“Eğer bir İsrail olmasaydı, bölgedeki çıkarlarımızı korumak için bir İsrail icat etmek zorunda kalırdık.”[1]
ABD Başkanı Joe Biden, 1986’da Dış İlişkiler Komitesi üyesi olarak senato oturumunda kürsüden kongre üyelerine bu sözlerle seslendi. Biden’ın keskin İsrail yanlısı tutumu, uzun siyasi kariyeri boyunca en övünerek anlattığı özelliklerinin başında geliyor. Kendisi, kariyerinin en unutulmaz anlarından biri olarak 1973’teki İsrail ziyaretini gösterir. Biden, 1972’de Delaware senatörü olarak seçilmesinin ardından dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir (görev süresi 1969-1974) ile Tel Aviv’de bir görüşme gerçekleştirir. Biden, uzun siyasi hayatının birçok farklı evresinde bu buluşmayı bir menkıbe olarak anlatmayı tercih etti.[2] ABD tarihinde 7 kez senatörlük yapmış, ABD siyaset mozaiğinin ana akım simge politikacılarından birinin bu anıyı yıllar içinde defaatle vurgulama isteği; “ABD reel politiğindeki İsrail yanlısı eğilime vurgu için” önemli bir referans noktası oluşturuyor. Kullandığı sözler ve ziyarete atfettiği önem, aslında ABD siyasal sisteminde yer alan aktörlerin (senatör, milletvekili, bakan vs.) genel İsrail pozisyonlarına uyumlu bir tutuma işaret ediyor.
“11 Dakika” Ara Sonrası İmzalanan Ömürlük Akit
Gazze’de başlayan saldırıların sonrasında aylardır devam eden ateşkes görüşmelerinde, rehine takası müzakerelerinde nihai bir sonuca ulaşılamadı. Konuyu takip eden herkes İsrail’in “yapmak istediği hemen her şeyi bir şekilde yapabildiğini” gözlemleyebiliyor. Tam bu noktada tarihsel süreçte “ABD’nin koşulsuz desteğinin” bir başlangıç noktası olup olmadığı incelenebilir. Konuya ilişkin bir kilometre taşı var mı? İsrail’in kuruluşunun ilan edilmesinin 11 dakika sonrasında, dönemin ABD başkanı Harry Truman tarafından İsrail’in tanındığı ilan edilmişti. 11 dakika süren zaman aralığının ardından geçen yıllarda ABD’nin İsrail desteğinin katlanarak devam ettiğine tanıklık edildi. 1956 Süveyş Kanalı Krizi’nde ABD tarafından Mısır topraklarından çıkmaya zorlanan İsrail, 1967’daki Altı Gün Savaşı’nın ardından ise giderek nüfuzunu ve yanındaki ABD desteğini arttırdı. Yaşanan dönemsel kırılmalar olsa da ana istikamette değişim yaşanmadı.
“İsrail Lobisi” Kitabının Hikayesi
ABD siyaset ekosistemi ile İsrail eksenini deşifre eden önemli eserlerin başında İsrail Lobisi kitabı geliyor. ABD akademik dünyasının realist ekolünün gözde isimleri John Mearsheimer ile Stephen Walt’ın bu kitabı, önce bir makale olarak tasarlanmıştı. 2 yılı aşan bir araştırmanın sonunda hazırladıkları makalenin siparişini veren Atlantic Monthly dergisi, kararından vazgeçtiğini yazarlara duyurdu (2005). Sonrasında bu süreçte yaşadıklarını aktaran iki muteber yazar da bu karar değişikliğini anlamlandıramadıklarını, başka kayda değer yayın organlarından da ret yanıtı aldıklarını belirtti. Gelinen son aşamada bir çıkış yolu bulundu ve makale daha titiz bir araştırma sonucunda kitap halini aldı (2007). Kitabın kendi yayımlanma hikayesi bile İsrail yanlılarının ülkedeki kamusal söylemi nasıl belirleyebildiklerine bir kanıt oluşturuyor. Eserin içerisinde İsrail’e verilen kayıtsız destek, farklı boyutlarıyla derinlemesine analiz ediliyor.
Yazarlar, lobinin tanımını yaparak ABD siyasetindeki egemen grupların çalışmalarını tahlil etti. Silah, petrol, enerji lobi grupları gibi İsrail’in çıkarlarını eksen alan grupların varlığına dikkat çekildi. Kurulan ekosistemde onlarca teşkilat, kurum, kuruluş yer alıyor ve bu yapılar ördükleri ağ ile siyasi erkin, kendi çizdikleri kırmızı çizgileri ihlal etmemesini sağlıyor.[3]
Bu ağın içerisinde, kamusal söylemi belirleyen medya ve büyük yayın organlarında yer alan köşe yazarları yer alıyor. Bu yazarların daha elit ve tesiri yüksek bir kitleyi etkilemesi, dikey olarak da kamuoyu üzerinde yeni bir anlatıya yol açıyor. İsrail Lobisi kitabı, kaleme alındığında yıl 2005’ti ve konvansiyonel medya araçları üzerinden örneklere yer verilmişti. Buna benzer bir çalışma, günümüz koşullarında yapılsa bu kez sosyal medya ve görece demokratikleşen bilgi alım süreci üzerindeki yeni tekelleşme de eksen alınabilir. Algoritmaların yeni kamusal söylemi belirleme gücü, çok daha derinlikli bir çalışma konusu teşkil edebilir, çalışmanın öznesi de 7 Ekim sonrası medya organlarında yaşanan savaş olabilir.
Komplo Teorilerini Rasyonalize Eden Kavram: “Çıkar Grupları”
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 24 Temmuz günü kariyerinde 4’üncü kez ABD Kongresi’nde konuşma yapma şansı buldu. Konuşması boyunca aralıksız bir şekilde alkışlanması ve söylemlerindeki çarpıklıkların tamamen göz ardı edilmesi, duyarlı dünya kamuoyunda infiale yol açtı.[4] Kongredeki o anlar, ABD yapımı kültleşmiş bir dizide sahnelense abartılı ve gerçeklikten uzak bulanabilirdi. Az önce atıf yaptığımız İsrail Lobisi eserinde de altı çizilen realite, o günkü oturumdaki davranışların değerlendirilmesinde kilit faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Konu üzerine kurgulanan birçok komplo teorisi yaklaşımı bir kenara bırakılacak olursa, ABD siyasetinde belirleyici etkeni, Kongredeki lobilerin tesir kapasiteleri olarak gösterebiliriz. “İsrail lobisi” de bu resimdeki en güçlü çıkar grubu. (Benzer yapılara örnek olarak Ermeni, İrlanda, Hint lobileri de -aynı nüfuzun çok uzağında olsalar da- verilebilir.) Bu blokun içinde Yahudiler olduğu gibi Yahudi olmayan kesimler de bulunuyor. Ana amaçları ABD-İsrail arasındaki simbiyotik ilişkiyi savunmak, İsrail’i ABD’nin 51’inci ve en değerli eyaleti olarak konumlamak. Yakın dönemdeki tüm sınamalarda (2006 Hizbullah-İsrail Savaşı, İsrail’in 2010’lardaki Gazze operasyonları, İran politikalarında gelinen nokta) ABD dış politikası, İsrail lehine hizalandı.
Kişisel tutum ve duruşlarda da bu siyaset değişmedi. Bu anlamda en çarpıcı örneklerin başında ABD Başkanlık sürecinde Barack Obama (görev süresi: 2008-2016) ile İsrail Başbakanı Netanyahu (görev süresi 2009’da başladı, devam ediyor) arasındaki kişisel husumetin ilişkilere tesiri yer alıyor. Birbirlerinden haz etmediklerini kamuoyu önünde paylaşmaktan çekinmeyen iki siyasetçinin görev yaptığı dönemde, ABD’nin İsrail’e tarihinin en yüksek miktarındaki silah yardımı yapıldı.[5] 2016’daki imzalanan anlaşma kapsamında 10 yıllık bir dönem için 38 milyar dolarlık bir paket onaylandı. Obama’nın Netanyahu’ya yönelik tüm muhalif retoriğine karşılık bu tutum, devletlerarası etkileşime yansımadı. O dönem İran ile yürütülen nükleer müzakere süreci de 45’inci ABD Başkanı Donald Trump tarafından rafa kaldırıldı. İran ile geliştirilme iradesi gösterilen uzlaşı parantezi de kısa sürede kapanmış oldu.
“İsrail’in Kendini Savunma Hakkını Her Zaman Savunacağım”
Bu cümle, mevcut ABD başkan yardımcısı ve Demokratların adayı Kamala Harris’e ait. Başkanlık yarışının ateşli dönemeçlerine girildiği günlerde Harris’in bu sözleri, ABD müesses nizamının genel tutumunun bir başka kanıtı oldu. Bu cümleler, birkaç ufak modifikasyonla yıllar içinde herhangi bir başkan adayının başkanlık taahhütlerini etüt edecek araştırmalarda saptanabilir. 2008 seçimlerinde aday olan senatör John McCain, önceki başkanlardan Barack Obama, sabık başkan Trump’a dek geniş yelpazede farklı siyasi kimliklere-perspektiflere sahip politik figürler, buna benzer söylemlere imza attı. Uluslararası duyarlı kesimin, Harris özelinde şekillenen (ya da öyle olması dileği bulunan) adil bir dış politikaya sahip olacağı algısı, şu ana dek umut edilen keskinlikten çok uzakta kalmış durumda. Başkanlık yıllarının ilk döneminde kendisine Nobel Barış Ödülü bahşedilen 44. ABD Başkanı Obama’nın yönetimi, dünyanın birçok noktasında şiddet sarmalına kapı aralanan bir dönem olarak kayıtlara geçmişti.[6] Harris; parlak geçmeyen, birçok kesimin silik olarak nitelediği başkan yardımcılığı sürecinin ardından bir anda sürpriz şekilde kucağında bulduğu başkanlık yarışında şu ana dek Filistin konusunda müesses nizamın çizdiği sınırların dışına çıkabilmiş değil. Söylemleri şüphesiz ki rakibi Trump’a kıyasla duyarlı bir profil çiziyor. Bununla birlikte Harris hakkında zaten belirgin bir dış politika anlayışına sahip olmadığı eleştirisi halihazırda mevcut.[7] Cumhuriyetçilere nazaran Demokratlara bel bağlayan dünya kamuoyundaki beklentileri akim bırakan son örnek de Chicago’daki Demokrat Parti kongresinde Filistinli bir Amerikalının konuşmasına izin verilmemesi oldu.[8] Dünya genelinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir etki ve hacimle yapılan İsrail’in savaş politikasını eleştiren protestolar, ABD siyasi ekosisteminde hak ettiği etkiyi gösteremedi.
Üstelik daha ılımlı bir kanat olarak görülen Demokratlar döneminde, Gazze’deki insani krizin son bulmasını sağlayacak sağlıklı bir yardım koridoru açılması dahi sağlanamadı. Biden’ın formüle ettiği ateşkes anlaşması akim kalırken, insani yardım için tesis edilen lojistik alternatif projeler de büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı.[9]
ABD’de seçimleri her dönem belirleyen “swing states” olarak adlandırılan eyaletlerdeki (ön plana çıkanlar; Arizona, Georgia, Michigan, Nevada, North Carolina, Pensilvanya ve Wisconsin) Arap asıllı ya da Müslüman ABD’li seçmenlerin, seçim sonuçlarına tesir etme şanslarının ne denli olduğu da bir başka tartışma konusu. 2020’deki seçimde Biden’ın Michigan’ı 154 bin, Pensilvanya’yı 80 bin ve Wisconsin’i 20 bin oy farkla kazandığı düşünüldüğünde sandığa gitmeme gibi eğilimin, saydığımız eyaletlerde sonuca tesir edebileceği ihtimali ufukta görünüyor.[10]
Demokrat Ya Da Cumhuriyetçi Başkan Gazze’de Bir Fazla Can Kurtarır mı?
Peki seçimi Cumhuriyetçi ya da Demokrat adayın kazanması Gazze’de yaraların sarılması dönemine geçiş yapılmasına yol açar mı? ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, yazının kaleme alındığı Ağustos’un son günlerinde 7 Ekim sonrasında 9’uncu Ortadoğu turunu da tamamlanmış bulunuyor. Yaklaşık 11 ayın müzakere sürecine bakıldığında “nihai ateşkes” konusunda somut bir aşamaya geçilmiş değil. Aslında son on yıllık dilimler incelendiğinde de ABD cephesindeki siyasi aktörlerin genel ekseriyetle Batı Şeria’daki illegal yerleşimleri periyodik olarak eleştirdikleri ve çift devletli çözüme atıf yapılan bir çerçeveyi işaret ettikleri gözlemlenebiliyor. Ancak İsrail cephesinde, yerleşimler ve nüfusun iskan politikası artarak sürdü. İsrail devletinin kodlarında yer alan Batı Şeria’daki nüfus dengesini kendi lehlerine değiştirme politikası, 7 Ekim sonrasında da artarak devam ediyor.[11] Yani söylem siyaseti sahada hiçbir şekilde karşılık bulmadı.
Yeni seçilecek ABD Başkanının ve yönetiminin konuya ilişkin adil bir çözümü temin edecek şevk ve beceriye sahip olması uzak bir ihtimal olarak görülüyor. Kullanılan siyasi retoriğe rağmen ABD’deki politik aktörler, örneklendirmeye çalıştığımız bağlamda karar verici bir iradeyi ortaya koyamıyor. Seçilen başkanın Demokrat olması, ezber bozan barışçıl bir yaklaşım getirir mi? 7 Ekim’den bu yana süregelen bilanço ve on yıllara dayanan gelişmelerin sahadaki izdüşümleri konuya ilişkin olumlu bir öngörüye izin vermiyor.
[1] https://www.aljazeera.com/news/longform/2024/1/30/defies-logic-the-makings-of-joe-bidens-blank-cheque-to-israel
[2] Biden’ın bu anısının bazı unsurları sorgulandı, ziyarete dair bir fotoğrafın olmaması şüphe doğurdu. Ancak bu görüşmenin varlığı üzerine inşa edilen yeni “narrative” yazının omurgasını oluşturan perspektifi yansıtması açısından uygun bir örneklem oluşturuyor.
[3] John Mearsheimer ve Stephen Walt, İsrail Lobisi, çev: Hasan Kösebalaban, Küre Yayınları, 2009.
[4] https://www.trtworld.com/magazine/pro-palestine-protestors-rally-against-netanyahu-during-congress-address-18187552
[5] https://www.nytimes.com/2016/09/14/world/middleeast/israel-benjamin-netanyahu-military-aid.html
[6] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2009/10/091009_obama_nobel
[7] https://foreignpolicy.com/2024/08/22/us-election-2024-kamala-harris-trump-israel-gaza-polling/
[8] https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/demokrat-parti-yonetimi-filistinli-amerikali-bir-konusmacinin-kongrede-konusmasina-izin-vermedi/1821340
[9] https://www.ntv.com.tr/dunya/gazzede-gecici-liman-fiyaskosu-biden-uyarilari-goz-ardi-etti,WiRoLkyIPUWHlccAWgKzMw
[10] https://www.newsnationnow.com/politics/2024-election/gaza-conflict-swing-state-votes/
[11] https://www.aljazeera.com/news/2024/8/15/the-wild-west-bank-the-lawless-settlers-terrorising-palestinian-farmers