Kriter > Dosya > Dosya / BAE'nin Bölge Siyaseti |

BAE’nin Yıkıcı Siyaseti


Ciddi boyutlarda yapılan silah ve savunma ürünleri ithalatı, farklı bölgelerde askeri üs kurma girişimleri, önemli Batı başkentlerinde lobicilik faaliyetleri ve ılımlı İslam söylemini önceleyerek Hristiyan dünyanın güvenini kazanma çabaları gibi enstrümanlar, BAE’nin aktif ve çok boyutlu dış politikasının araçlarından bazıları olarak gösterilebilir.

BAE nin Yıkıcı Siyaseti

Ortadoğu siyasetinde son yıllarda en etkili dış politika izleyen aktörlerden birisi şüphesiz Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’dir. Körfez bölgesi ülkelerinden BAE, dış politikadaki bu aktivizmini büyük oranda dünyanın önde gelen petrol ihracatçılarından biri olmasına borçludur. 1971’deki bağımsızlığından bu yana petrol ihracatından ciddi ekonomik kazanç elde eden BAE, özellikle 1990’lardan itibaren de önemli bir dönüşüm geçirerek bölgesel ve küresel düzeyde hem siyasi hem de ekonomik bir güç haline geldi. Her ne kadar Abu Dabi ve Dubai dışındaki beş emirlik bu gelişme trendinde arka planda kaldıysa da, bu durum BAE’nin bir bütün olarak aktörleşmesini etkileyen bir unsur olmadı. Bağımsızlıktan bu yana geçen yaklaşık 50 sene boyunca BAE, yedi emirliğin iç siyasette bir konsensüs içerisinde yönetildiği ancak dış politikada özellikle Abu Dabi emirliğinin söz sahibi olduğu bir yapı oldu. Diğer emirlikler zaman zaman dış politika konularında Abu Dabi’den farklı görüşte olsalar da, siyasi ve ekonomik güçleri sınırlı olduğundan dış politika alanına sınırlı biçimde nüfuz edebildiler. Bunun bir sonucu olarak BAE dış politikası büyük oranda Abu Dabi emirliği tarafından yönlendirilirken, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid özellikle BAE Devlet Başkanı Halife bin Zayid el-Nahyan’ın 2014’ten beri görünür olmaması ile birlikte bu anlamda öne çıkan figür haline gelmiştir.

Kapasitesi sınırlı olmasına rağmen bu derece yoğun bir dış politika angajmanına sahip olan BAE’nin bu politikalarındaki motivasyonları ise merak konusu olmaktadır. Bu yazı, bir milyon civarında vatandaşa sahip olan ve askeri kapasitesi sınırlı bir ülkenin gerek dış politikada yoğun bir aktivizm içerisine girmesi gerekse de dünyanın en büyük silah ithalatçılarından birisi olmasının nasıl açıklanabileceğine dair bazı öneriler sunmayı hedeflemektedir.

 

Kendini Büyütme Çabası

BAE dış politikasında 2011 Arap devrimleri süreci bir dönüm noktası olarak görülebilir. 2010’da Tunus’ta başlayan gösterilerin Mısır, Libya, Suriye ve Yemen’de devrimci kalkışmalara yol açması Abu Dabi yönetimini çok daha müdahaleci ve agresif bir dış politika izlemeye itmiştir. Bu çerçevede bölgesel siyasi süreçlere daha fazla müdahil olan Abu Dabi yönetimi, birçoklarına göre kapasitesinin çok üstünde bir dış politika angajmanı içerisine girmiştir. Nitekim bu durum BAE’nin Tunus, Libya, Yemen ve Suriye gibi devrim süreçlerine sahne olan ülkelerdeki hamlelerinde başarıya ulaşamamasında gözlemlenmektedir. Bu ülkelerdeki devrim süreçlerini baltalamak ve kendisine yakın yönetimlerin iktidara gelmesini sağlamak amacıyla faaliyetler yürüten BAE, bu girişimlerinde olumlu sonuçlar alamamıştır.

BAE uzun yıllar güvenlik anlamında Batılı müttefiklerine bağımlı olagelmiştir. ABD ve İngiltere ile yakın ilişkilere sahip olan BAE, bölgesel tehditler karşısındaki kırılgan yapısını bu ülkelerin güvenlik şemsiyesi altında kalarak minimize etmeye çalışmıştır. Ancak bu durum son yıllarda kısmen dönüşmeye başlamıştır. Küresel siyasetteki dönüşümler, büyük güçlerin yönetimlerindeki farklı yaklaşımlar, bölgesel düzeyde güç denklemlerinde yaşanan değişimler ve tehditlerin farklılaşan doğaları gibi unsurlar BAE gibi küçük ülkeleri dahi ulusal güvenlikleriyle ilgili meseleleri kendi enstrümanlarıyla çözmeye itmiştir.

ABD’de Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması, BAE ve Suudi Arabistan gibi Washington’daki güç merkezleri ile yakın ilişkileri olan ülkeleri aktif dış politika izleme anlamında cesaretlendirmiştir. Trump’ın bu ülkelere yönelik olumlu tutumuna karşılık, Abu Dabi ve Riyad yönetimlerini İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye zorlaması bölgesel siyasetteki başlıca belirleyici unsur olarak görülebilir. Bu süreçte Körfez ülkelerinin bir taraftan İsrail ile ilişkilerini normalleştirme yönünde adımlar atarken bir taraftan da tehdit algılarında İsrail’i daha alt sıralara koymaları önümüzdeki dönemde bölge siyasetinde belirleyici bir paradigma değişimi olacaktır. Böyle bir ortamda özellikle İsrail ve ABD’nin de anlaşmazlıklar yaşadığı İran ve Türkiye gibi ülkelere karşı politikalar izleyen BAE ve Suudi Arabistan, bölgedeki diğer çatışma alanlarında da Ankara ve Tahran’ın çıkarlarını hedef alan bir tutum içerisindedir.

BAE’nin dış politikada bölgesel ve küresel bir aktör haline gelmek istemesinin arkasındaki bir başka neden ise Körfez bölgesinde rakip olarak gördüğü Katar’ın bu anlamda kaydettiği ciddi mesafedir. Zengin doğalgaz kaynaklarından elde ettiği kazanımları hem siyasi hem de ekonomik çıktıya dönüştürebilen Katar, küresel anlamda bir oyuncu haline gelmiştir. Özellikle dünyanın önemli ülkelerindeki ekonomik yatırımları, bölgesel ve küresel aktörlerle siyasi ve askeri iş birlikleri ve Al Jazeera gibi güçlü bir medya aracını elinde bulunduran Katar, dış politikada BAE’den çok daha etkin bir aktör haline gelmiştir. Bu durumu bölgesel etkisine karşı bir tehdit olarak algılayan Abu Dabi yönetimi, yeni bir aktivizm içerisine girerek Katar’ın bu anlamdaki üstünlüğünü dengelemeyi hedeflemektedir. Bu anlamda Katar’ın Mısır’da Müslüman Kardeşler liderliğine verdiği destek karşısında Abu Dabi yönetimi, askeri darbeyi destekleyerek Doha’nın bölgesel nüfuzunu sınırlandırmak istemiştir. Yine Katar’ın Türkiye ve İran’la olan olumlu ilişkilerine karşın BAE yönetimi bu iki ülkeye karşı hasmane bir tutum içerisinde olmuştur. Bu rekabet kendisini farklı şekillerde Balkanlar ve Afrika Boynuzu gibi bölgelerde de göstermiştir.

Dubai - Cebel Ali Limanı

Dubai’de bulunan Cebel Ali Limanı dünyanın en işlek deniz limanlarından biri olması nedeniyle BAE’yi uluslararası ticarette merkezi konuma getirmektedir.

 

Hırslı Politika

BAE’nin dış politikada güçlü bir aktör haline gelmek istemesinin arkasındaki bir başka motivasyon da yıllardır inşa edilen güçlü ekonomik aktivitelerin korunmak istenmesidir. Bir taraftan Dubai’deki Cebel Ali limanıyla uluslararası ticarette önemli bir merkez haline gelen BAE, bölgenin en önemli petrol ihracatçılarından birisi olmasının da etkisiyle bu yapının güvenliği meselesini ciddi anlamda değerlendirmeye başlamıştır. Nitekim bölgesel çatışmalarda bu ekonomik aktivitelere zarar gelebilecek tehditleri ortadan kaldırmak BAE’nin hedeflerinden birisi olmuştur. Bu nedenle Yemen’deki iç savaşa yoğun biçimde müdahil olan BAE, özellikle küresel ticaretin en önemli geçiş noktalarından olan Aden Körfezi, Bab el-Mandab ve Kızıldeniz rotasına yönelik olası tehditler karşısında agresif bir tutum sergilemiştir. Öyle ki bu rotanın her iki yakasında bulunan ülke ve özerk bölgelerle yakın ilişkiler geliştiren BAE, bu noktalarda askeri üsler kurmuştur. Somali’deki Somaliland ve Puntland bölgelerinde, Yemen’deki Sokotra ve Perim adalarında ve Eritre’deki Assab limanında askeri üs ve benzeri yapılar kuran BAE, Yemen’deki stratejik güney kentlerinin de kendisine yakın grupların kontrolü altında kalması için çaba sarf etmiştir. Bu faaliyetleri ile BAE bir taraftan kendisini de yakından ilgilendiren uluslararası deniz taşımacılığı rotalarının en önemlilerinden birisinde ciddi bir askeri aktör haline gelirken, bir taraftan da bölgesel siyasette rakip olarak gördüğü Türkiye, Katar ve İran gibi ülkelerin bu coğrafyada etkin iş birlikleri geliştirmesinin önünü kesmeye çalışmaktadır.

BAE’nin dış politikada ciddi bir aktivizm içerisine girmesi Abu Dabi liderliğinin bu yöndeki hırslı politika yaklaşımıyla da alakalıdır. Uzun yıllar süren ekonomik kalkınma serüveninin ardından BAE liderliği küresel bir aktör haline gelebilmek amacıyla dış politikadaki etkileşimlerini artırma çabası içerisinde olmuştur. Bu bağlamda diplomatik, askeri ve kültürel enstrümanları işlevselleştirmeye çalışan Abu Dabi, hem Arap dünyası hem de küresel çapta bir aktivizm içerisine girmiştir. Ciddi boyutlarda yapılan silah ve savunma ürünleri ithalatı, farklı bölgelerde askeri üs kurma girişimleri, önemli Batı başkentlerinde lobicilik faaliyetleri ve ılımlı İslam söylemini önceleyerek Hristiyan dünyanın güvenini kazanma çabaları gibi enstrümanlar, BAE’nin aktif ve çok boyutlu dış politikasının araçlarından bazıları olarak gösterilebilir. Bu enstrümanlarla bölgesel ve küresel politikalarda nüfuzunu artırmayı hedefleyen BAE bir taraftan da küresel kamuoyu nezdinde ülkeyle ilgili olumlu imajı güçlendirmeyi istemektedir. Bunun yanında rakip olarak görülen ülkelere karşı mücadelede de yine bu enstrümanlar devreye sokulmaktadır. Bu ülkelerle yaşanan rekabet kimi zaman gerginliklere neden olurken, Ortadoğu’daki aktörler arasındaki güvensizliği daha da derinleştirmektedir.

Ortadoğu’da son dönemde giderek artan gerginlik siyaseti bölge ülkelerinin hiçbirinin çıkarına olmayacaktır. Bu noktada ulusal güvenlik noktasında dış aktörlerin yardımına muhtaç olan ülkeler şüphesiz daha kırılgan bir yapı arz etmektedirler. Bu nedenle Körfez bölgesinin ekonomik süper güçleri, dış politikada agresif bir tutum izlemek yerine bölgenin siyasi ve askeri süper güçleri ile uzlaşmacı ve iş birlikçi bir çerçeve bağlamında ilişki kurmak zorundadırlar. Bu yönde bir politika bölgesel kalkınmanın, Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik istikrarın ve bölgede kültürel olarak birbirine çok yakın halklar arasındaki kültürel kaynaşmanın başlıca anahtarıdır.

Dış politikadaki ihtiraslı hedefler, komşu ülkelerle yıkıcı bir rekabet içerisine girilmesi ve müdahaleci politikalar izleyerek bölgesel istikrarsızlıkların devamına neden olunması gibi hususlar bu yönde politikalar izleyen ülkelerin sonlandırması gereken davranış biçimleridir. Buradan hareketle bölgede bu profile uyan ülkelerin başında gelen BAE’nin dış politika önceliklerini ve davranışlarını yeniden gözden geçirmesi faydalı olacaktır. Yıllardır kurduğu kalkınma çizgisini devam ettirebilmesi, ekonomik başarı hikayesini sürdürebilmesi, barındırdığı milyonlarca yabancı ülke vatandaşını entegre ederek kurduğu toplumsal uyumu ve küresel kamuoyu nezdinde oluşturduğu olumlu algıyı devam ettirebilmesi adına BAE’nin gerginlik siyaseti yerine iş birliği ajandasını öncelemesi büyük önem taşımaktadır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası