Kavramsal bir tanımlama yaparak başlayalım. Terör, terörizm nedir, terörist kime denir?
Terörün çok kabataslak tanımı, politik bir hedef için halkı dehşete düşürecek, yıldıracak eylemlerde bulunmaktır. Burada tabii izafi bir bakış söz konusudur. Çünkü birinin terörist dediğine bir başkası özgürlük savaşçısı diyebilir. Terör, uzlaşının bildik yöntemlerini kullanmaksızın yarattığı tedhiş ve yıldırma duygusuyla hedeflerine ulaşmak ister. Bu amaçla da toplumu infiale uğratacak, ümitsizliğe sürükleyecek ve gelecekten duyduğu emniyet hissini zedeleyecek eylemlerde bulunur. Vatan evvelemirde bir güvenlik duygusudur. Hepimiz için güvenli hissettiğimiz yerdir. Terör işte o güvenlik duygusunu berhava ederek icraatını yapmak ister. Tabii çok değişik çeşitleri var ama günümüzde giderek artık bir mega terörden bahsedebiliriz. Sadece politik amaçlara ulaşmak istemiyor, aynı zamanda psikolojik hasar da bırakmak istiyor insanlarda.
Terör örgütlerinin birden fazla yöntem kullandığını biliyoruz, bunlardan birisi de intihar eylemleri. Bir terör eylemi olarak intihar saldırıları nasıl değerlendirilebilir?
Burada da bence aynı amaç söz konusu. İntihar saldırısında bulunan organizasyonlar aslında politik bir hedef gözetiyorlar ama aynı zamanda bu intihar eylemine karşı çıkan insanların direncini de kırmak istiyorlar. İntihar saldırısı sıklıkla sivil insanların ölümüyle sonuçlanıyor. İntihar saldırıları tarihte hep dominant olan tarafın belli bir politikadan sarfınazar etmesi prensibi üzerine kurgulanmış. Bir toprak parçasından çekilmek, bir ülkeyi terk etmek ya da bir politikayı değiştirmek gibi. Fakat son 20-30 senedir artık insanların istinat duygusunu, tesanüt duygusunu ve terör karşısındaki ahlaki meşruiyetlerini de sorgulatacak boyutlara varmış durumda. Yani, insanlarda bir çaresizlik ve teslim oluş hissi yaratmak istiyor. Bu kadar ardı ardına geliyor ki, insanlar bizim artık bir geleceğimiz yok, geleceğimiz gasp edildi, terör karşısında kazanma şansımız yok, bununla hiçbir suretle baş edemeyiz duygusuna ulaştırılmak isteniyor.
Şöyle de bir kavramsal tartışma var: İntihar saldırganı mı demeliyiz yoksa canlı bomba mı demeliyiz? Çünkü intihar saldırganı dendiğinde, intihar eden kişi sonuçta hayatta belli sıkıntılar çekmiş her şeyini tüketmiş ve son noktaya geldiğini düşündüğü için de intihar etmeye karar veren insan gibi algılanıyor. Ama canlı bomba dediğimizde çok bilinçli bir ideolojik eylem gibi duruyor. Sizce bu tip eylemleri tanımlarken hangi kavram daha uygun olur?
Canlı bomba biraz Türkçe bir terkip, ben mesela yabancı yayınlarda pek rastlamıyorum buna. İşin mahiyetini de sulandırıyor biraz. Ben intihar terörizmi sözünü tercih ederim, işin çerçevesini daha iyi anlatıyor. Şimdi buralarda temel atıf hatası denen bir şey yapılıyor, bunu çeşitli yazarlar da dile getiriyor. Temel atıf hatası şudur: Birisi bir eylemi yaptığı zaman onu kişilik özellikleriyle izah etmek. İntihar bombacılarının ruhsal açıdan sakat, çocukluklarında çok büyük ızdıraplar çekmiş, kötü anne babalık görmüş zaten arızalı ruhlar olduğunu söylemek kolaycılığa kaçmaktır. Zaten bugüne kadar yapılmış çalışmalar bir kişilik tipi gösterememiş bu insanlarda. Psikoloji, tek başına intihar eylemciliğini açıklayamıyor. Kişisel faktörlerle açıklayamıyor en azından. Peki ne oluyor da insanlar intihar bombacılığına yöneliyor. Bu psiko-sosyal alanda cevap verilmesi gereken bir şey. Yakın zamana kadar deniyordu ki bu insanlar genellikle yalnız, evlenmemiş, erkek, işsiz insanlardan çıkıyor, fakat son 9/11 bombalamaları sırasında ortaya çıkan gerçekler bazılarının gayet iyi eğitimli olabildiğini de bize gösterdi. Çok genellemeci, tek bir kişilik profiline indirgeyici yaklaşımlar intihar bombacılarının kişiliğini açıklamakta yetersiz kalıyor.
Garibanlıktan Soyluluğa...
Peki, terör örgütleri militanlarını nasıl motive ediyor. Bir insanın intihar saldırganı olmayı kabul ediş sürecinde hangi faktörler öne çıkıyor?
Terör örgütleri kapalı organizasyonlardır. Ve bu kapalı organizasyonlara ait olmak bir defa müntesiplerine seçilmişlik duygusu verir. Ben seçilmişim ve toplumun diğer kalan kısmından üstünüm diye düşünmeye başlar kişi. Ayrıca çok soylu bir amaç sunarlar müntesiplerine. Önceden sıradan, kimsesiz, gariban bir genç birdenbire çok soylu, çok yüce bir amaca hizmet ettiğini düşünen bir kimse haline gelir. Bu özellikle gençler açısından çok önemli bir süreçtir. Zaten varlığıyla, aidiyeti ile ilgili bir sürü sorular sormakta olan kişi birdenbire bir hücreye dahil olmakla varlığına çok büyük bir anlam kattığını düşünür. İkincisi, bu soylu dava için ölümünden sonra isminin yaşatılacağı, kendisinin ve ailesinin saygın şekilde anılacağı örgüt tarafından empoze edilir. Üçüncüsü, bu tür insanların bu görevlere hazırlanmadan evvel bir hücre eğitimine daha çok da birebir eğitime tabii tutulduğunu söyleyebilirim. Yani bununla ilgili örnekler de var. Bu birebir eğitimlerde kişi aslında kendisini feda etmekle o büyük davalarına çok mühim bir katkı sunacağına inandırılır. Yani bir beyin yıkama işlemi gerçekleştirilir. Kendi varlığınızı grubun varlığına ve o sözümona soylu amaç uğruna feda etmeniz beklenir.
İşte bütün bu endoktrinasyon süreçleri aslında sıradan kendi halinde bir insanı bile çok keskinleştirip hayatını feda edecek bir konuma getirebilir. Zaten toplumsal düzeyde de bu saygınlık ritüelleri sürdürülür. Türkiye'de intihar bombacısı olup sayısız insanı öldüren kişinin taziyesine milletvekilinin gitmesi, o ailenin belki maddi bir takım faydalara kavuşturulması veya çocuklarının yaptığı kötücül eyleme rağmen saygın muteber insanlar olarak kabul edilmesi aslında sonraki intihar bombacıları için hep bir kolaylaştırıcıdır. Eğer siz bir eylemi bir toplumda yüce bir eylem olarak tasvip eder ve alkışlarsanız ve bu da genel toplumsal ağda büyük bir kabul görürse sonraki üyelerin o ölüme yürümesi de kolaylaşır.
Kolaylaştırıcı etkenler arasında tabii ideolojik örgütün kapalı yapısından dolayı toplumla o örgüt arasındaki düşünce farklılıklarının abartılması da var. Normalde kişi topluma çıktığı zaman, farklı görüşten insanla konuştuğunda çok yoğun olarak algılayamayacağı o farklılaşmayı örgütün içindeki endoktrinasyon sonucunda "biz ve onlar" şeklinde tam bir ikilik halinde algılamaya başlıyor. Böyle ikilikçi ve mutlak bir düşünce yerleşiyor. Bu örgütler adına ister DAEŞ, ister PKK, ister El Kaide deyin hakikatin sadece ve sadece kendi kontrollerinde ve kendi boyunduruklarında olduğu düşüncesini empoze ederek ve mutlak hakikatin sahibi gibi davranarak aslında bu insanları ölüme yollamış oluyorlar.
DAEŞ Tarzı Terör İslami Kaynaklara Bakılarak Anlaşılamaz
PKK'nın motivasyon kaynaklarına biraz değindik, DAE' ve El Kaide gibi terör örgütlerinin motivasyon kaynaklarını ve amaçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim yazıp çizdiğim bir düşünce var. DAEŞ tarzı terör İslami kaynaklara bakılarak anlaşılamaz. Tam aksine daha Batılı kaynaklara bakarak bu terörü anlayabilirsiniz. Post rönesans dönemdeki o vahşi iklimi, anarşi iklimini, karmaşayı ve kargaşayı yücelten iklimi anlayarak buradan bir çıkarsama yapabilirsiniz. Ben bütün bu kurguyu yapanların DAEŞ ile ilgili büyük hesapları olanların da oradan ilham almış olabileceğini düşünüyorum.
DAEŞ'in kurgu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Başından itibaren bir elin orayı tasarladığını düşünüyorum. Sonradan belki kontrolden çıkmış olabilir. Fakat bir kurgu neticesinde ortaya çıktığı hissine sahibim. Yanılıyor olabilirim, bunu artık belki zaman içerisinde bazı dökümanlarla falan anlayabileceğiz. Şu aşamada sadece bir his olarak kalmak mecburiyetinde. Tabii dinin bir enstrüman olarak kullanılması çok kolay böyle durumlarda. Çünkü din insanlara doğru bir hayat vaaz ediyor. Ve o doğru hayatın içini çok değişik şekillerde doldurabiliyorsunuz. Bazı hadislerin sadece lafzi okunması kolaylıkla şiddete teşne bir din anlayışına yol açabiliyor. Ama ben DAEŞ'in temel meselesinin ilahiyat olduğunu da düşünmüyorum. DAEŞ terörü enteresan bir şekilde bugüne kadar çok az terör örgütünün yaptığı bir şeyi yapıyor. Hiç utanma duygusu olmayan bir terör üretiyor. İnsanların canlı canlı yakılması, boğazlarının kesilmesi, bu işkencede ve eziyette gidemeyeceğimiz yer yok, dolayısıyla biz çok güçlüyüz ve hepinize boyun eğdirebiliriz yanılsamasını yaratmak istiyor. O da tabii hakikati temellük eden bir anlayıştan besleniyor. Dinin doğru yorumu benim, benim dışımdakiler kafirdir ve hakikatin düşmanıdır demeye getiriyor.
Aslında çok enteresan bir şekilde George Bush'ta da aynı söylemi görüyorsunuz: "Ya bizimlesindir ya onlarla"; Usame bin Ladin'de de aynı söylemi görüyordunuz. Birbirinin karbon kopyası gibiler. Hakikati sadece kendi üzerinden tanımlayan ve ötekini tamamen düşmanlaştıran bir söylem. Çünkü bu söylem üzerinden şiddet üretmek kolaylaşıyor. Siz eğer hakikati sadece kendi seçilmiş grubunuza verirseniz, kendinizin dışındaki her oluşumu kötülüğün bir temsilcisi olarak sunmuş olursunuz.
DAEŞ’te tabi daha mesihçi bir anlayış var. Yani “Dünya çok bozuldu, her yer kirlendi, biz burada sözde ‘İslam halifeliği’ni kurarak dünyayı bu bozulmuşluktan ve kirlenmişlikten arındıracağız, nihayet beklenen halife beklenen mehdi geldi, o dünyayı tamamen kurtaracak ve temizleyecektir” tarzı bu binyılcı apokaliptik anlayışların bir tezahürü olarak da DAEŞ'i okumak mümkün. Tabii bu kadar büyük iddialarla ortaya çıktığınız zaman insanlar ve onların hayatları çok önemsizleşiyor. İnsanların üzerinde operasyon yapmak, onların hayatları üzerinde tasarruflarda bulunmak çok meşru bir şey haline geliyor.
Sadece Medyada Değil Üniversitelerde de PKK’yı Destekleyen Kesimler Var
DAEŞ nasıl yapıyor bunu?
DAEŞ ve benzeri gruplar aslında hayat ve düşünceyi basitleştiriyorlar. Hayat eylem yoluyla dönüştürülmüş oluyor. İyinin ve kötünün sınırları üzerinde düşünülmeyecek kadar net hale geliyorlar. Kahramanlık ve ibadetin en üst noktası olarak kişinin kendi hayatını feda etmesi bekleniyor. Sıradan insanlar arasında hadisenin yanlış gittiğine dair inanç o denli yaygınlaşır ki kimi zamanlarda pek çok kişi toplumda erdem ve doğruluğun düzelebilmesinin ancak aşırı tedbirlerle mümkün olabildiğini düşünür. İşte apokaliptik gruplar bu duygulara oynarlar, dünyayı kurtarmak için adeta onu yok ederler.
Burada medyanın da etkin kullanıldığı görülüyor. Özellikle son dönemde sosyal medyayla birlikte bu çaba daha da artmış durumda. Benzer şekilde 2000'li yıllardan sonra intihar saldırıları yönteminin de eskiye göre daha fazla kullanıldığı görülüyor. Kuşkusuz böyle olmasında medyanın da payı var. Çünkü intihar saldırıları, medyanın görselleştirme, mit oluşturma ve dolayısıyla trajediye dönüştürme bağlamında şekillenen doğasına daha uygun. Örgütler de intihar saldırılarının daha fazla habere dönüştüğünü görünce doğal olarak bu yöntemi öne çıkartmaya başlıyor. Burada medya-terör ve medya-intihar saldırısı bağlamında neler söylemek istersiniz?
PKK açısından bakalım. Son dönemde gerçekten çok şaşırtıcı bir şekilde sadece bazı medya çevrelerinde değil aynı düzlemde yer alan okur-çizer çevrelerde de terör örgütünün destek bulduğunu görüyorsunuz. Yani bugün hala İstanbul'un belli başlı üniversitelerinde, kısa bir süre içinde bine yakın şehit vermiş olmamıza rağmen, terör örgütünü açıktan açığa destekleyen standlar açılıyor, açıktan açığa destekleyen bildiriler yayınlanıyor. Hatta bazı üniversitelerde sanki PKK sempatizanı olmamak bir eliminasyon kriteri haline gelmeye başlıyor.
Neden bu halkla ilişkiler faaliyetine ihtiyaç duyuyorlar? Çünkü hala geniş kitlenin onayını almak istiyorlar. Hala kendi meşruiyetlerine birilerini ikna edebileceklerini düşünüyorlar. Dolayısıyla dört bir koldan saldırıyorlar. Bombalarıyla, füzeleriyle, bomba ve füze haline getirilmiş sosyal medya bataryalarıyla dört bir koldan saldırarak hala doğru ve meşru bir savaş verdiklerini, politik olarak haklı olan ve ahlaklı olan tarafın kendileri olduklarına toplumun genelini inandırmak istiyorlar. Çünkü toplumu inandırabilirlerse politik hedeflerine daha kolay ulaşabileceklerini düşünüyorlar.
Ama sürekli barış kelimesini kullanıyorlar...
Barış kelimesi de kötünün kötülüğünü saklamak için icat edilmiş güzel bir kılıf olarak görünüyor şu anda. Bence çok sistemli ve koordineli bir halkla ilişkiler faaliyeti yürütülüyor. Terörü aklamak, sıradanlaştırmak ve meşru göstermek için. Terörün insanlar nezdinde yarattığı korku algısının bu örgüte ve onun sempatizanlarına öfkeye dönüşmemesi için de "barış" kelimesini bir sevimlileştirme kılıfı olarak kullanıyorlar.
En son Diyarbakır'da PKK'nın bombalı bir aracı patlatması sonucu 16 vatandaşımız hayatını kaybetti. "Barış" bağlamında bildiri yayımlayan aydınlar, bazı üniversite hocaları bu saldırı ile ilgili tek bir açıklama yapmadılar. İnsan hakları örgütleri de keza o bağlamda bir açıklama yapmadı. Neden?
Bunun bilimsel bir açıklaması yok. Bu politik riyakarlıktır, organize riyakarlıktır. Burada ancak hislerimizle konuşabiliriz. Bunun psikolojik düzlemde açıklaması şu olabilir: Genel olarak insanlar gördüklerine inanmayı yeğlemezler. İnandıklarını dış dünyada görmek isterler. Yani bizler zihnimizdeki kısa devreler vasıtasıyla hayatı ideolojimize uydururuz ve gördüğümüz şeyleri de ona göre seçeriz. Seçici dikkatimizle işimize gelmeyen şeyleri görmeyebilir, işimize gelenleri de abartarak insanların gözünün içine sokabiliriz. Fakat hakikatin bu kadar büyük ölçüde kaybedilmesi ve insanların pek çok masum insanın kanına girmiş olan bir şer şebekesini lanetlemekte bile uzlaşamaması bizim toplumca hepimizin üstlenmesi gereken bir kabahattir. Bu insanların bu kadar uluorta terör eylemine yönelebilmelerinin arkasında bu sessizliğin ve gizli onayların maalesef payı var.
İntihar saldırıları sonucunda toplumun bütün kesimlerinden onlarca insan teröre kurban verilmişken bu sessiz kalışı intihar saldırganları ve terör örgütlerinin dolaylı motivasyonları arasında mı değerlendiriyorsunuz?
İntihar saldırısı raddesine gelmiş bir terör hareketinin toplumun genel onayını gözettiğini ben düşünmüyorum. Onlar toplumdaki çözülmeyi hedeflerler ve imkanlarını bulsalar belki her gün yapmak isterler bu eylemi. Yani onların hala bir insaf damarı olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü bu politikaları yürürlüğe koyan insanlar, insan hayatını zaten harcanabilir bulan, sadece düşman cephesinde değil kendi cephesindeki genç insanları da kendi amaçları uğruna yok edilebilir bulan kişiler. Yani bunların toplumda bir infial oldu, aman biraz yapmayalım, geri duralım tarzında bir akıl yürüteceklerini pek zannetmiyorum. İnsanlar neden radikalleşiyor sorusunu belki Türkiye'nin kendine daha çok sorması lazım bu dönemde. Ne oluyor da Güneydoğu'daki gençler birdenbire bu insafsız terör örgütünün üyesi haline geliyorlar. Belki de bizlerin o radikalleşmeye giden yolda devletin eğitim kurumlarının ne yapması gerektiğini tartışmaya daha çok ihtiyacımız var.
İntihar Bombacılarının Nihai Hedefi Aslında Siyaseti Geçersizleştirmektir
Tüm bu intihar saldırıları yaşadığımız toplumun içinde oluyor. Toplumu nasıl görüyorsunuz?
Toplum tabii her saldırıdan sonra büyük bir sarsıntı ve büyük bir moral bozukluğu geçiriyor. Daha sonra da hızlı bir unutuş sratejisi ile geleceğe sarılmak istiyor. Türkiye toplumu çok dinamik bir toplum ve Türkiye barışın mümkün olabileceğini gördü. Bunun etkisinin tahmin edildiğinden çok daha kuvvetli bir sosyal faktör olduğunu düşünüyorum. Bugün terör örgütünün arkasında Kürt nüfusunun hizalanmaması ve örgütün kitlesel destekten mahrum kalması, Türk insanının Kürt kardeşlerine husumet duygusunu geliştirmemesi ve toplumsal ayrışmanın kuvvetli bir biçimde ortaya çıkmamış olması aslında o iki yılın hatırasının ne kadar güçlü bir şekilde insanların ruhunda yerleştiğini gösteriyor. Bence o iki yılın hatırası aslında çok derin bir toplumsal talebi de dillendiriyor. Bu topraklarda kimse artık ölüm, kan ve gözyaşı istemiyor. Ölüm, kan ve gözyaşı isteyenlerin bu toprakların değerlerine, kendisine ait olmayan dışarlıklı örgütler olduğu düşüncesi bence giderek pekişiyor. Bu savaşın bir hak ve özgürlükler savaşı olmadığı; tam aksine bu ülkenin varlığına dönük toptan imha hareketi olduğu düşüncesi pekişiyor.
Yakın zamanda yaşanan intihar saldırılarını düşünürsek, saldırılar toplumda nasıl bir iz bırakıyor?
Toplumun hayat neşesi biraz daha azaldı. Bunu konuşmamız ve itiraf etmemiz lazım. Bundan sonra bu saldırıların yok edilmesi lazım. Tabii emniyetimizin ve istihbarat teşkilatımızın çok iyi çalışması lazım. Bunların olma ihtimalinin ortadan kaldırılması lazım. Çünkü intihar bombacılığının en stratejik taktiklerinden bir tanesi şudur: Her an gelebiliriz, her an ve herkesi vurabiliriz, hepinizin hayatı tehdit altındadır. Bu fikri yayar intihar bombacıları. Bu da insanları gelecek karşısında ümitsiz, hayat karşısında çaresiz bırakır. İnsanları yılgınlığa ve toplumsal depresyona sürükler. Bunun neticesinde de insanlar daha az sokağa çıkar, komşusundan korkar hale gelir, toplu taşıma imkanlarını daha az kullanır, daha az ortak mekanlarda buluşur. Herkes gölgesinden korkan mutsuz vatandaşlar haline gelir.
Toplumda bunun izlerini mi görüyorsunuz?
Mutsuz hale geldikleri zaman insanlar, politik figürleri, ellerinin kolay erişebildiği insanları günah keçisi haline getirmeye başlarlar. Dolayısıyla intihar bombacılarının nihai hedefi aslında siyaseti geçersizleştirmektir. Ben bunun izlerini Türkiye'de görmüyorum. Türkiye'nin topyekun bir ruh halinde, küçük bir azınlık olan terör örgütünün sempatizanları hariç bir kenetlenme halinde terörü lanetlediğini görüyorum. Bakın bunun çok basit göstergeleri var. Çözüm sürecinden bir süre önce çok yaygın olarak, hemen her şehit cenazesinden sonra, şehit yakınlarının orduyu suçlayan ifadeleriyle karşılaşıyorduk. Şu an ben o yoğunlukta görmedim. İnsanlarımız bunun dışarıdan Türkiye'nin varlığına, bekasına yönelik çok büyük bir tehdit olduğunu ve yek vücut, yek ruh olarak buna karşı direnmemiz gerektiği bilincini daha çok yaşıyorlar. Dolayısıyla ordusunun ve devletinin yanında daha çok yer alıyorlar.
Şehitlerimizin İsimlerini Diri Tutalım
Şu örnekle pekiştirebiliriz belki, HDP'nin yüzde 95 üzeri oy aldığı ilçe veya illerde PKK'nın sokağa çıkın çağrısına Kürt vatandaşlarımız ilgi göstermedi. Sokağa çıkmadı, isyan etmedi, sağduyulu bir şekilde davrandı. Peki, intihar saldırılarını sonlandırmak, en azından asgariye indirebilmek için ülke olarak neler yapılabilir?
Bir defa toplumsal ayrışmanın sembolik bazı eylemlerle terör karşısında aşılabilmesi lazım. Ortak düşmanları olmayan bir millet olamaz. Her millet bazı düşman ve kötülükler karşısında ortak olmak zorundadır. Kendisini toptan yok etmeyi düşünen bir kötülük odağı karşısında ortak bir duruş sergileyebilmek durumundadır. Bir defa bu gölge oyununu bırakalım, karından konuşmayı bırakalım ve herkes aklındakini doğrudan konuşsun. Dayanışma duygusunu toplum içinde kuvvetlendirelim. Terörün her türlü kötücül eylemi karşısında milletçe reflekslerimizi ortaya koyalım.
Benim kişisel olarak üzüldüğüm bir nokta da şu, şehitlerimizin adlarını hep diri tutalım. Yani Türkiye'nin bir kısmında insanlar canları pahasına vatanı müdafaa ederken pek çoğumuz bu acıyı hissetmeden günlük hayatlarımıza gayet sıradan bir şekilde gülerek oynayarak devam ediyoruz. Halbuki bizim hayatlarımızı Cizre'de, Şırnak'ta savunan insanlar var. Biz burada çoluğumuzla çocuğumuzla rahat bir şekilde yaşayabilelim diye orada hayatlarını feda eden insanlar var. Daha büyük bir dayanışma gösterilmesi lazım. Kayıplarımızın, şehitlerimizin şehit ailelerimizin onurlandırılmaları lazım. Çok daha yüksek şekillerde onurlandırılmaları lazım. Siyasetin de tabii bu çatışmayı sona erdirecek, insanları ölüme değil de hayata çağıracak vasıtaları daha çok üretmesi lazım. Yani neden liseyi okuyan bir genç, okulunu bırakıp dağa çıksın. Dağa çıkmanın mekanizmalarını ortadan kaldıracak yollar bulmamız lazım.
Terör grupları kendi bünyesine aldıkları insanlara aslında bir şekilde mutlak itaatin getirdiği bir rahatlama sunuyorlar. Hayatın yakıcı sorularına bir cevap üretmek zorunda kalmıyor bu kişiler. Karizmatik liderin baştan çıkarıcı büyüsüne ram oluyorlar. Aslında bu örgütlere dahil olan insanların çoğu ruhsal açıdan aşırı sağlıksızlık belirtisi göstermeyen kişiler ama içinde yaşanılan şartlar bu insanları birdenbire terör örgütüne müntesip kılabiliyor. Yani terör örgütünün o bölgede uluorta propaganda yapmasını, gençleri dağa kaldırmasını ve bütün bir bölgeyi propaganda alanı olarak kolaylıkla kullanabilmesini önlemelidir devlet. Çünkü ilkokulda, ortaokulda dünya ile kavgası olmayan insanlar bir bakıyorsunuz lise çağında, ergenlik çağıyla beraber kendilerine soylu bir ülkü, uğruna yaşayacakları bir ülkü aradıkları zaman hemen yanı başında kendilerine sözümona o soylu davalarının propagandasını yapan bir örgüt buluyorlar. Bu da çok kolayca radikalleştirebiliyor insanları. Radikalleşme hangi vasıtalarla ve niçin ortaya çıkıyor, bunun üzerine biraz düşünmemiz lazım. Tabii hep söylenen şey, bir anlamda demokratikleşme ve özgürleşme son sürat devam etmeli. Devletin vermediği bir hak yüzünden hak arama davranışı göstermemeli kişi, o yollar artık kapalı olmalı. Her türlü özgürlük zaten cari olmalı, insanlar geleceklerinden biraz daha emniyet duymalılar, bölge insanı özellikle geleceğe baktığı zaman daha güzel bir hayat tasavvur edebilmeli. Kaybedeceği şeyi daha fazla olan insanlar terör örgütüne çok daha az ram olacaklardır.