Kriter > Dosya > Dosya / Yeniden Trump |

İkinci Trump Döneminde Filistin-İsrail Hattı


Küresel kırılganlıkların fazlalaştığı bir dönemde, ABD’yi bir istikrar adasına dönüştürme idealiyle kendi toplumunu yeni bir siyasal kimlik üzerinden birleştirmeye çalışan Trump, aynı zamanda küresel siyasete dair mesajlarıyla da ABD’nin hegemonik gücünü yeniden konsolide etmeyi amaçlamaktadır. Tam da bu noktada, akıllara gelen ilk soru, Trump yönetiminin işgal devleti eliyle Gazze’de gerçekleşen soykırım ve Batı Şeria’ya sıçrayan katliamlar karşısında nasıl bir pozisyon alacağıdır.

İkinci Trump Döneminde Filistin-İsrail Hattı

ABD’deki başkanlık seçimleri, tüm dünyanın gündemini son bir yıldır ciddi şekilde meşgul etti. Küresel siyaseti derinden etkileyen gelişmelerin tezahürüyle sistemik fay hatlarının tetiklenmesi, Beyaz Saray’ın yeni sakininin izleyeceği stratejileri, belki de hiç olmadığı kadar önemli bir noktaya taşıdı. Bu süreçte, en az Amerikan halkı ve elitleri kadar yerküre üzerindeki birçok ülkede de Amerikan başkanlık yarışı sanki bir iç siyaset meselesiymişçesine takip edildi. Adaylar ve seçimlerin olası sonuçları üzerinden birçok tahmin yürütülürken özellikle Donald Trump’ın başkan seçilmesi halinde ortaya çıkabilecek ihtimaller üzerine düşünce kuruluşları, uzmanlar ve hatta siyasal elitler tarafından farklı senaryolar detaylı bir şekilde çalışıldı.

Kamala Harris ve Trump arasındaki rekabet, ABD siyasal hayatında rastlanılan tipik Demokrat-Cumhuriyetçi mücadelesinden öte bir anlama sahipti. Her ne kadar Amerikan halkının öncelikleri bağlamında ekonomik sorunlar, göçmen meselesi ve sağlık sistemiyle ilgili hususlar, seçim propaganda sürecinde önemli bir yer işgal etmekle birlikte her iki aday da daha fazla destek bulmak için, Rusya-Ukrayna Savaşı, Gazze’deki soykırım gibi ana başlıklara sıklıkla referans verdi. Joe Biden’ın demokrat bir yönetimden beklenecek ilkesel duruşu Gazze’deki soykırım sürecinde ortaya koymaması ve siyonist yönetimin korunması ve meşrulaştırılması için insanüstü bir çaba sarf etmesi, seçim sonucunda Filistin ve Lübnan sathında işgal devleti eliyle gerçekleşen katliamların sona erip ermeyeceğine dair belirsizliği daha da derinleştirdi.

Seçim sürecinde Trump’a yönelik oluşan tedirginliklerin altında yatan başlıca etmen, yeni başkanın öngörülemezliğiyle ilgiliydi. Harris’i destekleyen odaklar, bu zemin üzerinden Trump karşıtı söylemi güçlendirerek yaşanan krizlerin çözümünün ancak Demokratların devam ettiği bir yönetim eliyle mümkün olabileceğini herkesi ikna etmeye çalıştı. Amerikan siyasal kodları bakımından Demokratların daha rasyonel davranmaya meyilli olduğu yönünde bir sav, seçim sürecinde farklı sınamalardan geçti. Gazze, Lübnan ve Ukrayna sahasında Biden yönetiminin krizi derinleştiren hamleleri, gerek Amerikan toplumunda gerekse tüm dünyada Demokrat rasyonelliği ya da öngörülebilirliği algısını büyük oranda yok etti. Bunun sonucunda öngörülemez şeklinde tanımlanan Trump’ın vaat ettiği rasyonellik, öngörülebilir Harris’in irrasyonelliğini galebe çalarak ABD siyasal hayatında tarihi addedilebilecek bir kırılma meydana getirdi.

Trump’ın dört yıllık bir aranın ardından yeniden başkan seçilmesiyle, ABD iç ve dış siyasetinde yeni formülasyonlar ekseninde bir stratejinin geliştirileceğine yönelik emareler gözlemlenmektedir. Seçim sürecinde sürekli barış ve istikrarın tesisine vurgu yapan Trump, Biden yönetimini yetersizlik ve iradesizlik üzerinden eleştirerek kendisini düzeni muhafaza edecek yegane kişi olarak tanımlamıştır. Küresel kırılganlıkların fazlalaştığı bir dönemde ABD’yi bir istikrar adasına dönüştürme idealiyle kendi toplumunu yeni bir siyasal kimlik etrafından birleştirmeye çalışan Trump, aynı zamanda küresel siyasete dair mesajlarıyla da ABD’nin hegemonik gücünü yeniden konsolide etmeyi amaçlamaktadır. Tam da bu noktada, akıllara gelen ilk soru, Trump yönetiminin işgal devleti eliyle Gazze’de gerçekleşen soykırım ve Batı Şeria’ya sıçrayan katliamlar karşısında nasıl bir pozisyon alacağıdır. Burada Trump’ın ilk önceliğinin mutlak surette Gazze olacağı yönünde indirgemeci bir yaklaşımda bulunulmamaktadır. Elbette Trump ve ekibi, Beyaz Saray’da göreve başladıkları andan itibaren Rusya-Ukrayna, Çin ve İran dosyalarında önemli aksiyonlar alacaklardır. Lakin Trump ve aday gösterilen ekibinin karakteristik özellikleri, dini ve ideolojik arka planları ve Trump’ın önceki başkanlık döneminde benimsediği siyaset tarzı göz önünde bulundurulduğunda, Filistin-İsrail bağlamında statüko değişikliğine gidilip gidilmeyeceği hususu, yeni başkanın yol haritasında en fazla merak edilen konu olarak karşımızda durmaktadır.

İsrail'in Gazze'ye saldırıları 405 gündür sürüyor, AA İNFO
İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten bu yana düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 43 bin 736'ya yükseldi. (Nuray Yüksel / AA, 14 Kasım 2024)

 

Yaptıkları mı Yoksa Vaatleri mi Yapacaklarının Teminatı Olacak?

Siyasal propaganda sürecinde vaatler, olmazsa olmazlardandır. Özellikle de seçim yarışında yer alan adayın daha önce bir yönetim tecrübesi var ise bu durumda geçmişte yapılanlara yönelik atıflarla propaganda sürecindeki vaat ve söylemler güçlendirilmeye ve seçmenlere garanti verecek bir referans noktası oluşturulmaya çalışılır. Bu minvalde, 20 Ocak’ta başlayacak yeni dönemle birlikte Trump’ın uygulamaya koyacağı tüm politikalarda, seçim sürecindeki vaatleriyle bir önceki dönemin pratiklerinin sürekli kıyaslanacağı aşikardır.

Trump, seçim sürecindeki konuşmalarında Gazze’de ateşkesin sağlanması ve bölgede gerilimin düşürülmesi kapsamında tüm dünyaya garanti veren bir üslubu benimsedi. Biden yönetimini ciddi biçimde eleştiren Trump, Gazze’deki soykırım nedeniyle Demokratlara öfkeli Müslüman seçmenin oyunu alabilmek için Filistin topraklarına barışı getirebilecek tek isim olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalıştı. 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden İsrail saldırganlığının boyutları ve ABD yönetiminin soykırımcı Netanyahu hükümetine koşulsuz desteği göz önünde bulundurulduğunda, Trump’ın izleyeceği siyasetin, Filistin-İsrail çatışmasının seyrini ve bölgesel düzenin geleceğini doğrudan şekillendireceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Göreve başladığı andan itibaren gerek Amerikan müesses nizamıyla girişeceği mücadelede gerekse Çin ve İran’a dair atacağı adımlarda elini rahatlatmak isteyen Trump, gündemini rahatlatmak adına Gazze konusunda Netanyahu’yu sınırlandırma gibi radikal girişimlerde bulunma potansiyeline sahiptir. Siyonist yönetim karşıtı Amerikan vatandaşlarının temel beklentisi de tam olarak bu yöndedir. Seçim sürecinin kodlarına odaklanıldığında Trump tarafından verilen vaatlerin Gazze’ye soluk aldıracak ve soykırıma maruz kalan Filistinlilerin görece de olsa yaşam alanına kavuşmasına olanak tanıyacak niteliği, Amerikan ve uluslararası kamuoyunda yükselen taleple doğrudan ilişkilidir. Bununla birlikte, Trump tarafından yürütülen İsrail yanlısı siyaset ise zihinlerdeki belirsizlikleri artırmaktadır.

Trump’ın ilk döneminde, ABD-İsrail ilişkilerinin geleneksel çizgisini değiştiren adımlar atıldığı herkes tarafından bilinmektedir. ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması yönünde Trump’ın Aralık 2017’de imzaladığı başkanlık kararnamesi, sahadaki krizi derinleştirirken bir taraftan da siyonist yönetimin daha da pervasızlaştığı bir iklimi meydana getirdi. BM Güvenlik Konseyi’nin iki devletli çözüm yaklaşımı kapsamında Doğu ve Batı Kudüs ayrımı üzerine bina edilen 242 sayılı kararının yok sayıldığı mezkûr kararname ile Trump yönetimi, ABD dış politikasında sapma şeklinde tanımlanabilecek bir fiilde bulundu. Kudüs’ü tam manasıyla İsrail egemenliği altında tanıyan Trump, “Yüzyılın Anlaşması” önerisiyle de Filistin siyasal kimliği ve gerçekliğini yok edecek bir anlayış benimsedi. Filistin toplumunun kahir ekseriyetinde karşılık bulan ve Filistin siyasal sisteminin iki başat aktöründen biri olan HAMAS’ın ötekileştirildiği, dışlandığı bir çerçeve üzerinden Beyaz Saray, Ramallah yönetimine yeni bir statükoyu dayatmaya çalıştı. Bu radikal hamlelere karşı Arap dünyasında oluşabilecek tepkileri minimize etmek için bölgenin siyasal, toplumsal ve ekonomik kırılganlığını kullanan Trump, Arap rejimlerine varoluşsal meydan okumalarla karşı karşıya kalmamaları ve ABD desteğini yanlarında hissetmeleri için İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi bir çıkış yolu olarak sundu. Böylece Ortadoğu’da Tel Aviv’in güvenliği ve çıkarlarını merkeze alan bir düzeni, bölgesel aktörlere tek alternatif olarak kabul ettirmeye çalışan Beyaz Saray yönetimi, sarstıkları dengeyle siyonist yönetimin teo-politik yayılmacılığını hızlandırmasına ve ötekileştirdiği tüm toplulukları katletmeyi meşru gören siyasetini hayata geçirmesine kapı araladı.

Bugün gelinen noktada, işgal altındaki topraklarda siyonist saldırganlığı engelleyecek hamlelerin Trump’ın geçmiş dönemde izlediği siyaset ve yeni kabineye önerdiği isimler nedeniyle yeni ABD yönetiminden gelmesinin ne kadar gerçekçi olduğu önemli bir tartışma konusudur. Bununla birlikte Trump’ın seçmenine verdiği sözler ve Tel Aviv üzerinde caydırıcı baskı kurabilecek mahiyetteki rolü, çözümün yegane odağının Beyaz Saray olduğu yönündeki umudu kuvvetlendirmektedir. Bu dikotomik durum, Trump’ın önümüzdeki aylarda vereceği sınavla netliğe kavuşacaktır. Bu çerçevede Gazze’deki soykırımın öncelikle sonlandırılması, adil ve sürdürülebilir bir ateşkesin imzalanması konusunda Beyaz Saray’ın atacağı gerçekçi adımlar, bölgenin barış ve istikrarı için hayati önemi haizdir. Bu yönüyle son söz mahiyetinde ifade etmek gerekirse, Trump ve ekibi ya teo-politik gerilimlerin arttığı Ortadoğu zemininde sistemik dönüşümü beraberinde getirecek bir savaş ya da Netanyahu ve ekibini dizginleyerek saldırganlığın ve yayılmacılığın kontrol altına alındığı görece bir barış ortamının inşasında rol oynayacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası