Kriter > Siyaset |

CHP-Metin Feyzioğlu Gerilimi


Hizipçilik hastalığı, CHP’nin genlerine kadar sirayet etmiştir. CHP’yi gün geçtikçe itibarsızlaştıran bu hizipleşme olgusu, partinin son dönemde yaşamış olduğu ayrılıkların ilk nedenidir.

CHP-Metin Feyzioğlu Gerilimi

Son yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu arasında ciddi anlamda bakış açısı farklılığı kamuoyuna yansıyor. Bir dönem CHP’nin müstakbel adayı gibi gösterilen Feyzioğlu ile CHP arasındaki ayrılığın nedenlerine değineceğim ama önce bu türden ayrılıklar konusunda CHP’nin geçmişine atıf yapmak gerek.

Türkiye’de politik kültürün oluşmasında, hiç şüphesiz CHP'nin önemli bir yeri vardır. CHP kurulduğu günden bu yana, politik hayatın ve siyasi tablonun şekillenmesinde fazlasıyla belirleyici olmuş ve bünyesinden Demokrat Parti, Güven Partisi, Anadolu Partisi veya Halkın Yükselişi Partisi gibi birçok farklı partiyi çıkarmıştır. Bu partilerin doğuşunun makul gerekçelerinin yanı sıra, alınan seçim yenilgilerinden sonra yaşanan sert tartışmalar, liderin karizmasının aşınması, liderin gücünü kaybetmesi, makam-mevki hırsı, ideolojik sapma ve hizipleşme gibi nedenlerin varlığı da yadsınamaz. Hatta çoğunlukla bu sathi gerekçeler, gerçeklerin önüne geçmiştir. Ancak bu durum, CHP’nin siyasal sermayesini tüketmesi ve Turan Feyzioğlu, Emine Ülker Tarhan veya Yaşar Nuri Öztürk gibi CHP’li kimliği mümeyyiz kişilerin parti ile arasına mesafe koyması veya partiden ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Aslında burada sorulması gereken birkaç soru var; CHP, neden bünyesinden bu kadar çok parti çıkarmıştır, Emine Ülker Tarhan gibi Atatürkçü ideolojiyi benimsemiş birisi neden CHP’den ayrılıp yeni bir parti kurmak zorunda bırakılmıştır, Süheyl Batum veya Metin Feyzioğlu gibi isimler neden parti ile arasına mesafe koymuştur? CHP niçin kırılmalar yaşamaktadır, daha da ötesi CHP’de ideolojik bir sapma mı yaşanıyor?

 

Hizipçilik Hastalığı

Cumhuriyetin bu köklü partisinin yaşamış olduğu ayrılıkların birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunların ilki, CHP’nin genlerine kadar sirayet etmiş olan hizipçilik hastalığıdır. Aslında Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanlığı’na ve CHP genel başkanlığına İnönü’nün seçilmesi, Türk siyasal yaşamı ve CHP açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Güçlü lider kültüne ve iç disipline sahip olan CHP, İnönü’nün “Değişmez Genel Başkan” ve “Milli Şef” unvanlarının da katkısıyla güçlü lider geleneğini pekiştirmeyi başarmıştı. Öyle ki bu siyaset biçimi, Tek Parti Dönemi boyunca makam-mevki hırsının ve çıkar çatışmasının ortaya çıkmasına engel olmuştu. Ancak çok partili siyasi hayata geçiş ile beraber, politik rüzgarın yönü değişmeye, lider merkezli siyasi gelenek çatırdamaya ve hizipçilik anlayışı ön plana çıkmaya başlamıştır. Bununla beraber partinin girdiği her seçimde oy kaybetmesi, liderin karizmatik etkisinin kaybolması, halk ile temasın azalması ve kişisel çıkarın ön plana çıkması hizipçiliğin etki alanını oldukça genişletmiştir.

CHP siyasetinde yaşanan bu kırılmanın en bariz göstergesi, partinin yakın siyasi tarihinde ortaya çıkmış olan “Otuz Beşler” hadisesidir. Ağustos 1947’de Başbakan Recep Peker’e karşı İnönü’nün örtülü desteği ile Nihat Erim önderliğinde ortaya çıkan Otuz Beşler hareketi, hizipçilik anlayışının tipik bir tezahürüdür. “Parti grubunda otuz beşler, kırk yediler şeklinde hizipleşmeleri, müfritler ve mutediller tarzında ayrılışları görmek ve işitmek bütün partimiz kademelerinde büyük tesirler husule getirmektedir” diyen dönemin Balıkesir delegesi Muharrem Onursal’ın sözlerine Manisa delegesi Hilmi Bakırlı da destek vermiştir. Hizipleşmenin partiyi zayıflattığını ise “Atatürk’ün kurduğu ve onun izinde yürüyen, bizim şerefli partimiz, ne yazık ki üç beş kişinin, üç beş kişiyle dalaşması yüzünden zaafa düşmektedir” sözleriyle itiraf etmiştir. CHP’yi etkisiz bir aktöre dönüştüren hizipleşme hastalığı, Parti Genel Sekreteri Hilmi Uran tarafından da “Kanaatimce Otuz Beşler hizbi CHP’nin iktidar partisi olarak muhalefet karşısında, kendi elimizle yaratılmış bir zaafı olmuştur” ifadeleriyle eleştirilmiştir. Dahası, Otuz Beşler grubunun lideri Nihat Erim de yapmış olduğu bir konuşmasında hizipçilik yaptığını “Ben hükümete girdikten sonra hizipçilik yapamam. İçinde bulunduğum kabinenin muvaffakiyetine çalışmaktayım. Benimle kim beraber gelirse onunla iş birliği yaparım. Otuz Beşler filan kalmamıştır yahut varsa artık ben oraya dahil değilim” sözleriyle itiraf etmiştir.

CHP’nin genlerine sirayet eden hizipçilik anlayışı, dönemin başbakanı Recep Peker’i destekleyen “Pekerciler” ile İnönü’nün gözdesi Nihat Erim’in etrafındakilerin oluşturduğu “Ilımlılar” ile de sınırlı kalmamış; her dönem yeniden kendini güncellemiştir. Şemseddin Günaltay, Faik Ahmet Barutçu, Şevket Rasih Hatiboğlu ve Kasım Gülek gibi CHP’li vekillerin etrafında farklı hizipler oluşmuş; CHP sıraları da makro siyasetin yerine parti içi iktidar yarışının ve kavgasının olduğu bir arenaya dönüşmüştür. CHP’yi gün geçtikçe itibarsızlaştıran bu hizipleşme olgusu, partinin son dönemde yaşamış olduğu ayrılıkların ilk nedenidir.

 

İdeolojik Savrulma

CHP’de yaşanan ayrışmaların bir diğer nedeni de CHP’nin yaşamış olduğu ideolojik savrulmadır. Öncelikle bir partinin siyasi hüviyetini, o partinin kuruluş aşamasında tercih ettiği ideolojisi, prensip ve ilkeleri belirler. Politikalarını ve amaçlarını bu ideolojik çerçeveye göre belirleyen partiler, siyasal tabanlarını da bu ilkeler doğrultusunda inşa eder. Programlarını o ideolojik tasavvura göre oluşturur. Ancak ideoloji ile politika arasındaki mesafenin açılması; partiyi popülizme, tutarsızlığa ve günü birlik politik çıkarımlara sürükler. Bu da siyasi yozlaşma ve çürümeyi beraberinde getirir. CHP’nin yaşamış olduğu kırılmanın arkasında böylesi bir açmaz bulunmaktadır.

İdeolojik olarak savrulan CHP, kendi misyonuna ve milli değerlere aykırı bir politik duruş sergilemektedir. CHP’nin yaşadığı ideolojik savrulma ve gayri milli durum aslında pek de yeni sayılmaz: İzmir eski milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Yerel seçimlerde cemaat ile çok açık ittifak yaptık” itirafı, bir dönem CHP’de genel başkan yardımcılığı makamında bulunan Sezgin Tanrıkulu’nun “Gezi’de yaratılan vicdan ortaklığının Kobani’de yaratılamaması hükümetin DEAŞ lehindeki politikalarına cesaret veriyor” açıklaması, Kılıçdaroğlu’nun “Bizim için YPG terör örgütü değildir. YPG kendi vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur” sözü, aslında CHP’nin yaşadığı gayri milliliği içinde barındıran ideolojik savrulmanın dışavurumuydu.

 

CHP-Metin Feyzioğlu Gerilimi

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuşma yapan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, CHP tarafından sert eleştirilere maruz kaldı, 2 Eylül 2019

Feyzioğlu’nun Yaklaşımı

Son dönemde CHP’li yöneticiler ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun yaşadığı kırılma, ideolojik savrulmanın son örneğidir. Birkaç yıl öncesine kadar CHP’nin müstakbel başkanı olacağı söylenen Feyzioğlu ile CHP’nin arasındaki makas hızla açılmaya başlamıştır.

Aslında CHP ile Feyzioğlu, Türkiye’nin son dönemde yaşamış olduğu bazı olaylara tamamen farklı yaklaşmaktadır. Bu yaklaşım farkının ilki, 15 Temmuz gecesi darbe girişiminde bulunan FETÖ konusundadır. CHP ile Feyzioğlu, FETÖ’ye tamamen farklı yaklaşmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin taşeronu olan FETÖ’yü yüksek sesle ve bulunduğu her platformda eleştiren Feyzioğlu’na göre, darbe teşebbüsünün asıl hedefi iç savaş çıkararak Türkiye’yi bölmektir. İç savaşın hemen arkasından Serhildan ilan edileceğini, savunmasız bırakılmış vatan parçasının Türkiye’den koparılacağını ifade eden Feyzioğlu, 15 Temmuz gecesinde de İstanbul ve Tunceli hariç 79 baronun desteğini alarak “Darbeye karşıyız. Demokrasinin ve seçilmiş iktidarın yanındayız” açıklamasını yapmıştır. Dahası ona göre, “FETÖ’yü kınayamayanların, Türkiye Cumhuriyeti’ne laf söyleme hakkı yoktur.”

CHP’nin ve onunla beraber hareket eden sol örgütlerin ve Atatürkçü aydınların durumu ise Feyzioğlu’ndan oldukça farklıdır. Taktiksel olarak hükümeti eleştiren bu oluşumlar, FETÖ konusunda sessiz kalmanın yanı sıra FETÖ ile aynı argümanlara müracaat etmektedir. FETÖ’yü kınamaktan uzak duran Kılıçdaroğlu’na göre de, “15 Temmuz kontrollü darbedir.” Kısacası ne CHP ne de CHP’ye yakın politik gruplar, FETÖ konusunda tutarlı, kararlı ve ilkeli bir siyaset ortaya koyamamıştır.

CHP ile Feyzioğlu’nun arasındaki farklılığın bir diğer nedeni de Diyarbakırlı anneler ve kayyum konusudur. İçişleri Bakanlığı’nın terör suçlarından soruşturması bulunan ve teröre destek veren Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması sürecinde yaşananlar CHP ile Feyzioğlu’nun arasını açmıştır. Kayyum atanan illerdeki HDP’li belediye başkanlarına sahip çıkan CHP yönetimi, karara sert tepki göstererek kayyumu halkın iradesine yapılmış bir darbe olarak tanımlamıştır. Ancak ne CHP yönetimi ne de Kılıçdaroğlu, çocukları HDP tarafından terör örgütü PKK’ya teslim edilen annelerin yanında olmuştur. Feyzioğlu’na göre ise adalet ve hukuk temel bir değer olmakla birlikte PKK’nın terör örgütü olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni eleştirenler ne PKK ne de DHKP-C’yi kınayabilmektedir. PKK’yı kınayamayanların veya PKK’nın saldırıları karşısında sessiz kalanların, Türkiye Cumhuriyeti’ni eleştirmeye hakkı yoktur. Diyarbakır’daki HDP binası önünde evlat nöbetinde olan acılı annelere, siyasi partiler ve STK’lar sahip çıkmalı; PKK da eleştirilmelidir. Oysa ne Sol örgütler ne de CHP, Çanakkale ve İzmir’de bu ülkenin ormanlarını yakan ve küçük çocukları dağa kaçıran PKK’yı eleştirebilmektedir.

CHP yönetimi ile Feyzioğlu’nun arasındaki çatlağın büyümesinin bir diğer nedeni, 17-25 Aralık’ta FETÖ tarafında organize edilen emniyet ve yargı darbesidir. 17-25 Aralık kumpasını, FETÖ’nün yolsuzluk susturuculu darbe teşebbüsü olduğunu söyleyen Feyzioğlu’na göre, “Bu yolsuzluk operasyonu değil, seçimle iş başına gelmiş hükümeti devirme operasyonudur.” Bu süreçte yapılması gereken, seçilmiş hükümetin yanında ve FETÖ’nün karşısında olmaktır. Feyzioğlu da böyle yapmıştır.

CHP lideri Kılıçdaroğlu ise FETÖ’nün değirmenine su taşıyan oldukça tutarsız bir siyaset izlemiş ve 17-25 Aralık kumpasında FETÖ’nün servis ettiği montajlanmış tapeleri her fırsatta savunmuştur. Sadece Kılıçdaroğlu değil, neredeyse CHP’li vekillerin tamamı, o dönemde FETÖ’cü yazarların, gazetecilerin veya savcıların yanında olmuş; kumpası gerçekleştiren hakim ve savcılar sahiplenilmiştir.

Kısacası, CHP’de yaşanan kopuşlar, CHP’nin iliklerine kadar sirayet etmiş olan hizipçilik virüsünden ve millilikten gayri milliliğe doğru uzanan ideolojik dönüşümden kaynaklanmaktadır. Hizipçilik hastalığına yakalanan CHP, her geçen gün millilikten uzaklaşarak gayri milli siyasete ve güç odaklarına hapsolmaktadır. Feyzioğlu üzerinden yürüyen tartışma da, asıl olanın sağda ya da solda siyaset yapmak değil milli olmak olduğunu kamuoyuna göstermiştir. CHP’nin yapması gereken, zamanın ruhuna uygun bir ideolojinin gölgesinde milli bir duruş sergilemektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası