Donald Trump’ın Amerikan başkanlık seçimlerini kazanarak Ocak’ta yeniden başkanlık koltuğuna oturacak olması, Avrupa Birliği’ndeki yerleşik iktidarlar tarafından genellikle olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiyor. Bu yazıda AB içinde klasik bir “Avrupacı” ülke olan Fransa’nın, klasik bir “Atlantikçi” ülke olarak bilinen Polonya’nın ve mevcut iktidara göre Atlantikçilikle Avrupacılık arasında gidip gelen Almanya’nın Trump’ın yeniden Amerikan başkanı seçilmesine verdikleri tepkiler ele alınacak.
Almanya’nın Trump’a Bakışı
Trump’ın seçim zaferinin karışık duygulara yol açtığı ve siyasetin akışını etkileyeceği Avrupa ülkelerinden biri Almanya’dır. Erken seçim atmosferine girmiş Almanya’da, oylarını her geçen gün artırarak yerleşik siyasal sistemi sarsan aşırı sağcı AfD, Trump’ın zaferi karşısında sevincini gizlemiyor. Partinin eş başkanlarından Alice Weidel, Trump’ın seçim başarısını kutlama konusunda acele ederken “ABD’de seçim sonucuna Hollywood’un değil çalışan Amerikan halkının” karar verdiğini ve “Trump’ın AfD için örnek olduğunu” söyledi. Trump’ın siyasi görüşlerinin AfD’ye benzediğini ifade eden Weidel, Amerikan seçimlerinin “kitlesel göçe, artan suç oranlarına, ekonomik çöküntüye, yanlış yönlendirilmiş iklim ideolojisine, yanlış yönlendirilmiş cinsiyet ideolojisine ve savaş politikasına karşı açık bir duruş” olduğunu ileri sürdü.[1] Aslında bütün bu ortak yönlere rağmen Trump’ın benimsediği “America First” yaklaşımının Alman ekonomisine zarar verme potansiyelini kendisi de bir ekonomist olan Weidel gayet iyi biliyor. İlk başkanlık döneminde Trump’ın izlediği korumacı ekonomi politikası, Alman şirketlerine ciddi zorluklar çıkarmıştı. Buna rağmen AfD liderinin Trump’ın zaferine sevinmesinin iki temel nedeni söz konusu. İlk olarak AfD, Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin Alman Federal Meclisi’nde temsil edilen diğer partilerde (merkez sağ, merkez sol, liberal ve aşırı sol) yol açtığı huzursuzluk ve güvensizliğin kendisine yarayacağını düşünüyor. İkinci olarak ise Trump ile birlikte ortak olarak savundukları yukarıda ifade edilen fikirlerin ABD gibi dünyanın önemli bir ülkesinde karşılık bulmasının Avrupa halklarını da hareketlendireceği beklentisi, AfD’yi heyecanlandırıyor.
Almanya’daki diğer partilerden gelen açıklamalara bakıldığında, Trump’ın seçilmesinden memnun olmadıkları hissediliyor. Şansölye Olaf Scholz, “Trump tarafından yönetilen bir hükümet döneminde birçok şeyin farklı olacağını” ancak ABD ile iş birliğine devam edeceklerini vurgularken, SPD Meclis Grup Başkanı Rolf Mützenich ise Trump'ın yeniden başkan olmasının ABD politikasında “daha az öngörülebilirlik ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin zayıflaması” anlamına geleceğini, Avrupa'nın “buna uyum sağlaması, kendine odaklanması ve birçok yönden daha güçlü, daha dirençli olmaya çalışması” gerekeceğini söyledi. SPD Genel Başkanı Lars Klingbeil da “ABD'den gelen bu seçim sonucunun dünyayı değiştireceğini, Almanya’nın artık hem Avrupa'da hem de dünyada daha fazla sorumluluk üstlenmek zorunda olduğunu” ifade etti. Ana muhalefetteki Hıristiyan Birlik partilerinden gelen açıklamalarda da Trump’a yönelik tebrik mesajları ve Transatlantik ilişkilerin önemine yapılan vurguların yanında Almanya-ABD ilişkilerinin geleceğine dair endişenin de göze çarptığı görülüyor.
CDU lideri Friedrich Merz, Trump'ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferi sonrasında Avrupa için daha güçlü bir rol çağrısında bulunurken CSU lideri ve Bavyera Eyaleti Başbakanı Markus Söder “Elbette ABD en önemli ortağımız olmaya devam ediyor ama daha önce hiç olmadığı kadar zorlanıyoruz. Farklı bir rüzgar esiyor” ifadelerinin ardından Almanya’nın ordusunu güçlendirmesi gerektiğini söyledi. CDU’nun dış politika alanındaki önemli isimlerinden Norbert Röttgen de “Avrupa'nın güvenliğinin ABD'nin asli çıkarı olduğu yönündeki genel Amerikan anlayışını paylaşmayan” Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesinin “Avrupa'nın güvenliği açısından dramatik sonuçları olabileceğini” ifade etti. Federal Meclis’te temsil edilen diğer partilerden Yeşiller ve FDP sözcüleri, Trump’ın seçilmesinin Avrupa için Ukrayna’da daha fazla yük anlamına geleceğini ve Avrupa güvenlik ve savunma politikasının geliştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgularken aşırı sol partilerden BSW Başkanı Sahra Wagenknecht, Trump’ın “daha fazla silahlanmayı, ekonomi savaşlarını ve Avrupa ve Almanya’ya karşı acımasız gümrük politikasını” temsil ettiğini, bu yüzden Transatlantik ilişkilerin yeniden dizayn edilmesi gerektiğini savundu. Diğer aşırı sol parti Die Linke sözcüleri de “hesaplanamaz” bir lider olarak tanımladıkları Trump’ın Ortadoğu’daki yangını daha da körükleyeceğini ileri sürerek uluslararası iş birliğine ve diplomatik eşitliğe karşı olarak tanımladıkları Trump’ın seçilmesinin “dünya için kara bir gün” olduğunu ifade ettiler.[2]
Fransa’nın Temkinli Yaklaşımı
AB’nin Almanya ile birlikte diğer lider ülkesi Fransa’da Trump’ın seçim zaferinin nasıl karşılandığına bakıldığında ise daha karmaşık bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un normal şartlar altında korumacı ekonomik politikalarıyla Fransız ekonomisine zarar verebilecek ve Ukrayna konusunda Avrupa’yı zor durumda bırakabilecek Trump’ın yeniden başkan seçilmesinden çok rahatsız olması gerekir. Ancak Alman siyasetçilerin verdiği tepkilerden de anlaşılacağı gibi, Berlin’de yeniden Avrupa’ya özgü bir güvenlik mimarisinin inşa edilmesi ve Avrupa’da etkili bir askeri güç oluşturulması fikrinin güçlü bir şekilde konuşulmaya başlanması, iç siyasette iyice sıkışmış Macron’un kendisini Avrupa’nın lideri olarak göstermesi açısından bir fırsat sunabilir. Almanya’da koalisyon hükümetinin dağılması da Macron’un inisiyatif alma konusunda kendisini sorumlu hissetmesi sonucunu doğurmuş olmalı ki Fransız Cumhurbaşkanı Amerikan seçimlerinin hemen ardından “AB’nin Avrupa'yı güçlendirmek için stratejisini koordine etmek” amacıyla 27 AB üyesi ülke arasında görüşmeler yapılması çağrısında bulundu.[3]
Trump’ı tebrik eden ilk Avrupalı liderler arasında yer alan Macron’un yeni dönemde bir yandan ABD ile eşit göz hizasında ilişki kurabilen bir yandan da AB’ye liderlik eden bir lider profili ile iç politikada yaşadığı zorlukları aşmaya çalışacağı söylenebilir. Ancak son seçimlerde parlamentodaki çoğunluğu kaybetmiş bir cumhurbaşkanı olarak Macron’un Trump karşısında ilk döneme göre çok daha zayıflamış bir lider olacağı için bu hedeflerine ulaşma konusunda başarılı olma şansının zor olduğu ifade edilebilir. Zira Almanya’daki gibi Fransa’daki aşırı sağ da Trump’ın seçim zaferinin oluşturduğu aşırı sağ rüzgardan faydalanmak istiyor. Ancak Jordan Bardella’nın başkanı olduğu Ulusal Birlik (Rassemblement National) Partisi’nin arkasındaki asıl isim olan Marine Le Pen’in Trump’a yönelik tebrik mesajının Avrupa’daki diğer aşırı sağ siyasetçiler kadar heyecanlı olmadığı görüldü. Zira Le Pen, mülteci karşıtlığı ve Batı’nın üstünlüğü gibi konularda Trump ile benzer fikirlere sahip olmanın Fransız seçmende de belirli bir karşılığı olduğunu biliyor ama Trump’ın Fransız halkında genel olarak olumlu bir imajının olmadığını da biliyor. Uzun zamandır muhalefette kalan ve artık iktidar olmak isteyen Le Pen, cumhurbaşkanı olma yolunda yeterli olduğunu kanıtlamak için “America First” diyen Trump’a mesafeli durması ve onun korumacı ekonomik politikalarından Fransız ekonomisine gelebilecek tehditlere karşı koyabileceğini de göstermesi gerektiğini görüyor.
Trump’ın Polonya Siyasetine Etkisi
AB içindeki “Atlantikçi” ülkelerin Amerikan seçimlerine yönelik tepkilerine bakıldığında ise, Macaristan gibi, egemenlik ya da Rusya’ya karşı politika konularında AB kurumlarıyla kavga içerisindeki bazı “Atlantikçi” ülkelerdeki liderler Trump’ın seçimleri kazanmasına sevinirken bir başka “Atlantikçi” ülke olan Polonya’da ise bu konuda yaklaşımların oldukça karışık olduğu görülüyor. Zira Polonya, Rusya tehdidine karşı ABD’yi en değerli müttefik olarak görüyor ama Trump’ın Rusya politikasının ne olacağı konusunda endişeleri var. Mevcut Başbakan Donald Tusk’ın AB’nin en üst görevi olan Avrupa Konseyi Başkanlığı yaptığı ve sıkı bir “Avrupacı” olduğu da hatırlanırsa, Tusk yönetimindeki Polonya’nın Trump döneminde, AB ile ABD arasında en fazla sıkışacak ülkelerin başında geleceğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Polonya, Trump’ın ekonomik, güvenlik ve kültürel konularda AB liderleriyle yaşaması muhtemel ihtilaflarda nasıl pozisyon alacağı konusunda zorlanacaktır. Yaklaşık altı ay sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanarak iktidarını pekiştirmeyi hesap eden Tusk için Trump’ın siyaset anlayışına yakın Jaroslaw Kaczynski liderliğindeki PiS’in (Prawo i Sprawiedliwość - Hukuk ve Adalet) ABD’deki seçim sonuçlarından pozitif bir rüzgar alacağı endişesi artmış görünüyor. ABD ile ittifaka önem veren Polonya halkının seçimlerde Trump ile daha iyi geçinmesi muhtemel olan PiS’i desteklemesi söz konusu olabilir. Bu, Polonya’da bir süredir esen Tusk’ın lideri olduğu liberal PO (Platforma Obywatelska - Halk Platformu) rüzgarının sona ermesi anlamına gelecektir. Yani Trump’ın yeniden Amerikan başkanı olarak seçilmesi Polonya siyasetinin gelişim sürecini yakından etkileyecek bir gelişme olacak gibi görünüyor.
Trump’ın ikinci başkanlık döneminin bazı Avrupa ülkelerindeki iç siyasi gelişmeleri ve özellikle aşırı sağcı partilerin seçim performanslarını etkilemesi bekleniyor. Bunun yanında AB içerisindeki Avrupa’ya özgü, ABD’den bağımsız bir güvenlik mimarisi oluşturulması konusunda Avrupacılar ile Atlantikçiler arasındaki tartışmanın yeniden hareketlenmesi beklenebilir. ABD’de başkanın değişmesinin Avrupa’ya en büyük etkisi ise Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bundan sonraki gelişim süreci ve AB’nin bu meseledeki rolü konusunda olacaktır.
[1] Jan Sternberg, “Die AfD zwischen Rechtsterrorismus und Glückwünschen für Trump”, RND, 6 Kasım 2024, https://www.rnd.de/politik/afd-nach-trumps-wahlsieg-zwischen-rechtsterrorismus-und-bewunderung-WE62EGWLLVHXVI6G24EF2BIV6Y.html
[2] “Scholz will jetzt mit Trump "Standpunkte angleichen", T-Online, 6 Kasım 2024, https://www.t-online.de/nachrichten/ausland/usa/us-wahl/id_100524742/donald-trump-gewinnt-wahlen-in-den-usa-so-reagieren-spd-afd-und-cdu.html
[3] “Macron ruft EU-Staaten nach Trump-Sieg zu gemeinsamer Strategie auf”, Die Zeit, 6 Kasım 2024, https://www.zeit.de/politik/ausland/2024-11/us-wahl-emmanuel-macron-eu-staaten-gespraeche-staerkung-europas