Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin konserler gibi bazı sanatsal etkinliklere yaptıkları devasa harcamalar, son günlerde çok sayıda habere konu oldu. Benzer rakamların, hatta çok daha fazlasının son beş senedir başka etkinlikler için harcandığı da anlaşıldı. Ortaya dökülen rakamlardan Ankara’da düzenlenen konserlerin her birine ortalama 60 milyon lirayı bulan paralar ödendiği açığa çıktı. Kentlerde pek çok altyapı sorunu bulunurken, üstelik bunların toplum hayatı üzerindeki olumsuz etkileri her geçen gün artarken bütçenin bu şekilde kullanılması, oldukça fazla sayıda eleştiriye konu oldu.
Ancak ortaya çıkan ödemelerin bunu da aşan bir yönü var. Dünyanın her yerinde olduğu gibi sanatçıların katıldıkları etkinlik başına ücret, bir diğer ifadeyle “kaşe” bedelleri ilgili herkes tarafından biliniyor. Zaten sanatçılar, etkinliklere en başından itibaren ayrılan bütçe doğrultusunda katılıyor. Bu nedenle ödenen rakamların açığa çıkmasıyla birlikte çok abartılı ve gerçek üstü oldukları yönünde eleştiriler belirdi. Nitekim organizasyonlara katılan bazı sanatçılar, kendilerine ödenen meblağın basına yansıyan resmi rakamların çok altında kaldığına ilişkin açıklamalar yaptılar. Bunun üzerine ilgili belediyeler, ödenen paranın konsere değil, sahne düzenlemesi de dahil olmak üzere organizasyonun tamamına ilişkin olduğunu iddia ettiler. Ancak bu cevabın da kamuoyunu tatmin edici olmadığı açık. Zira sanatçının ekibiyle birlikte talep ettiği ücretin on katından fazla bir meblağın organizasyonun tamamı için ödenmesi hiç de mantıklı değil. Aradaki farkın nereye gittiği ile ilgili olarak yasal bir süreç başladı. İçişleri Bakanlığı idari yönden, Ankara Başsavcılığı ise adli açıdan konuyu incelemeye aldı. Kamu kaynağının usulüne aykırı bir şekilde kullanılıp kullanılmadığıyla ilgili tespitleri, adli ve idari soruşturmaları yapan birimler verecek. Kaynakların usulsüz bir şekilde amacı dışında kullanılması, etik olduğu kadar hukuki bir mesele. Buradan hareketle asıl cevaplanması gereken soru, bu tür kültürel ve sanatsal faaliyetlerin yürütülmesinde kamu otoritesinin ve özellikle de yerel yönetimlerin rolünün ne olması gerektiği.
Merkezi İdare ve Yerel Yönetimler Ortaklığı
Kültür ve sanat hizmetleri, kamusal nitelik göstermeleri itibariyle, en genel şekilde devletin görev ve sorumluluk alanındaki faaliyetleri arasında yer alır. Söz konusu hizmetler, merkezi idare ile yerel yönetimlerin görev alanlarının kesişim noktasında bulunur. Kuşkusuz hizmetlerin sistematik ve düzenli sunumu açısından bu durum belli avantajlara sahiptir. Teorik olarak bakıldığında farklı yönetim organlarının aynı alanda sorumluluk sahibi olmalarının faaliyetlerin sürdürülmesinde herhangi bir aksaklığın ve kesintinin ortaya çıkmasını engelleyeceği söylenebilir. Ancak uygulamada söz konusu parçalı durumun her zaman olumlu sonuçlar doğurmadığı görülür. Zira merkezi idare ile yerel yönetimler arasında eş güdüm sağlanmadığı takdirde bazı hizmetler hiç sunulamazken diğer bazıları ise mükerrer olarak yürütülebilir. Tabii her şeyden önce yapılacak faaliyetlerin içlerinin iyi doldurulması gerekir. Konser gibi faaliyetler, aslında toplumun dinamikleri tarafından kendi içinde karşılanabilecek durumda. Nitekim dünyanın pek çok yerinde bu tür organizasyonlar, yerel yönetimlerin katkısı olmaksızın piyasa şartlarında ve bedeli katılımcılar tarafından ödenmek suretiyle sunuluyor. Ama dar gelirliler gibi dezavantajlı grupların da bunlara erişimini sağlamak için kamu otoritesinin bu tür etkinlikleri sübvanse etmesinin ya da doğrudan desteklemesinin örnekleriyle de sıklıkla karşılaşılıyor. Burada önemli olarak kaynakların doğru ve hukuka uygun şekilde kullanımı.
Popülerlik Arzusunun Gölgesinde Belediyecilik
Yerel yönetimlerin görev alanları, uzunca süreler teknik alanlarla sınırlı kaldı. Yol ve altyapı çalışmaları, imar sorunları ve temizlik hizmetleri gibi konular, belediyeler başta olmak üzere yerel yönetimlerin temel sorumluluk alanları olarak görüldü; bunun dışındaki alanlara çıkılması fazla tercih edilmedi. Ancak günümüzde kültürel alanda yürütülen faaliyetlerin toplumsal hayatın en önemli veçhelerinden biri olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Bunun yanında 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 13. maddesiyle belediyelere kültürel değerlerin korunması açısından çalışmalar yapılması, 14. maddesiyle kültür ve sanat hizmetlerinin yapılması veya yaptırılması, 18. maddesiyle kültür-sanat faaliyetleri gerçekleştirilmesi ve 77. maddesiyle de dayanışma ve katılım sağlamak amacıyla kültürel faaliyetlerin yapılması yükümlülükleri verildi. Dolayısıyla belediyelerin bu alandaki hizmetlerinin yasal çerçevesi bulunduğu gibi bunlar aynı zamanda söz konusu oluşumların sorumluluk alanı içerisinde bulunuyor. Ancak bu konuda ifrat-tefrit sorunuyla karşılaşıldığı söylenebilir. Bazı belediyeler, asli görevlerini yerine getirmek yerine kısa sürede sonuç alınan ve görünürlük düzeyi yüksek olan kültürel faaliyetlere ağırlık verdi. Popülerlik arzusu, temel belediyecilik hizmetlerinin önüne geçti. Özellikle altyapı hizmetlerinin hem büyük bütçe gerektirdiği hem de bunların sonuçlarının alınmasının uzun vadede gerçekleştiği bilinen bir durum. Üstelik bu hizmetlerin bazen gündelik hayattaki yansıması düşük olduğu için toplum nezdinde karşılık bulmaları da zor olabiliyor. Hatta tam tersine özellikle altyapı hizmetleri; trafik sorunu, kazılan çukurlar vs. nedeniyle insanların günlük hayatlarını zorlaştırdığı için olumsuz etki bile doğurabiliyor. Kategorik olarak bakıldığında kültürel alandan yürütülen hizmetlerin doğrudan halkla teması içeren ve etkileri kısa sürede ortaya çıkan kültür gezileri, konferanslar, festivaller gibi faaliyetlerde yoğunlaştığı görülüyor. Bu durumun en önemli nedeni, muhtemelen söz konusu faaliyetlerinin düzenlenmesinin nispeten kolay, sonuçlarının ortaya çıkmasının ise kısa vadeli olması. Dolayısıyla ortaya çıkan ürünler, milli kültürü tesis eden kültürel miras unsurlarının korunması ve gelecek nesillere aktarılması gibi makro bir hedeften çok popülerliğe odaklanıyor.
Kültür kavramının tanımı gereği içerdiği genişlikle yerel yönetimlerin yasalar tarafından çizilen hizmet sınırları kesiştiğinde bu alandaki çalışmaların yürütülmesi bakımından belirli sorunlarla karşılaşıldığı söylenebilecektir. Daha açık bir ifadeyle hem kültürel faaliyet kavramının içinin doldurulması hem de yetkiler çerçevesinde bunların yürütülmesi açısından uygulamada bazı sorunlarla karşılaşılabildiği görülüyor. Öncelikle diğer tüm hizmetler gibi kültürel faaliyetlerin yürütülmesinde de kamu kaynaklarının Verimlilik, Etkililik ve Tutumluluk (VET) ilkeleri doğrultusunda yürütülmesi elzem. Bu açıdan aynı nitelik ve içeriğe sahip bazı hizmetlerin eş zamanlı olarak farklı kamu kurum ve kuruluşları tarafından verilmesinin çok sayıda örneği mevcut. Mükerrer hizmet sunumu durumu, kamu kaynaklarının etkin ve verimli şekilde kullanılamamasına yol açıyor. Diğer bazı durumlarda ise sivil toplum kuruluşları tarafından verilen ya da bunların sunmasının daha uygun olacağı hizmetler yerel yönetimler aracılığıyla da yürütülüyor. Ancak “sivil” ve “gönüllü” bakış açısından uzaklaşılması nedeniyle aynı sonuçlar elde edilemiyor. Paydaşlar arasında eş güdüm sağlanamaması, bazı faaliyetlerin mükerrer olarak yapılmasına diğer birtakım hizmetlerin ise hiç sunulamamasına yol açabiliyor. Yerel ya da genel her bir yönetim organı, söz konusu faaliyetin bir başka birime ait olduğunu düşünebiliyor ve bu alanda çalışma yürütmekten kaçınılıyor. Dolayısıyla merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasında bu tür hizmetlerin sunumunda eş güdüm içinde hareket edilmesi faydalı olacaktır. Daha açık şekilde ifade etmek gerekirse, asli görevlerin yapılması sırasında mükerrer hizmet sunumuyla karşılaşılmıyor. Zira yerel yönetimler, büyük maliyetler gerektiren ve yapım süreçleri uzun vadeye yayılan hizmetlerin, merkezi hükümet tarafından yapılmasını bekliyor. İstanbul ve Ankara’da uzunca bir dönemdir metroların Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından üstlenilmesi, bu durumun en belirgin örneklerinden biri. Buna karşılık kültürel ve sanatsal etkinliklerde yerel yönetimlerin çok geniş bir çerçevede hareket etmesi popüler olanın tuzağına kolay düşülebildiğine işaret ediyor. Aynı şekilde yerel yönetim birimlerinin de kendi aralarında planlı ve eşgüdümlü şekilde hareket etmeleri önem taşıyor. Büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasındaki iletişim kopukluğu kamu kaynaklarının israfı gibi sonuçlar doğurabiliyor.
Başka bir sorun, belirli hizmet ve faaliyetlerin dönemsel olarak popüler hale gelmesi, adeta moda olması ve çok sayıda yerel yönetim biriminin bu yönde çalışmalarda bulunması yönünde beliriyor. Oysa bu tür etkinlikler, zaman içinde etkilerini kaybedebiliyor. Belirli kurslar ya da organizasyonlar bu kapsamda sayılabilir. Diğer pek çok alanda olduğunun aksine kültürel faaliyetlerin yürütülmesinde hizmet çeşitlendirmesi yapılmıyor, bu nedenden dolayı aynı faaliyet farkı, dönemlerde ya da bölgelerde benzer etkileri doğurmuyor. Mesela yol, kanalizasyon vs. konularda çalışmalar somut ihtiyaçlar doğrultusunda yürütülürken kültürel faaliyetler bağlamında ihtiyaç ve fizibilite analizleri yapılmadığı aşikar. Bunun yanında, hizmetin toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmesi ya da doğrudan halkın taleplerinden çıkması gibi etmenler göz önünde bulundurulmuyor. Aynı etkinliklerin toplumsal bir talep doğrultusunda düzenlenip düzenlemediği ya da farklı yaş grupları nezdindeki karşılıklarının ne olduğu da çoğunlukla soru işaretleri üretiyor.
Öte yandan kültürel faaliyetlerin diğer kamu hizmetlerine göre özgünlük boyutunun çok daha yüksek olduğu açık. Yerel düzeydeki kültürel kodlar, bölgeden bölgeye farklılaşabilir. Bu durum, her bir faaliyetin, yürütüldüğü coğrafi ve toplumsal dokunun özellikleri göz önüne alınarak planlanmasını gerektiriyor. Bir faaliyetin, kağıt üzerinde ne kadar cazip görünürse görünsün her yerde aynı etkileri doğurmayacağının farkında olmak gerekir. Hizmetlerin yerel ihtiyaçlar ve imkanlar doğrultusunda düzenlenmesi ve planlanması amacına hizmet edecek mekanizmalar geliştirilmesi gerekli. Özellikle kültürel üretime katılım, kültür hizmetlerine erişim ve kültürel üretimin ekonomik gelişime ve kalkınmaya katkılarını geliştirilmeye yönelik tedbirleri içeren strateji belgeleri ve eylem planlarının yeterli olmaması, uzun vadeli çalışmalar yapılmasını engellemekte. Böylece faaliyetlerde bir bütünlük ve tutarlık sağlanamadığı gibi ülkenin kültür politikalarıyla belediyelerin aynı minvalde yürüttükleri hizmetler arasında geniş bir makas oluşabiliyor.
Denetim Gerekliliği
Demokratik sistemin mantığı içinde özellikle seçilmiş yöneticilerin yönettiği birimlerin, etkileri en kısa vadede ortaya çıkacak bazı faaliyetlere yoğunlaşmaları normal. Ancak tüm kamu kurum ve kuruluşlarının topluma karşı uzun vadeli sorumlulukları olduğu açık. Sonuçları hemen elde edilemeyecek olsa da belirli faaliyetlerin yürütülmesi kültürel unsurların gelecek nesillere taşınması ve kent kimliğinin sürmesi açısından zorunlu. Elbette özellikle kapsamlı faaliyetlerin yürütülmesine belirli yönetim birimlerinin maddi imkanlarının yetmemesi söz konusu olabilir. Burada merkezi idare ile yerel yönetimler arasında makul ve gerçekçi ihtiyaç analizlerinin planlamaların yapılmasının zorunlu olduğu gerçeğiyle bir kez daha karşılaşılıyor. Söz konusu planlamanın merkezi bir bakış açısıyla hayata geçirilmesi yerine, sorunun tüm paydaşlarını içine alan katılımcı, demokratik ve müzakereci bir tarzda yapılması önem arz ediyor. Bunun dışında yöneticilerin kamu kaynaklarını kullandıklarını akıllarından hiç çıkarmamaları gerekiyor. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, merkezi yönetim kadar belediyelerin de yükümlülükleri. Belediyelerin pek çok konuda belirli bir harcama esnekliğine sahip olmaları doğal. Merkezi yönetimin öncelik planlamasını yerel yönetimlerin doğrudan kendisine bırakması ve idari vesayet mekanizmalarına mümkün olduğunca az şekilde başvurması, demokratik ideallere uygun bir tutum olarak görülebilir. Ancak bu durum, yerel yönetimlerin sınırsız bir hareket alanına sahip oldukları anlamına gelmiyor. Hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri, her kademedeki yöneticinin eylemlerinin sonucu hakkında hesap vermesi. Kamu yöneticilerinin kararlarının denetime tabi olması, bunların hiçbir şekilde kısıtlanmayan bir hareket alanı içinde olmadıklarını bilmeleri toplumun çıkarı açısından zorunlu. Aksi takdirde kaynakların kullanımının tamamen nesnel şekilde ve somut ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılmasını sağlamak mümkün değil.