Kriter > Dosya > Dosya / Avrupa |

Almanya Siyaseti Nereye Koşuyor?


Seçimlerden sonra defalarca iddia edildiği gibi, federal hükümetin koalisyonundaki üç partinin artık “kendilerini toparlayacağına” inanmak için büyük bir iyimserlik gerekiyor. SPD, Yeşiller ve FDP'den oluşan üç partili ittifak, yolun sonuna gelmiş görünüyor. Seçim yapılan eyaletlerdeki siyasi atmosfer çoktan Berlin’i de etkisi altına almış durumda. Eylül 2025 seçimlerine kadar hükümetin dayanabileceğine kimse inanmıyor.

Almanya Siyaseti Nereye Koşuyor

1 Eylül 2024 günü Almanya’da iki eyalette seçim vardı. Thüringen ve Saksonya eyaletlerindeki seçimlerin sonucunu herkesin büyük bir heyecanla beklemesi, aslında aşırı sağcı AfD Partisi’nin bu iki eyalette birinci parti olup olamayacağı ve yukarı doğru ne kadar oy alacağı sorusuydu. Sonuçlar, seçim öncesi yapılan kamuoyu tahminlerini yanıltmadı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da aşırı sağcı bir parti, ilk defa bir eyalette birinci parti olarak sandıktan çıktı. Thüringen eyaletinde aşırı sağcı AfD, seçimi Hristiyan Demokratlar CDU’nun yaklaşık 10 puan önünde tamamladı, verilen oyların üçte birine yakınını almayı başardı ve 88 sandalyeli eyalet parlamentosunda 32 temsilci ile önemli bir güce ulaştı. Aynı gün yapılan Saksonya seçimlerinde de ikinci olmasına rağmen 120 sandalyesi olan bu eyalet parlamentosunda da 40 temsilci ile üçte birlik parlamento çoğunluğuna ulaşarak önemli bir güce erişti.

Her üç eyalette yapılan seçimlerde Alman Sol Partisi Die Linke, seçimin kaybedeni olarak hafızalara kazındı. Thüringen eyaletinde iktidar partisi iken oylarının üçte ikisini yitirerek iktidardan da oldu. Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde ise yüzde 5’lik seçim barajı altında kalarak parlamentolara veda etti. Merkezin solunda yeni kurulan BSW Partisi ise her üç eyalette yüzde 10’un üzerine çıkarak büyük bir başarı elde etti.

22 Eylül’de gerçekleştirilen Brandenburg eyaleti seçimleri ise Alman siyaseti açısından tam bir test oldu. Uzun yıllardır Sosyal Demokrat Parti SPD’nin kalesi durumunda olan bu eyalette aşırı sağcı AfD, -SPD bir önceki seçim dönemine göre oylarını artırmasına rağmen- SPD ile başa baş bir seçim yarışı çıkardı. Çok daha ilginci, AfD, Alman seçim sistemine göre her seçmen tarafından iki oyun kullanıldığı parlamento seçimlerinde, doğrudan alınan oylarda, seçim çevrelerine göre her üç eyalette de birinci siyasi güç olmuş durumda. AfD, dar bölge usulüne göre parlamentoya doğrudan temsilci gönderme konusunda; Thüringen’de 29, Saksonya’da 28, Brandenburg eyaletinde ise 25 temsilcisini parlamentoya yolladı. Bu durum, seçim yapılan her üç eyalette de aşırı sağcıların artık belirleyici bir güç durumunda olduğunu gösteriyor.

 

Seçimler Kırılma Noktası mı?

Bazı uzmanlar, her üç eyalette yapılan seçimleri, Almanya siyasetinde bir kırılma noktası olarak tanımlıyor. Ancak durum hiç de öyle değil. Alman siyasetinde asıl kırılma noktası Thüringen eyaletinde 2019’da yapılan seçim sonrası yaşananlardır.

2019 seçimleri sonrasında Thüringen eyaletinde hükümet kurma konusunda tam bir pat durumu oluşmuştu ve aşırı sağcı AfD’nin olmadığı bir koalisyon mümkün görünmüyordu. SPD, Sol Parti ve Yeşillerden oluşan üçlü koalisyon, bu eyalette azınlık hükümeti kurmak isterken, bir anda beklenmeyen bir şey oldu. AfD ve CDU eyalet parlamentosunda sadece beş sandalyesi olan FDP’nin adayı olan Thomas Kemmerich’i destekleyerek onun Thüringen başbakanı olarak seçilmesini sağladı. Buraya kadar her şey normal demokratik kurallar içerisinde işlemiş gibi görünmekle birlikte asıl büyük gürültü bundan sonra koptu. AfD’nin oylarıyla seçilen FDP başbakanına her taraftan tepki yağdı ve gelen baskılar sonucu FDP’nin Başbakanı Kemmerich, bir gün sonra eyalet başbakanlığından istifa etmek zorunda kaldı.

O zaman tepkiler ilk başta, aşırı sağcı AfD’nin oylarıyla seçildiği ve bunu kabul ettiği için Eyalet Başbakanı Kemmerich’in üzerinde yoğunlaşsa da sonradan yaşanan gelişmeler, Thüringen eyaletinde AfD ve CDU iş birliğinin planlı ve öngörülebilir bir siyasi hesap sonucu olduğunu ortaya koydu. Ancak kamuoyunun bu kadar sert tepki vereceği beklenmediği için, evdeki hesap çarşıya uymadı.

2019 seçimleri sonrasında asıl üzerinde durulması gereken, Thüringen’de AfD’nin ve Kemmerich’in tutumundan ziyade, CDU’nun böyle bir siyasi hesap içerisinde yer alıp AfD ile birlikte hareket etmesiydi. 2020’de yaşanan bu olay asıl kırılma noktası, Alman siyasetinde AfD ile iş birliği yapmaya hazır olan merkez partilerin varlığını da ortaya çıkarmıştı.

Bu olayın ardından, Merkel sonrası dönem için hazırlanan ve büyük umutlarla CDU’nun genel başkanlığına getirilen Kramp-Karrenbauer ise 2020’de yaşananlardan sonra genel başkanlıktan istifa ederek büyük umutlarla başladığı siyasi hayatını sonlandırdı. Genel başkan olarak seçildiğinde önündeki en büyük problemi, CDU’dan sağa kayan seçmeni geri getirmek ve partinin söylemleriyle sağa kaymasını önlemek olarak gören Kramp-Karrenbauer, genel başkanlıktan çekilmesiyle, hem kendisinin hem de partisinin bu konudaki başarısızlığını da kabullenmiş oldu.

En ilginci ise 2019 seçimleri sonrası Thüringen eyaletinde tartışılan bir figür olan aşırı sağcı AfD partisinin genel başkanı ve parti içerisindeki aşırı kanadın temsilcisi Björn Höcke, yeni yapılan seçimlerle hem parti içerisindeki yerini hem de Alman siyasetindeki konumunu pekiştirmiş oldu.

Almanya

Alman Siyasetinde Umutsuzluk, Kargaşa ve Kutuplaşma Hakim

2021’de yapılan seçimlerde, Merkel sonrası tam tabiri ile bir tufan yaşayan CDU, seçimlerde birinci parti olmasına rağmen koalisyon dışında kaldı. Ancak mevcut Trafik Lambası Koalisyonu da Almanlara bekledikleri umudu ve rahatlığı sağlayamayınca, seçmen kitleleri farklı tercihlere yönelmeye başladı. Son yapılan kamuoyu yoklamaları, bu seçmen tercihlerindeki yönelimleri ortaya koymaktadır. Pek çok eyalette üçüncü ya da dördüncü parti durumunda olan Alman Sosyal Demokratları yapılacak Bundestag seçimlerinde şimdiden kaybedenler listesinde yer alıyor.

Önceki parlamento seçimlerinde seçmen tercihlerinde öne çıkan ve seçmenden büyük bir teveccüh alan Yeşiller ise Trafik Lambası Koalisyonu içerisindeki kutuplaşmalar ve hükümette maliyetli çevreci politikalarda diretmesi nedeniyle seçmen nezdindeki sempatisini ve kabulünü kaybediyor. Uçlarda yer alan aşırı sağcı AfD Partisi’ni sol uçta bu dönemde BSW Partisi karşılıyor. AfD, şimdilerde sağ uçta yüzde 20’lik bir oy oranına, BSW ise sol uçta yüzde 10-12’lik bir oy potansiyeline sahip görünüyor. Bu durumda Alman siyasetinde yerleşik merkez partileri bu iki kutup arasında sıkışmış durumda.

Kutuplaşmalar, Alman güncel siyasetinde yerini uzun sürecek bir kargaşaya bırakmış durumda. Solingen’de yaşanan saldırı olayından sonra göçmenler ve yabancılar üzerindeki baskı artmıştı. Bugünlerde, toptancı bir şekilde yaşananların tüm sorumlusunun yabancılar ve Müslümanlar olduğu ifade ediliyor. Esasen, AfD’nin parti programında 2021’deki seçim beyannamesinde yer alan sınırların kapatılarak kontrollerin yeniden başlatılması, şimdilerde özgürlükçü söylemleriyle kendisine siyasi olarak büyük umut bağlanan SPD’den içişleri bakanı olan Nancy Feaser eliyle gerçekleştirilmektedir.

Alman gündelik siyasetinde umutsuzluğun hakim olmasındaki bir diğer olay ise seçim yapılan üç eyalette 26-24 yaş arası yani genç seçmenlerin her eyalette en az üçte birinin aşırı sağcı parti olan AfD’yi seçmesi. Umutsuzluğu korkunç boyutlara taşıyan ise genç seçmenler üzerinde yapılan araştırmalarda, seçmen tercihlerinin AfD’ye yönelmesinde tamamına yakının bilinçli hareket ettiği yönündeki ifadelerdir.

Alman gündelik siyasetindeki bu olumsuz durumun kolay kolay ortadan kalkmayacağı ve AfD’ye yönelen genç seçmenlerin tercihlerinde değişikliğe gitmeyecekleri anlaşılıyor.

 

SPD Cadı Kazanı, Hükümet Çatırdıyor

Thüringen ve Saksonya seçimleri sonrasında kendisini saklayan ve beyanatlarda bulunmayan Başbakan Olaf Scholz’a Brandenburg seçimleri sonrasında yeni bir rakip çıkmış durumda: Bu kişi, Brandenburg’da seçimi kaybetmediği gibi, AfD’nin bu eyalette güçlü çıkışına cevap veren SPD Brandenburg liste başı adayı Dietmar Woidke’den başkası değil. Bir sonraki seçimlerde Woidke muhtemelen Olaf Scholz yerine Bundestag seçimlerinde SPD’nin başbakan adayı olacak.

Ana muhalefet CDU ve diğer partilerin hükümete yönelik ağır eleştirileri, bilhassa son zamanlarda göçmenler üzerinden oluşturulan suni tartışmalar, Alman hükümetini iyice köşeye sıkıştırmış durumda. Scholz, adeta başarısızlığın sembolü olarak tasvir edilirken, Yeşillerden Başbakan Yardımcısı Habeck, Almanya’nın şimdiye kadar gördüğü en kötü ticaret bakanı, hatta en kötü bakan olarak vurgulanıyor. Alman Liberal Partisi (FDP) ise şimdiden gelecek dönemde parlamentoda olamayacağını adeta görürcesine, anlamını kaybetmiş bir siyasi hareket görünümünde.

Seçimlerden sonra defalarca iddia edildiği gibi, üç partinin artık “kendilerini toparlayacağına” inanmak için büyük bir iyimserlik gerekiyor. Gelecekte daha az tartışma olacağına ya da icraatlarda erteleme olmayacağına inanmak için hiçbir işaret yok. SPD, Yeşiller ve FDP'den oluşan üç partili ittifak, yolun sonuna gelmiş görünüyor. Seçim yapılan eyaletlerdeki siyasi atmosfer, çoktan Berlin’i de etkisi altına almış durumda. Eylül 2025 seçimlerine kadar hükümetin dayanabileceğine kimse inanmıyor.

 

Sorumlu Kim?

Aslında herkes bu soruya verilecek cevabı, pekala da biliyor. Almanya’da bir aşırı sağ hareket olarak AfD’nin giderek güçlenmesi, siyaset sahnesinde bu kadar güçlü yer almasına rağmen, yerleşik merkez siyasi hareketlerin, aşırı sağ hareketlere karşı bir tedbir almaya yanaşmaması düşündürücüdür. Merkez partilerin söylem ve aksiyonda değişikliğe gitmemeleri, hatta son zamanlarda Almanya’da sınırların kapatılması ve sınır kontrollerinin yeniden başlatılması tartışmalarında görüldüğü üzere, bu partiler tarafından aşırı sağ söylemleri aratmayacak tedbirlere başvurulması oldukça düşündürücü, bir o kadarda ürkütücüdür.

Merkez hareketlerin bu derin sessizliği, Alman seçmeninin mevcut merkez siyasi hareketlere güvenini yitirmesi, hatta refah düzeyi kayboldukça demokrasiye güvenlerini kaybetmeleri farklı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Hükümet içerisinde kargaşa ve göçmen karşıtlığı üzerinden yürütülen tartışmalar, AfD gibi çok tehlikeli olan ve Thüringen eyaletinde iç istihbarat dairelerince takip edilen aşırı sağ siyasi hareketin meşruiyet alanını genişletmektedir.

AfD’nin güçlenmesinin doğu eyaletlerinde olduğu iddiaları olsa da, geçmişte yapılan eyalet ve parlamento seçim sonuçları analiz edildiğinde, aşırı sağ olarak tanımlanan bu hareketin, tüm Almanya sathında var olduğu görülmektedir. Demokrasisi ile övünen Almanya’da meşru seçimlerle parlamentolarda yer alan AfD’ye yönelik diğer partilerin blok tutumu çok tehlikeli bir şekilde bu siyasi hareketi güçlendirmekte, bu hareketin alanını genişletmektedir. En önemlisi ise bu harekete karşı yürütülen tutum, farklı bir boyutuyla Alman demokrasisini sorgulanır hale getirmektedir.

Thüringen eyaleti ve diğer eyaletlerde yaşanan, koalisyonların kiminle olacağı tartışmaları, 2025’te Bundestag seçimleri sonrası federal düzeye taşınacak gibi görünmekte. Özellikle Thüringen eyaletinde başlayan sağcı muhafazakar bir parti olan CDU ile aşırı sol uçta yer alan ve kapitalizm karşıtı söylemleriyle bilinen BSW Partisi arasındaki koalisyon görüşmeleri, siyasi olarak çok tehlikeli olarak değerlendiriliyor. Thüringen eyaletindeki koalisyon görüşmelerinin tıkanması durumunda, AfD’nin hem bu eyalette hem de federal düzeyde siyaset alanını genişletebileceği ve taban bulacağı bilinmelidir.

Nereden bakılırsa bakılsın, Alman siyaseti tıkanmış durumda ve sağ-sol olmak üzere en uçlarda yer alan iki partinin baskısına boyun eğmiş durumda.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası