Kriter > Dış Politika |

Rusya’nın Suriye Politikası ve İkilemleri


23 Ocak’ta Moskova’da gerçekleştirilen Putin-Erdoğan zirvesinde Rusya devlet başkanının Adana Mutabakatı’na vurgu yapması Moskova’nın, Ankara’nın PKK kaynaklı güvenlik endişelerinin Şam tarafından giderileceğine dair mesajı olarak algılandı.

Rusya nın Suriye Politikası ve İkilemleri
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova, 23 Ocak 2019

Suriye iç savaşının seyri gösterdi ki Rusya 2015’ten itibaren bu sorunun seyrini en fazla etkileyen aktör oldu. Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahil olması aslında iki aşamada oldu: İlk aşama daha isyan dalgasının başladığı 2011’de gerçekleşti. Arap isyanlarının Suriye’ye de sıçramasını istemeyen Moskova yönetimi bu ülkede başlayan gösterileri başından beri Şam’daki rejimi yıkmak isteyen Washigton ve müttefiklerinin provokasyonu olarak tanımladı. Müttefiki Baas yönetimini ayakta tutmak için gerek askeri gerekse diplomatik desteğini esirgemedi. Meselenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) görüşülüp Suriye’ye karşı uluslararası müdahale kararı alınmasını veto eden Rusya, 2013’te Doğu Guta’da kimyasal silah kullanan Esed yönetimine karşı ABD’nin BMGK kararı olmadan bir askeri müdahalede bulunmasına Şam yönetiminin elindeki kimyasal silahların imha edilmesini öngören bir anlaşmanın imzalanmasına aracılık ederek engel oldu. Obama yönetiminin böyle bir müdahaledeki isteksizliğinin de Moskova’nın bu konudaki işini kolaylaştırdığının altını çizmek gerekir.

2015’e kadar güçlü diplomatik, sınırlı askeri ve ekonomik destekle Esed yönetimini ayakta tutmaya çalışan Rusya, muhaliflere karşı sahadaki askeri mücadeleyi Esed ordusu, Hizbullah ve İran destekli diğer Şii milis gruplara bırakmıştı. Ancak 2015 baharında muhaliflerin “Fetih Ordusu” çatısı altında birleşip büyük askeri başarılar elde etmesi ve hem Şam hem de Lazkiye-Tartus yönünde ilerlemeleri İran-Hizbullah desteğinin Esed’i iktidarda tutmaya yetmeyeceğini gösterince Moskova yönetimi doğrudan askeri olarak Suriye iç savaşına müdahil oldu. Zira Esed yönetiminin devrilmesi Rusya’nın hem Tartus’taki deniz üssünü kaybetmesi hem de Doğu Akdeniz’deki askeri varlığının büyük darbe alması anlamına gelecekti.

30 Eylül 2015’te başlayan hava saldırılarıyla birlikte Rusya’nın Suriye iç savaşının doğrudan parçası olmasıyla böyle bir risk bertaraf edildiği gibi Moskova yönetimi Lazkiye yakınlarında inşa ettiği Hmeymim Hava Üssü ve Suriye’nin başka bölgelerindeki irili ufaklı askeri üsleriyle Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını tahkim etme imkanı bulmuştur. Suriye stratejisini ülkenin kuzeyi ve kuzeydoğusunda PKK/PYD eksenli bir otonom bölge oluşturmak üzerine kurguladığı için Suriye’nin geri kalanıyla ilgilenmeyen ABD’nin bu ilgisizliği Rusya’nın etkinliğini artırmasını kolaylaştırmıştır. Rusya ve ABD’nin kendi hedefleri doğrultusunda Suriye’nin değişik bölgelerinde etkinlik kurmalarında etkili olan bir başka faktörün, muhaliflerin kırk yılı aşkın süren baskıcı Esed rejimine karşı başlattıkları özgürlük mücadelesini kirleten ve yıpratan DEAŞ olduğunu da bir kenara not edelim.

Türkiye ve Rusya’nın Suriye Öncelikleri

Rusya’nın Suriye sorununa yönelik politikasında ABD’den en fazla ayrıştığı konu sorunun çözümünde asıl belirleyici olan aktörlerle yol alabilme yönünde gösterdiği başarıdır. Washington yönetimi PKK/ PYD gibi terör örgütleriyle iş birliği eksenli bir Suriye stratejisi izlerken Moskova’nın İran ve Türkiye gibi bölgenin köklü devletleriyle Astana ve Soçi süreçlerini geliştirmesi ve hatta İstanbul’da yapılan Dörtlü Zirve ile Almanya ve Fransa’yı da bu sürece ortak etmeye çalışması Rusya’yı askeri alanda olduğu gibi diplomatik alanda da en etkin aktör kılmıştır. Türkiye ile yaşadığı jet krizine rağmen Ankara ile çözüm sürecine yönelik önemli adımlar atabilmesi Rusya’nın bu meselede gerekli esneklikleri gösterebildiğinin açık örneğidir. Benzer şekilde İdlib meselesinin çözümüne dair imzalanan protokol de Moskova’nın S-400’ler, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali ve TürkAkım projeleri kapsamında yakın ilişkilere sahip olduğu Türkiye’yi rahatsız edecek adımlardan kaçındığının bir başka örneğidir.

Rusya bu şekilde NATO üyesi Türkiye ile Suriye sorununun çözümü konusunda iş birliği yapmış ve Ankara’nın güvenlik kaygılarını dikkate almaya çalışan bir politika izlemiştir. Bir NATO üyesi olan ABD ise Suriye meselesinde müttefiki Türkiye yerine kendisinin de terör örgütü olarak tanımladığı PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG ile iş birliği yapmayı tercih etmiştir. Washington’daki güvenlik bürokrasisinin bu tercihi Ankara’yı her geçen gün ABD’den uzaklaştırırken Rusya ile iş birliği yapmaya itmiştir. Esed yönetimiyle muhalifler arasındaki mücadelede Türkiye ile Rusya’nın tamamen zıt pozisyonlarda oldukları düşünüldüğünde bu tercihin Ankara için hiç kolay olmadığı ancak Washington’ın Türkiye’ye başka bir seçenek de bırakmadığı görülür. ABD’nin sorunun çözümüne katkı vermeyeceğini bilakis sorunu özellikle Türkiye açısından daha karmaşık hale getirecek adımlar attığını gören Ankara bir yandan çözüm konusunda Moskova ile Astana ve Soçi süreçlerini yürütürken bir yandan da Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla PKK/PYD ve DEAŞ terör örgütleri ve onları destekleyen aktörlere karşı sahadaki pozisyonunu güçlendirmiştir. Bu harekatların gerçekleştirilmesinde Rusya ile yürütülen iş birliği sürecinin önemli katkısı olduğunun da altını çizmek gerekir.

Rusya’nın, Fırat Kalkanı Harekatı’nda DEAŞ ve PKK/ PYD’nin, Zeytin Dalı Harekatı’nda (ZDH) da doğrudan PKK/PYD’nin hedef alınmasına göz yumarak bu terör örgütlerine karşı mücadeleye destek olması ve Suriye sorununun çözümünde yürüttüğü iş birliği Türkiye’ye önem verdiğinin belirtisidir. Ancak Moskova’nın PKK/PYD konusundaki tavrıyla Türkiye ile ilişkileri konusunda sahip olduğu bazı ikilemlerden de kurtulamadığını ifade etmek gerekir. ZDH sırasında PKK/ PYD’den kendisine yönelen tepkilere rağmen Türkiye’nin bu örgüte karşı operasyon yapmasına göz yuman Rusya’nın Tel Rıfat bölgesinde örgütün kalmasına müsaade etmesi ve Türk ordusunun bu bölgeye girmesine karşı çıkması bu ikilemin göstergesidir. Moskova’nın bu ikileminin Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD varlığı konusundaki yansımalarının nasıl olacağı da Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği açısından çok önemli olacaktır.

Suriye politikasının hedefleri arasında ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasını en ön sıraya yerleştiren Rusya bu konuda Türkiye’den destek görürken Suriye politikasının hedefleri arasında PKK/PYD’nin ülke topraklarındaki varlığının ortadan kaldırılmasını en ön sıraya yerleştiren Ankara’nın Moskova’dan ne kadar destek göreceği ise belirsizdir. 23 Ocak’ta Moskova’da gerçekleştirilen Putin-Erdoğan zirvesinde Rusya Devlet Başkanının Adana Mutabakatı’na vurgu yapması Moskova’nın, Ankara’nın PKK kaynaklı güvenlik endişelerinin Şam tarafından giderileceğine dair mesajı olarak algılanmıştır. Ancak Kuzey Irak örneği Türkiye’nin bu konuda temkinli olmasını zorunlu kılıyor. Ayrıca on beş yıl PKK’yı destekleyen Esed yönetiminin ancak Türkiye’nin yoğun askeri baskısı ve müdahale tehdidiyle 1998’de bu desteği kesmek zorunda kalması da bu konuda Şam’ın sürekli baskı altında tutulması gerektiğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’dan dönüşünde de Türkiye’nin Suriye topraklarındaki PKK/PYD’ye karşı mücadelesinin artarak devam edeceğine dair mesajları Ankara’nın kendi güvenliğini kimsenin verdiği sözlere emanet etmeyeceğinin göstergesidir.

Rusya’nın İran-İsrail İkilemi

Rusya’nın Suriye politikası analiz edilirken değinilmesi gereken bir başka konu da Moskova’nın İran ile İsrail arasında Suriye topraklarında söz konusu olan rekabet ve çatışmada nasıl bir tavır takındığıdır. Suriye’de İran ya da onun kontrolündeki silahlı güçlerin varlığını kabul etmeyeceğini ilan eden İsrail’in sık sık bu ülke sınırlarındaki İran, Hizbullah ve Şam yönetimi hedeflerine karşı saldırılar düzenlemesi Moskova için ciddi bir imtihan haline gelmiştir. Saldırılar bir yandan İran’ın Suriye üzerindeki nüfuzunu geriletmeye yaradığı için Rusya’nın çıkarlarına uygun görünse de öte yandan Tahran’la uzun zamandır kurulan ittifakı riske atmaktadır. Ayrıca saldırılarda Suriye güçlerinin de hedef alınması ve İsrail’in Rus hava savunmasının kontrolündeki bölgelerde bu operasyonları yapması Rusya’yı ciddi şekilde rahatsız ediyor. Bu saldırıların birisi esnasında Eylül 2018’de Il-20 tipi bir Rus uçağının İsrail saldırısına karşı savunma amaçlı fırlatılan Suriye füzeleri tarafından düşürülmesi ve 15 Rus askerinin hayatını kaybetmesi İsrail’in Suriye’deki operasyonlarının Rusya açısından oluşturduğu sorunun boyutunu gösteriyor. Rusya bir yandan arkasındaki Washington desteği nedeniyle Tel Aviv ile doğrudan çatışmaya girmek istemiyor. Fakat bu ülkenin Suriye’deki operasyonlarından da çok rahatsız olduğunu hissettiriyor. Ayrıca diğer yandan bu operasyonların sona ermesi için İsrail’in şart koştuğu İran’ın Suriye dışına çıkarılması konusunda adım atması zor görünen Rusya’nın bu sorunu nasıl çözeceği ya da çözüp çözemeyeceğini de zaman gösterecektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası