Kriter > Siyaset |

Darbeler, Aydın Hıncı ve Tarihsel Süreklilik


Merkezi temsil ettiği düşünülen CHP ve etrafındaki hınçlı aydınlar askeri müdahaleleri Türkiye’deki sıyası sorunların çözümünün “tabii” bir neticesi olarak görüyor.

Darbeler Aydın Hıncı ve Tarihsel Süreklilik
28 Şubat sürecine gelinen süreçte, 30 Ocak 1997'deki Kudüs gecesi bahane edilerek, 4 Şubat 1997 günü Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu’na ait tanklar Sincan’ın ana caddelerinden geçti.

Türkiye’de 1960’tan beri süregelen darbeler sadece ülkedeki sivil-asker ilişkileri açısından değil sol Kemalistlerde bir kültürel miras şeklinde aktarılan hınçlı aydın tutumu bakımından da ele alınmalıdır. Zira memlekette yönetime el koyma makus geleneği olarak askeri darbelerin tarihi aynı zamanda aydınların darbe süreçlerinde ve sonrasında oynadıkları rolle doğrudan bağlantılıdır. Bahsettiğimiz aydınların darbe dönemlerindeki ruh halini anlamak demek o zaman zarfında hakim olan duygusal yatkınlıkları, belirleyici kolektif imgeleri, döneme rengini veren dünya görüşünü ve aydınlarda siyasete belirli bir tarzda yönelme, onu algılama ve görme biçimlerini de kavramak demektir. Ne var ki Türkiye’de darbelerin tarihini yazanlar aydınların inşa ettiği kurucu prensipleri uzun süre görmezden geldiler ya da günümüzdeki bazı yaklaşımları geçmişin ışığında düşünmediler.

Türkiye’de öteden beri askeri darbeler üzerine yazılanları hakkını vererek ele almanın iki yolu vardır: Birincisi konuyla ilgili kitapları ve metinleri açarak darbeyle cümlelerin devinimi, argümanların akışı ve bölümlerin mimarisinde karşılaşmak; buna tekilleştiren okuma biçimi de denilebilir. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Duru gibi isimlerin deneme ve günlükleri bu zaviyeden yorumlanabilir. Diğer yol da kitaplar ve metinlerden bağlama gitmek ve yazarları onun gerçek anlamına ilişkin bir şeyler açığa vuran meta-kişisel ufuklarla ilişkili şekilde konumlandırmaktır. Açıktır ki bu yaklaşım tekilleştirmeyi bozan bir okuma anlamına gelir. Böylesi bir okuma ise ancak sol Kemalistlerden sosyalistlere uzanan süreli yayınlar göz önünde bulundurularak yapılabilir. Türkiye’deki yönetici ideolojiyle silahlı kuvvetlerin toplumda siyasi söylemi manipüle etme ve şekillendirme yöntemleri arasındaki ilişkinin altını çizmek için bu tür yayınlar olmazsa olmazdır. Gelgelelim “zinde güçler”den medet uman aydınların gazetelerde yazdıkları siyasi iktidara karşı demokratik bir karşı çıkış şeklinde tanımlandığından, onların yaptıkları uzun zaman darbeye yol açan bir faaliyet şeklinde görülmemiştir.

27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra asker-sivil ilişkilerinin aldığı biçimi sol Kemalist yahut sosyalist çevrelerin yazdıkları üzerinden değerlendirmek için her şeyden önce mesafeye ihtiyaç var. Hatta sol çevrelerin kendi hamasi söylemlerinin tahkimatı için 12 Mart ve 12 Eylül üzerinden darbe karşıtlığını çokça seslendirmelerine karşın 27 Mayıs, 28 Şubat ve 15 Temmuz söz konusu olduğunda bir noktadan sonra darbe karşıtlığının retoriğin ötesine geçemediğini söylemek bile mümkün hale gelir. Böylesi bir değerlendirme halihazırda içinde yaşadığımız sürece nasıl geldiğimizi anlama çabası açısından da kayda değer bir katkı sunacaktır.

Tutumların Farkında Olmak

Türkiye’de hınçlı aydınların darbelerle ilişkisinin kapsamı muazzamdır dolayısıyla konuyu ele almaya çalışırken çok seçici olmak kaçınılmazdır. Hınçlı tutumun “ilerici” siyasetlerin yapısı ve tarihsel kökleri hakkında uzun izahlardan ziyade retorik tiplerini ana hatlarıyla belirtmek iyi bir başlangıç olacaktır. Her ne kadar aydınlar 1960’lardan beri kitlelerin giderek bilinçleneceğini ve aydınlanarak er ya da geç sol Kemalistleri iktidara getireceğini çeşitli vesilelerle ifade etmişlerse de seçim sonuçlarının umduklarının aksine çıkması onları başka arayışlara yöneltmiştir. Mesela bir aydın hareketi şeklinde beliren sol düşüncenin ilk önemli çıkışı Yön dergisi ile Devrim yazarlarının sıkça kullandıkları deyimlerden birinin “cici demokrasi” olması bununla bağlantılıdır. Benzeri bir akıl yürütme çizgisinin 28 Şubat darbesi sırasında da yüzeye çıktığı bilinmektedir.

Şayet tarih ütopyalarla dolu belirsiz bir bulmaca değil de yaşanmış olanın ta kendisi ise darbeler aynı zamanda aydın hıncının dışa vurulduğu zamanlardır. Bu uzun erimli oluşum süreci Şerif Mardin’in ifadesiyle Türkiye’de aydının memleket meseleleriyle ilgilenip karşılaştığı sorunları düzeltmeye çalışırken kendini nizam-ı alemci bir konuma yerleştirmesi çerçevesinde değerlendirilebilir. Düzeltmeyi de Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarından beri genellikle bürokrasi içinden yaptığından “Türk aydını kendini devletin ilerisi için sorumlu gören yöneticilerinden biri saymayı” alışkanlık haline getirmiştir.

Bu bağlamda darbelerin seyrine ayrı ayrı bakmak gerekirse 27 Mayıs Darbesi’ni gerçekleştirenlerin Demokrat Parti’yi devirme amacını hedef seçmeleri darbe sürecinde basında ve akademideki aydınların tavırlarıyla birebir örtüşür. Kaldı ki Kemalizm’i yeniden yorumlamak ya da modernleştirmek isteyen aydınların orduyu göreve çağırmaları bir sır değil. Dolayısıyla CHP’nin deneyimli diye baş tacı edilen lideri İsmet İnönü’nün 27 Mayıs’tan bir gün önce damadı Metin Toker’e uykuya yatmadan “İhtilal kapımızda” demesini güngörmüş bir siyasetçinin öngörüsüyle izah etmek imkansızdır. Aslında bu diyaloğun ortaya koyduğu husus merkezi temsil ettiği düşünülen CHP ve etrafındaki hınçlı aydınların askeri müdahaleleri Türkiye’de siyasi sorunların çözümünün son derece “tabii” bir neticesi olarak görmeleridir.

Milliyet Gazetesi,13 Haziran 1997

 

O yıllarda Rektör Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar başkanlığındaki İstanbul Üniversitesi Bilim Kurulu 27 Mayısçılara meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır. Böylece bir yandan darbecilerin yaptıklarının “Anayasa’ya ters düşmüş” bir siyasi iktidara karşı yasal bir eylem olduğunu ileri sürmüştür. Öte yandan da bununla bağlantılı olarak 28 Mayıs 1960’ta darbecilere yeni çözüm yolları öneren ve “Bugün içinde bulunduğumuz durumu adi ve siyasi bir hükümet darbesi saymak doğru değildir” diye başlayan ünlü Anayasa Komisyonu Raporu’nu sunmuştur.

Farkına varılması gereken en önemli husus da şudur: Darbenin hemen akabinde Aralık 1961’de Doğan Avcıoğlu’nun yönetiminde çıkmaya başlayan Yön dergisinde savunulan yaklaşımlar şu ya da bu ölçüde Türkiye’deki sol aydınların bakış açısında hala etkisini sürdürüyor. 1930’ların Kadro dergisine uzanan Kemalizm yorumunu sahiplenen aydınların yazılarına yansıyan hınç her şafakta askeri darbe beklentisini beraberinde getiriyor. Orduyu değerlendirme biçimi kalkınma, ilerleme ve sosyalizm gibi başlıklarla paralellik arz eden Yön çevresi askerlere tarihsel ve ilerici bir görev yüklemiştir. Sosyalistlerin de bulunduğu çok sayıda imzanın bildirisiyle yayımlanan Yön asker-sivil “zinde güçler”in iktidarı almasıyla tepeden gerçekleşecek milli demokratik devrimin yenileşme hareketlerinin lokomotifi olacağını öngörüyordu. İlginçtir 28 Şubat’tan itibaren tekrar palazlanan ulusalcı sola tekabül eden bir çizgidir.

Hem Yanılmak Hem de Yenilmek

Aslında mesele şöyle çerçevelenebilir: “Başka konularda birtakım anlaşmazlıklar yaşayan sol oluşumların acaba 27 Mayıs 1960 Darbesi konusunda örtük bir fikir birliğinde bulunması nasıl anlaşılmalı?” sorusu cevaplandırılmalıdır. Aslına bakılırsa solun kendini var etme fırsatı sunan bir darbeyi eleştirmesi akıl karı değildi. Karmaşık çelişkiler yumağını andıran 27 Mayıs darbe Anayasa’sıyla getirilen sendika, örgütlenme, sosyalist parti kurma vb. imkanlardan sonuna kadar yararlanan sol çevreler neredeyse tarih vererek, 9 Mart 1971’de ordunun darbe yapacağını muştulayarak on yıllık “başarı”yı konsolide etmek istedi. Hiç şüphesiz bu beklenti askeri müdahalenin kapitalist düzene karşı ve soldan yana olacağı ümidinden bağımsız değildi. Doğan Avcıoğlu ve Milli Demokratik Devrimcilerin umut bağladıkları ordu içindeki bir cenahın darbe hazırlığı içinde olduğu ulu orta konuşulan bir “sır” halindeydi. Bu ise en temelde ordu-siyaset eksenine ilişkin görüşlerinin Osmanlı’nın son zamanlarından beri var olan makus darbe geleneğinin gelişimini desteklemesinden kaynaklanıyordu. Ancak hazırlanan ve soldan sanılan bu darbe yerine 12 Mart Muhtırası’nın tam ters doğrultuda gerçekleşmesi meseleyi çetrefilleştirdi.

Türk solu içinde bazı yaklaşımları bakımından farklı bir yerde duran Hikmet Kıvılcımlı’nın 12 Mart Muhtırası için söylediği “Ordu kılıcını attı” sözü ya da 27 Mayıs’tan sonra Milli Birlik Komitesi’ne çektiği kutlama telgrafı da bu bağlamda hatırlanabilir. Belli dönemlerde kayda değer bir rol oynayan Kıvılcımlı 27 Mayıs ve Yön Hareketi’nin Eleştirisi kitabında Kemalizm’i ve 27 Mayıs Darbesi’ni açıkça över. Elbette siyasal arzunun darbecilik makinesine yatırılması sadece onunla sınırlı değildir. Mesela 1969’da çıkan ve 12 Mart Muhtırası tarafından kapatılan Devrim dergisi mümkünün sınırlarını zorlayan başka bir süreklilik örneğidir. Aslında buradan hareketle Türkiye’deki darbeleri aydınların dünya görüşleri ve zihniyetlerine etkisini kapsamlı bir şekilde yeniden görmeye çalışmak gerekir.

Türk siyasetinde belirleyici olan güç mücadelesine yön veren darbe yatkınlıkları kanaat üretim yapıları ve tahayyül biçimleri dikkate alınmazsa tam manasıyla anlaşılamaz. Darbe süreçlerinde köşebent aydınların rolünü başlı başına bir konu olarak irdeleyerek darbeler tarihi ile aydınlar tarihi arasında bir köprü kurmanın ötesine geçilebilir. Darbeci stratejilerle “Türkiye’yi kurtarmak için doğmuş” Hasan Cemal’in askerde, henüz yirmi dört yaşındayken gönderdiği bir mektubunda hem Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora yapmayı hem de özellikle Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde çalışmayı tutkuyla istemesi sebepsiz değildir.

Bu meselenin idraki için bir başka örnek 28 Şubat sürecinde nasıl bir rol oynadığı bilinen “siyaset sevdası” baskın Aydın Doğan’dır. Onun ameliyatlıyken kendisini ziyarete gelen Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin genel yayın yönetmenlerine “Gazetelerinizi bırakıp niye geldiniz buraya?” diyerek gürlemesi ve ardından da “Türkiye’yi Tansu’ya, Erbakan Hoca’ya bırakıp niye geldiniz? Ne işiniz var burada? Gazetelerinizin başına dönün!” diye sıkı bir fırça atması hevesleri, düşleri ve arzuları belirgin kılan müstesna bir örnektir. Her ne kadar anlatılan olaylar Derya Sazak’ın anlattıklarına dayansa da başka anılardan hareketle yapılacak karşılaştırmalı bir analiz Türkiye’de darbelerde kanaat üreten aydınların rolünün bütüncül etkisini gözler önüne serecektir.

Koza İpek Holding ve bünyesindeki şirketlere kayyum atanması kararını tebliğ etmek için Kanaltürk binasına gelen polis memurları protesto edildi. Kalabalığın bina önündeki bekleyişi sürerken, gazeteci Hasan Cemal, Kanaltürk'ü ziyaret ederek açıklama yaptı.

 

Geçmişi İrdeleyerek Bugüne Işık Tutmak

Toplumda yüzyıl boyunca önemli çapta etkin olan aydınların 15 Temmuz süreciyle giderek yeni bir yol ağzına geldikleri söylenebilir. Solun çok sayıda “karargahı” ekseriyetle hınçla dolu olduklarından 15 Temmuz darbe girişimine mukavemet eden siyasi iktidarı ve halkı “faşist”, “İslamcı faşist”, “linç güruhu” gibi ifadelerle yermeyi tercih etmiştir. Aradan geçen zaman zarfında sol süreli yayınlarında 15 Temmuz’la ilgili yazılanlar, İdris Küçükömer’in esasen CHP içi tartışmalarla ilgili olan ünlü eseri Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması’nı yeniden gündeme almayı gerekli kılıyor. Zira Küçükömer bu kitabında siyasal toplum düzeyindeki devletçi aydın olgusuna karşı sivil toplumun cevabını Doğucu/İslamcı “halk cephesi” kavramında aramıştır. Solun asla anlamadığı bu noktanın Türk siyasetinde merkezi bir öneme sahip olduğunu söylemek gerekiyor. Toplumu kazanmak yerine belli mahfillerde etkili olmayı önde tutan sol çevrelerin 15 Temmuz’da ahalinin direnişini halk cephesi yerine “İslamcı faşist cephe” kavramıyla tahkir etmesi bir gerçeği gözleme imkanı sunar. Üstelik uzun zamandır her şeyi üretim ilişkileri ve de ekonomi olarak gören Ortodoks Marksizm’in yerini üstyapıya özellikle de kültüre önem veren sol düşüncenin metinlerinin oluşturduğu iklime rağmen böylesi bir yaklaşım sergilenmesi üzerinde durulmayı hak eden bir refleks.

28 Şubat günlerinden itibaren kitleyi felaketin kendisi zanneden sol çevreler eşitlik ve özgürlüğün ancak tümeli temsil eden ahalinin sindirilmesiyle daha iyi muhafaza edileceği hayaliyle yaşamayı tercih ettiler. Zor zamanların yaşandığı 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından telaşla “sivil darbe” nakaratının gündeme sokulması aydın hıncının nirengi işaretlerindendir. Aslında bunun nedeni açıktır: Sosyalistlerin ve CHP’nin yaşanan süreci izah ederken iktidar taktikleriyle “sivil darbe”den dem vurmaları Türkiye’nin dönüşümü çerçevesinde yaşanan hegemonik yer kaymalarıyla bağlantılıdır. Hiç şüphesiz 28 Şubat sürecindeki tezyif ve tahfif hükmü taşıyan gericilik ya da irtica motiflerinin yerini faşizm, kasaba gericiliği, İslamcı faşizm gibi “yeni” izahlara bırakması seçkinci aydın kültürünün hıncından bağımsız değildir. Bu durum aynı zamanda sadece popüler mecralarda değil akademik metinlerde de dindarların ve İslamcıların siyasi varlıklarından duyulan rahatsızlığın niçin tavan yaptığını anlaşılır kılmaktadır.

Demek ki yeninin eskiden doğma düzeyinin genelde sanıldığından daha yüksek olduğunu gösteren birtakım kanıtların farkına varılması sol aydınların yakın ve uzak geçmişlerine gerçekçi bir gözle bakmaları bakımından faydalı olacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası