ya bakışında da ciddi belirsizlikler olduğu anlaşılıyor. PKK’yı kendi çıkarları doğrultusunda bazen “terör örgütü” bazen de “Kürt İşçi Partisi” olarak tanımlayan AfD, Almanya’nın terör örgütü olarak tanımladığı PKK’ya karşı Türkiye’nin Irak ve Suriye topraklarında gerçekleştirdiği askeri harekatlara karşı çıkarken Almanya içerisindeki en sert rakiplerinden Sol Parti’nin (Die Linke) bu örgüt sempatizanlarına kendi saflarında yer vermesini ise eleştiriyor.
AfD’li Federal Meclis üyesi Enrico Comning’in 2017’de yaptığı bir açıklamada Alman iç istihbarat servisi (Bundesverfassungsschutz) tarafından izlenen bir Sol Parti milletvekiline atıfta bulunarak “Sol Parti’nin bizi sürekli olarak anayasaya sadakatten yoksun olmakla suçlaması inanılmaz. Belli ki anayasa düşmanları onların saflarında yer alıyor ve bu da sadece dikkat dağıtmaktan başka bir şey değil” ifadelerini kullanırken bu haberin yer aldığı AfD web sayfasında PKK terör örgütü olarak tanımlanıyordu.[8] Benzer şekilde AfD milletvekillerinin 2023’te Federal Meclise sundukları Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin yasaklanmasını talep eden bir tasarıda, bu örgütün Almanya'daki aktivistlerinin İsrail ve Yahudi karşıtı propaganda yaptıkları ve “Kürt terör örgütü PKK” ile iş birliğinde bulundukları ileri sürülmüştü.[9]
Bu açıklama ve metinlerde PKK’yı terör örgütü olarak tanımlayan AfD’nin, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki PKK hedeflerine yönelik operasyonlarına dair açıklamalarında ise PKK için “terör örgütü” ifadesini kullanmaktan kaçındığı görülmektedir. Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna bir askeri harekat yapmasının gündeme geldiği Aralık 2018’de bir açıklama yapan Federal Meclis Dış İlişkiler Komisyonu’nun AfD’li Üyesi Petr Bystron “Türkiye, Suriye'deki çatışmayı Kürt İşçi Partisi PKK ve onunla bağlantılı YPG birlikleriyle savaşmak için kullanıyor. Bunu yaparken de komşu bir ülkenin topraklarında iç siyasi bir çatışmayı askeri olarak yürütüyor. Bu uluslararası hukukun açık bir ihlalidir”[10] ifadeleriyle karşı çıkarken PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamaktan imtina etmiştir. Benzer şekilde Mayıs 2023’te AfD milletvekilleri tarafından Federal Meclise sunulan Irak ve Suriye’nin Kürt bölgelerinde istikrarın korunması ve güvenlik bölgeleri oluşturulması konulu bir tasarıda PKK’dan “Kürt İşçi Partisi” olarak bahsedilmiştir. Aynı metinde PKK’nın Kürt halkının sadece küçük bir bölümünü temsil ettiği ve Türkiye’de terörist eylemler gerçekleştirdiği ifade edilse de, Türkiye’nin bu örgütün Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki üslerine karşı gerçekleştirdiği operasyonlar “hukuksuz” olarak tanımlanmış ve “iç politik nedenlere” bağlanmıştır. Tasarıda AfD federal hükümetten, özellikle PKK’nın kontrol ettiği Sincar bölgesi başta olmak üzere Irak ve Suriye’nin kuzeyinde BM güvenli bölgeleri oluşturulması, Almanya’daki Türkiye Büyükelçisi’nin Dışişleri Bakanlığına çağrılarak Türkiye’nin söz konusu bölgelerden askerlerini çekmesi konusunda talebin iletilmesi ve Mart 2016’da imzalanan AB-Türkiye Anlaşmasının gözden geçirilmesi çağrısında bulunmuştur.[11]
Türkiye’nin AB üyeliği ve PKK konularında tavrı bu şekilde olan AfD’nin Türkiye’nin Irak, Suriye, Karabağ ve Doğu Akdeniz sorunlarına yönelik politikasına dair açıklamaları üzerinden bu partinin genel olarak Türk dış politikasına ve Türkiye ile ilişkilere nasıl yaklaştığı bir başka yazıda ele alınacaktır.
[1] AfD’nin İslam karşıtlığı konusunda bkz. Kemal İnat, “Almanya için Alternatif Partisinin İslam karşıtlığı ve Almanya'daki Türklerin geleceği”, Anadolu Ajansı, 1 Eylül 2024.
[2] https://www.afd.de/wp-content/uploads/2023/12/AfD_EW_Programm_2024.pdf
[3] https://www.afd.de/grundsatzprogramm/
[4] https://afdkompakt.de/2017/05/04/gauland-eu-muss-sich-ehrlich-machen-diese-tuerkei-gehoert-nicht-nach-europa/ ;
https://www.afd.de/paul-hampel-diese-tuerkei-ist-kein-partner-mehr-fuer-uns/ ;
https://afdkompakt.de/2019/05/07/die-eu-beitrittsverhandlungen-mit-der-tuerkei-sofort-abbrechen/
[5] https://afdkompakt.de/2018/04/25/tuerkei-gehoerte-nie-zu-europa-weder-politisch-geographisch-noch-kulturell/
[6] https://afdbundestag.de/petr-bystron-idee-einer-aufnahme-der-tuerkei-in-die-eu-war-von-anfang-an-totgeburt/
[7] https://afdkompakt.de/2018/03/28/eu-beitrittsgespraeche-mit-tuerkei-beenden-und-milliardenzahlungen-stoppen/ ;
[8] https://afdbundestag.de/enrico-komning-verfassungsfeinde-in-den-reihen-der-linken-bundestagsfraktion/
[9] https://afdbundestag.de/verbot-der-organisationen-volksfront-fuer-die-befreiung-palaestinas-und-samidoun/
[10] https://afdbundestag.de/bystron-erdogan-spielt-in-syrien-mit-dem-feuer-und-riskiert-einen-flaechenbrand/
[11] https://afdbundestag.de/stabilitaet-in-autonomen-kurdischen-regionen-im-irak-und-in-syrien-herstellen-schutzzonen-einrichten/