Kriter > Dosya > Dosya / Avrupa |

Alman Parti Sisteminin Dönüşümü: İstikrardan Erozyona


Almanya'nın geleceğinde, daha kısa ömürlü koalisyonların kurulması beklenmektedir. Popülist partilerin etkisi altında kurulacak koalisyonlar, Almanya’nın iç politikasında daha radikal politikaların uygulanmasına yol açabilir. Aynı zamanda, AfD ve BSW gibi partilerin Avrupa Birliği ve ABD karşıtı söylemleri, Almanya’nın AB içerisindeki entegrasyon sürecini zora sokabilir, ülkenin AB politikasında köklü değişikliklere neden olabilir.

Alman Parti Sisteminin Dönüşümü İstikrardan Erozyona

Almanya'nın siyasal sistemi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında güçlü koalisyon hükümetleriyle şekillenen istikrarlı bir parlamenter demokrasi olarak öne çıkmıştı. Ancak 21. yüzyılın başlarından itibaren parti sisteminde derin bir erozyon sürecine girildiği gözlemleniyor. Bu yazı, Almanya'nın parti sisteminde yaşanan erozyonu dört ana başlık altında inceleyerek; sürecin arkasındaki ekonomik, sosyal, toplumsal ve kültürel nedenleri tartışacak, 2024'teki son eyalet seçimlerinin analizini yapacak ve 2025 genel seçimlerinde olası gelişmelere dair öngörü sunarak bu sürecin federal düzeyde istikrarlı koalisyon hükümetleri üzerindeki etkilerini ele alacaktır.

 

Erozyon Süreci

Federal Almanya'nın parti sistemi, başlangıçta Sartori'nin "hegemonik iki partili sistem" teorisine benzer bir yapı sergiliyordu. CDU/CSU ve SPD, seçimlerde iki büyük aktör olarak ortaya çıkarken, diğer partiler koalisyon müzakerelerinde ikincil roller üstlenmekteydi. Bu durum, uzun yıllar boyunca Dahl’ın "rekabetçi elitizm" olarak nitelendirdiği bir yapıyı korumuştur. Rekabetçi elitizm, seçmenlerin büyük partiler arasındaki rekabet sayesinde hükümet değişikliklerini mümkün kıldığı, ancak gerçek anlamda radikal bir değişimin gerçekleşmediği bir sistemdir.

Ancak, 1980'lerin sonlarında Soğuk Savaş’ın nihayete ermesi ve iki Almanya’nın birleşmesiyle bu sistem, Lipset ve Rokkan’ın "çatışma hatları" teorisi doğrultusunda sarsılmaya başladı. Sosyoekonomik, kültürel ve bölgesel çatışmalar, parti sisteminin daha parçalı bir hale gelmesine neden oldu. Yeşiller’in yükselişi, çevreci ve post-materyalist değerlerin siyasette daha fazla yer bulmasını sağlarken, PDS (daha sonra Die Linke) gibi Doğu Almanya kökenli partiler, birleşme sonrası doğu-batı çatışma hattını derinleştirdi.

2000'lere gelindiğinde ise "post-demokrasi" tartışmaları öne çıkmaya başladı. Crouch’un bu kavramı, demokratik süreçlerin şeklen devam ettiği, ancak halkın siyasi sürece olan katılımının ve güveninin azaldığı bir durumu tanımlar. SPD'nin 2003’teki neoliberal reformları (Hartz IV reformları), halkın geniş kesimleri tarafından olumsuz karşılandı. Bu durum, seçmenlerin geleneksel merkez partilerden uzaklaşmasına yol açtı. 2008 küresel ekonomik krizi ve 2015 mülteci krizi gibi küresel olaylar ise sistem karşıtı partilerin yükselmesine neden oldu. Sartori’nin “aşırı uçlar” teorisi doğrultusunda, AfD gibi sağ popülist partilerin sistem içindeki marjinalleşmiş seçmenlerin sesi olarak yükselmesi, geleneksel merkez partilerinin erozyonunu hızlandırdı.

 

Erozyonun Nedenleri

Alman parti sisteminin erozyonunu açıklamak için Marksist perspektifin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Marksist sınıf teorisi, 21. yüzyıl Almanya'sında ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesiyle seçmenlerin sınıfsal çıkarlarına dayalı tercihler yapmaya başladığını savunur. 2008 ekonomik krizi ve bunu izleyen yıllarda uygulanan kemer sıkma politikaları, işçi sınıfı ve alt orta sınıfın ekonomik güvenliğini tehdit etmiş ve bu kesimler, geleneksel partilere olan güvenini kaybetmiştir.

Bununla birlikte, Pierson ve Hacker’ın "yeni ekonomik güvensizlik" teorisi de burada önemli bir rol oynar. Küreselleşme ve teknolojik dönüşümler, özellikle Doğu Almanya'da sanayisizleşmeye ve düşük ücretli işlerin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu, seçmenlerin sosyal demokrat partiler yerine sağ popülist ve sistem karşıtı partilere yönelmesine zemin hazırlamıştır.

Almanya’da sosyal ve toplumsal yapının dönüşümü, parti sistemini de köklü bir şekilde etkilemiştir. Lipset ve Rokkan’ın “çatışma hatları” teorisi, Almanya’daki erozyon sürecini anlamak için kritik bir çerçeve sunmaktadır. Özellikle “merkez-periferi çatışması”, Batı Almanya’nın refahı ile Doğu Almanya’nın marjinalleşmiş yapısı arasındaki farkların siyaset üzerindeki etkisini açıklar. Doğu Almanya, birleşmeden sonra ekonomik ve sosyal olarak Batı’dan geride kalmış, bu da doğu eyaletlerindeki seçmenlerin sistem karşıtı partilere yönelmesine neden olmuştur.

Mülteci krizi sonrası yaşanan “kültürel kutuplaşma”, Inglehart’ın "post-materyalizm" teorisi çerçevesinde açıklanabilir. Post-materyalist değerleri savunan liberal elitler ile güvenlik ve kimlik endişelerini ön plana çıkaran popülist sağ arasında yaşanan çatışma, Almanya’daki sosyal ve siyasal bölünmeleri derinleştirmiştir. AfD'nin yükselişi, bu kutuplaşmanın ve geleneksel partilere olan güven kaybının bir yansımasıdır.

Wallerstein’ın “Dünya Sistemi Teorisi”ne göre, küreselleşme, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde kültürel ve toplumsal bir değişim meydana getirmiştir. Bu değişim, yerel kimliklerin ve ulusal egemenliğin aşınmasına yönelik bir tepki olarak popülist sağın yükselmesine zemin hazırlamıştır. Doğu eyaletlerindeki seçmenler, kendilerini globalleşmenin mağduru olarak görmüş ve ulusal kimliği koruma vaadi sunan AfD gibi partilere yönelmiştir.

Sahra Wagenknecht
Bündnis Sahra Wagenknecht (BSW) kurucusu Sahra Wagenknecht (Erbil Başay / AA, 23 Ekim 2023)

 

Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’daki 2024 Seçimleri ve Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW)

2024’te Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da gerçekleştirilen eyalet seçimleri, Alman siyasi erozyonunun somut göstergelerinden biridir. Bu seçimlerde, özellikle Doğu Almanya’daki ekonomik zorluklar ve siyasi hayal kırıklıkları, Sol Parti'den koparak yeni bir parti kuran Sahra Wagenknecht’in adını taşıyan İttifakın (BSW) yükselmesine zemin hazırlamıştır. Wagenknecht, sol popülist bir retorik ile ekonomi ve ulusal egemenlik ekseninde taban kazanmış, müesses nizamın ana akım partilerin tabanından oy devşirmeyi başarmıştır.

Bu bağlamda, BSW’nin başarısı, popülist liderlik teorisi çerçevesinde değerlendirilebilir. Ernesto Laclau’nun tanımladığı gibi, popülist liderler, halkın yaygın hoşnutsuzluklarını simgesel bir “halk” kategorisi etrafında toparlayarak, mevcut siyasi ve ekonomik düzeni eleştirirler. Wagenknecht’in popülist sol söylemi, neoliberal ekonomi politikalarına karşı sert bir eleştiri getirirken, aynı zamanda Almanya’nın mülteci politikalarını da tenkit ederek milliyetçi tabanı hedeflemiştir. Bu söylem, hem sağ hem de sol seçmeni cezbederek, geleneksel partiler üzerinde baskı oluşturmuştur.

Saksonya, Thüringen ve Brandenburg seçimleri, özellikle Doğu Almanya’daki siyasal kırılmaları açıkça gözler önüne sermiştir. Bu bölgelerdeki seçmenler, merkez partilerin sorunlarına çözüm sunamadığına inanmakta ve radikal siyasi alternatifler arayışına yönelmektedir. Bu süreçte, Cleavage Teorisi (Lipset ve Rokkan), siyasi kırılmaların sosyoekonomik ve kültürel tabanlı olduğunu ve parti sistemindeki değişimlerin bu kırılmalarla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir. BSW’nin yükselişi, bu bağlamda değerlendirildiğinde, mevcut siyasi düzenin temsil gücünün zayıfladığının bir göstergesi olarak okunabilir.

Alman parti sistemindeki erozyonun gelecekte de devam etmesi muhtemeldir. Alain Touraine’in “kriz demokrasisi” kavramı, Alman siyasi sisteminin giderek krizlere daha duyarlı hale geldiğini ortaya koymaktadır. Geleneksel partilerin taban kaybetmesi ve popülist hareketlerin güçlenmesi, koalisyon hükümetlerinin daha da kırılgan olacağı anlamına gelmektedir. Özellikle doğu eyaletlerinde AfD ve BSW gibi partilerin yükselmesi, Almanya’nın federal yapısında bölgesel farklılıkları daha da derinleştirecektir. Bu durum, siyasi istikrarı tehdit edebilir ve gelecekte yönetilmesi zor krizlere yol açabilir.

Federal Almanya'nın geleceğinde, büyük koalisyon hükümetlerinin zayıflaması ve daha kısa ömürlü koalisyonların kurulması beklenmektedir. Popülist partilerin etkisi altında kurulacak koalisyonlar, Almanya’nın iç politikasında daha radikal politikaların uygulanmasına yol açabilir. Aynı zamanda, AfD ve BSW gibi partilerin Avrupa Birliği ve ABD karşıtı söylemleri, Almanya’nın AB içerisindeki entegrasyon sürecini zora sokabilir ve transatlantik bağını zayıflatabilir. Özellikle Wagenknecht’in milliyetçi ve anti-AB retoriği, Almanya’nın AB politikasında köklü değişikliklere neden olabilir.

Alman parti sisteminin geleceği, siyasal kutuplaşmayı yönetme kapasitesine bağlı olacaktır. Arend Lijphart’ın “konsensüs demokrasisi” teorisine göre, Almanya’nın siyasi yapısının koalisyon hükümetleri ve çoğulcu demokrasiyle bu süreçleri yönetmesi mümkündür. Ancak parti sistemindeki erozyon ve popülist partilerin yükselişi, bu yapıyı daha da kırılgan hale getirebilir. Siyasi krizler ve toplumsal kutuplaşma, Almanya’nın demokratik yapısı üzerinde ciddi bir tehdit oluşturabilir.

 

2025 Genel Seçim Öngörüsü

Alman parti sistemi, son yıllarda hızla parçalanarak erozyona uğramıştır. Bu sürecin 2025 genel seçimlerinde daha da belirgin hale gelmesi muhtemeldir. BSW ve AfD’nin yükselişi, seçimlerin sonuçlarını ve Almanya’nın siyasi yapısını ciddi şekilde etkileyecek iki önemli başat aktör olma potansiyeline sahiptir.

Wagenknecht’in daha popülist, sol milliyetçi ve sistem eleştirisi üzerine kurulu politikaları, hem geleneksel sol seçmeni hem de SPD’den kopan kitleleri çekebilir. Bu ittifak, özellikle doğu eyaletlerinde ekonomik eşitsizlik ve sosyal adalet temalarına odaklanarak güçlü bir alternatif meydana getirebilir. Wagenknecht’in eleştirileri, neoliberal politikaların mağduru olan işçi sınıfı ve düşük gelirli seçmenler için cazip bir seçenek olabilir. Bu durum SPD ve Yeşiller gibi partilerin seçmen tabanına da zarar verecektir.

AfD, özellikle doğu eyaletlerinde büyük başarılar elde ederek, Alman siyasetinde sağ popülist bir dalga doğurmuşur. Göçmen karşıtlığı, ulusal egemenlik ve Avrupa Birliği eleştirileri üzerinden yükselen AfD, 2025 seçimlerinde de bu temaları kullanarak geniş bir seçmen desteği sağlamayı hedeflemektedir. AfD’nin özellikle ekonomik ve kültürel güvencesizlik yaşayan kesimler arasında destek bulması muhtemeldir. Ayrıca BSW’nin merkez sol kesimi zayıflatması, AfD’ye merkez sağ yelpazesinde popülist seçmenleri daha fazla konsolide etme fırsatı sunacaktır.

BSW, merkez-sol bloktaki partileri zayıflatırken, AfD sağ popülist blokta güçlenmeye devam edecek. Bu durum, seçim sonrası koalisyonların kurulmasını daha da zorlaştıracak ve Almanya’nın yönetilebilirlik krizini derinleştirecektir.

Parti sistemindeki kutuplaşma ve parçalanma, federal düzeyde istikrarlı koalisyon hükümetlerinin kurulmasını zorlaştıracaktır. Geleneksel olarak CDU/CSU ve SPD gibi büyük partiler, daha önce küçük bir partiyle koalisyona giderek hükümet oluşturabiliyordu. Ancak, parti sisteminin parçalanmasıyla birlikte üç partili veya daha fazla sayıda partinin katıldığı koalisyonlar zorunlu hale gelmiştir. Bu durum, koalisyon müzakerelerini daha karmaşık ve uzun bir süreç haline getirirken, koalisyon içindeki politik uyumun da daha zor sağlanmasına yol açmaktadır. Bu tür çok partili koalisyonlar, siyaset geliştirmekte sürekli taviz vermeyi gerektirir ve hükümetin istikrarını tehdit eden iç çatışmalara yol açabilir. En nihayetinde AfD ve BSW’nin yükselişi, Alman siyasi sistemini daha kutuplaşmış ve parçalanmış konuma getirerek yönetilemez bir hale dönüşme tehlikesi taşıdığını göstermektedir.

 

Kaynakça

  1. Crouch, C. (2004). Post-Democracy. Polity Press.
  2. Dahl, R. A. (1989). Democracy and Its Critics. Yale University Press.
  3. Hacker, J. S., & Pierson, P. (2010). Winner-Take-All Politics: How Washington Made the Rich Richer—and Turned Its Back on the Middle Class*. Simon & Schuster.
  4. Lijphart, A. (1999). Patterns of Democracy: Government Forms and Performance in Thirty-Six Countries. Yale University Press.
  5. Lipset, S. M., & Rokkan, S. (1967). Party Systems and Voter Alignments: Cross-National Perspectives. Free Press.
  6. Sartori, G. (2005). Parties and Party Systems: A Framework for Analysis. ECPR Press.
  7. Wallerstein, I. (1974). The Modern World-System I: Capitalist Agriculture and the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth Century. Academic Press.
  8. Lipset, S. M., & Rokkan, S. (1967). Cleavage Structures, Party Systems, and Voter Alignments: An Introduction. Oxford University Press.
  9. Inglehart, R. (1997). Modernization and Postmodernization: Cultural, Economic, and Political Change in 43 Societies. Princeton University Press.
  10. Laclau, E. (2005). On Populist Reason. Verso.
  11. Touraine, A. (2010). The Post-Industrial Society: Tomorrow's Social History. Random House.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası