Kriter > Siyaset |

Covid-19’un Ulusal Siyasetlerin Geleceğine Etkisi


Küresel kriz ulusal siyasetlerin geleceğini önemli ölçüde etkileyecek. Güçlü devlet kapasitesini, etkin yönetimi, millileşme hamlelerini ve koruyucu ekonomik sistemi savunan siyasetlere yönelim artacak. Dolayısıyla ulusal siyasetler de bu konularda siyaset üretmeyi önemseyecekler. Bu durum ulusal siyasetlerin birçoğunda belirleyici olacak.

Covid-19 un Ulusal Siyasetlerin Geleceğine Etkisi

Koronavirüs sonrası dünyanın ne yönde şekilleneceğine dair varsayımlarda, kanaat önderleri ya da “saha filozofları” olarak adlandırılan küresel kamuoyu oluşturucuları, kendi ideolojilerini merkeze alarak bir gelecek tasavvuru ortaya koyuyor. Aslında korona sonrası düzen hakkında söylenenlerin çoğu, bu erken dönemde, söyleyenin kendi arzu ve görüşünü hakikat gibi sunmaktan öteye gitmiyor. Koronavirüs pandemisi öylesine küresel bir kriz ve belirsizlik oluşturdu ki, farklı bakış açılarına ve karşıt görüşlere, en azından şimdilik, kendini doğrulama imkanı sunuyor. Virüsün eski ezberleri bozduğu açıkça görülmekte. Fakat yeni olanın ne olduğuyla ilgili uzun dönemli kesin yargılarda bulunmak hala zor. Mevcut paradigmaların iflasından bahsederken aynı zamanda yeni açıklama ve çerçeveleme modellerinin yeterince iş görmediği bir dönemdeyiz. Normların değişim gösterdiği, tedavülde olan ezberlerin bozulduğu hatta komplo teorilerinin bile işe yaramadığı inkar edilemez bir gerçek. “Yeni normal”in ne olacağı ile ilgili yargıya varmak için biraz daha beklememiz gerekecek. Tüm bunların yanında, koronavirüs sonrası için “yeni düzen” tasavvurunda ortaya çıkan görüşler, bundan sonrasının anlaşılmasında ipuçları barındığını da ayrıca belirtmek gerekir.

 

Geleceğin Pusulası

Kimileri, kurtuluşun “yeniden icat edilmiş sosyalizmde” olduğunu söyleyerek, serbest piyasa küreselleşmesinin çoktan sınıra dayandığını ve tam devlet egemenliğinde ısrar eden milliyetçi popülizmlerin yıkıcılığının görüldüğünden bahsediyor. Liberal düzenlerin krizlere daha yatkın gibi görünmesine rağmen, virüsün batı tipi kapitalizme ölümcül bir darbe indirdiğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Bu çevreler çare olarak bir çeşit sosyalizmle çerçevelenen küresel koordinasyon ve iş birliğini öneriyorlar. Hatta, ortaya çıkan durumun “gizli kalmış bir komünizmi uyandırdığı” safsatasını bile süslü cümlelerle ifade etmekten kaçınmıyorlar.

Kimileri de, tam karşıt bir bakış açısıyla ama benzer bir sonuca ulaşarak, “liberal dünya düzeninin ilkelerinin korunarak” küresel iş birliğine dayanan bir vizyon ve programla virüsün alt edilebileceğini iddia ediyorlar. Ekonomik ve siyasal olarak bu krizden ancak daha fazla küresel dayanışma ve iş birliği ile çıkılabileceğini varsayıyorlar. Konjonktürün ve liberalizm üzerinden düzen eleştirisini yapanların söylem üstünlüğünden olsa gerek, liberal düzen savunucularının sesi bu süreçte biraz utangaç çıktı. Henry Kissinger gibi bazı isimler, sorunun liberalizmden kaynaklanmadığını, ama liberal düzenin ihtiyaç duyduğu reformların radikal şekilde ileri götürülememesinin sonucunda krizin altında kalındığını söylediler. ABD gibi bir ülkenin bile böyle bir krizin altından tek başına kalkamadığı dikkate alındığında, ihtiyaç duyulan küresel yönetişimin ancak liberal düzende olacağında ısrar ettiler. Hatta kapitalizmin krizlerden beslendiğini söyleyerek, kendini yenileyerek devam edeceği görüşünü savundular.

Birbiriyle çatışan bu iki yaklaşımın ortasında yer alan bir açıklama modeli ise küresel kırılganlığın tahmin edildiği gibi tamamen paradigmatik bir dönüşümü içermediği üzerinden üçüncü yolcu bir yaklaşımı benimsiyor. Koronavirüs öncesinde dünyanın zaten bir dönüşümden geçtiği analizini merkeze koyan bu yaklaşımda, devam eden bir değişimin yaşanmakta olduğu ve bu değişimlerin mevcut düzeni tamamen ters yüz edecek bir boyuta geçmeyeceğini vurguluyorlar. Bu iddianın sahipleri, zaten neoliberalizmin yavaş yavaş ölmekte olduğunu, ulus devletlerin yeniden güçlenme eğilimine çoktan girdiğini, popülist siyasetlerin yükselme trendinin önceden başladığını belirterek, tüm bu değişimlere karşı kendini savunan küresel bir düzenin varlığından söz ediyorlar. Yeni olanı ise önceden başlayan bu değişimlerin salgın krizi ile birlikte hızlanacak olmasında görüyorlar. Dolayısıyla bu bakış açısına sahip olanlara göre; ABD ve Çin rekabeti derinleşerek devam edecek. Uluslararası kurumların işlevlerine yönelik sorgulamalar ve revizyon talepleri genişleyecek. Devletlerin kurumsal kapasitelerini artırmaya dönük çabaları yoğunlaşarak sürecek. Korumacı ekonomi programları ve devlet anlayışları biraz daha sertleşecek. Çatışmacı uluslararası sistem ise varlığını sürdürecek. Bu bağlamda üçüncü yolu savunanlar için yaşananlar tarihsel bir kırılmayı ortaya çıkarmayacaktır.

Bu son birkaç aylık dönemde yapılan tartışmaların içeriğine bakıldığında, koronavirüs sonrası düzen için bugünden ortaya çıkan yorumların birçoğu, Soğuk Savaş’ın hemen ardından tedavüle sokulan “tarihin sonu” ya da “medeniyetler çatışması” tezine benzer şekilde geleceğe yönelik yeni bir senaryo içeren ya da pusula vazifesi işlevi gören bir mahiyet arz ediyor. Dolayısıyla geleceğe yönelik aşırı genelleştirilmiş ve radikal dönüşüm ve değişimi savunan yaklaşımlara ihtiyatla bakmak gerekiyor.

 

Türkiye İçin Tünelin Ucundaki Işık Gözükmüştür

Belirleyici Dinamikler

Aslında bu yazının esas konusu, küresel salgın tehdidinin ulusal siyasetlerin geleceğine nasıl etki edeceğini tartışmak. Bu konuya giriş yaparken, şimdiye kadar post-korona sonrası düzenle ilgili tartışmaları özetlememin nedeni ise ulus devletlerin kriz döneminde gösterdiği yönetim becerileri üzerinden gelecek senaryolarının bu konular üzerinden ele alınması.

Bu bağlamda, küreselleşme, ulus devletler, küresel hegemonya, liberal ve kapitalist düzenler, otoriter ve demokratik rejimler, uluslararası kurumlar gibi konular üzerinden yürüyen “gelecek senaryosu” tartışmalarında en önemli başlıklardan biri, küresel salgının ulusal siyasetlerin geleceğini nasıl etkileyeceği meselesidir.

Ulusal siyasetlerin geleceği ile ilgili tartışma kabaca bugüne kadar iki ana düzlemde yürütüldü. İlki; salgınla mücadelede rejim türlerinden hangisinin başarılı olduğu karşılaştırmasıydı. Otoriter ve şeffaf olmayan yönetimlere sahip Çin ve İran gibi ülkeler, başlangıçta yeterli önlemi almadıkları için demokratik ve liberal yönetimler tarafından suçlanırken, krizin ilerleyen safhasında ABD, İngiltere, İtalya ve İspanya gibi ülkeler de salgını hafife alarak zamanında gereken hazırlığı yapmadıklarından dolayı benzer bir süreci yaşadılar. Ama diğer taraftan Türkiye, Almanya, Güney Kore gibi demokratik ülkeler krizle mücadelede başarılı bir süreç yürüttüler.

İkinci düzlemde; rejim türlerinin yanında, ülkelerin mevcut hükümetlerinin ve siyasi liderlerinin özelliklerine, yönetimlerin sağ ve sol siyasal konumlanmalarına, hükümetlerin popülist eğilimlerine ve korumacı ya da milliyetçi duruşları gibi değişkenlere göre krize dirençlilikleri karşılaştırıldı.

Bu süreçte, karşılaştırmalı deneyimler üzerinden, bir ülkenin koronavirüse karşı direncini belirleyen dinamiğin ne olduğu anlaşılmaya çalışıldı. Hem demokratik hem de otoriter rejimlerin her ikisinde de başarılı ve başarısız örnekler görülünce, krizle mücadelede etkili olan faktörün rejim değil, “devlet kapasitesi”, “iyi yönetişim” ve “hükümete duyulan güven”le ilgili olduğuna dair görüşler ağırlık kazandı. Yani güçlü devlet kapasitesine ve kurumlarına sahip olan, etkin ve deneyimli iktidarların iş başında olduğu ve güçlü kurumları ile iyi yönetişimi sağlayabilen yönetimlerin başarılı olduğu gerçeği ortaya çıktı.

Bu açıdan bakıldığında, koronavirüsün bulaşması ve salgının insanlar ve toplumlar üzerindeki etkisi, farklı ülkelerde benzer şekildeydi. Fakat hükümetlerin aldığı kararlar ve krizi yönetme becerileri, sonuçları farklılaştırdı. Toplumlar kriz sürecinde kendi hükümetlerinin performansını gözlemledi. Kendilerini ve ülkelerini koruyacak ve güven duyacakları yönetimlerin iş başında olmasının ne kadar önemli olduğunun farkına vardı.

Salgından sonra toplumlar, kriz yönetimi konusunda hem dünya siyaseti ve yönetimlerini hem de kendi hükümetlerini ve alternatif muhalefet partilerini karşılaştırma imkanı bulacaklar. Kimin haklı ya da haksız, neyin yanlış ya da doğru olduğunu muhakeme edecekler. Dolayısıyla korona sonrası dönemde krizi iyi yöneten hükümetlerin toplumsal destekleri artarken, başarısız olanlar gözden düşecek.

Tüm bu açılardan bakıldığında küresel krizin, ulusal siyasetlerin geleceğine yönelik etkisini “genel eğilimler” ve “kısa ve uzun dönemli eğilimler” olarak farklı düzeylerde ele alabiliriz. Genel eğilimlerde; güçlü devlet kapasitesini, etkin yönetimi, millileşme hamlelerini ve koruyucu ekonomik sistemi savunan siyasetlere yönelim artacak. Dolayısıyla ulusal siyasetler de bu konularda siyaset üretmeyi önemseyecekler. Bu eğilimler sadece belirli ülkelerde değil, ulusal siyasetlerin birçoğunda belirleyici olacak. Bu durumun sebebi açık: Devletler küresel bir sorun olan pandemi ile mücadeleyi ulusal çözüm arayışları ile geçirmek zorunda kaldılar. Bundan dolayı, kendi gelecekleri için hangi politik yönelimin ulusal düzeyde fayda getireceği ile ilgili kar-zarar hesabı yapacaklar. Dolayısıyla ulus devletler bu krizin ardından bir süre kendi iç gündemlerine ve ulusal politikalarına odaklanacaklar. Çünkü post-korona döneminde toplumlar, iç meseleleri, dış sorunlardan daha çok önemseyecek.

Kısa dönemli olarak; her ülkenin siyaseti, kriz dönemindeki kendi deneyimine göre daha fazla şekillenecek. Yani ikrarda olan hükümetlerin başarı ya da başarısızlığına göre ülke içinde ne tür siyasetin öne çıkacağı belirlenecek. Örneğin, eğer bir ülkede popülist bir yönetim varsa ve başarısız olmuşsa kriz sonrasında, güven veren liderlik ve siyasetlere yönelim artacak. Mevcut durumda salgınla mücadeleden başarı ile çıkan ve ardından ekonomik krizleri de iyi yöneten siyasetler, diğerleri için model olarak sunulacak.

Uzun dönemli olarak ise, küresel sistemik dönüşümler az ya da çok ulusal siyasetlerin değişimi üzerinde belirleyici olur. Küreselleşmenin seyri, izolasyonun yaygınlaşması, sınırlara duvar çekme eğilimlerinin yükselmesi, çok kültürlülüğün sorgulanması, uluslararası kurumların değer kaybetmesi gibi trendler ve bu konulardaki krizlerin derinleşmesi, iç siyasetlerin yönelimini uzun dönemde etkilemesi kaçınılmazdır.

Küresel tartışmalara iç siyasal düzlemde siyasal partilerin verdiği tepkiler, iktidar ve muhalefetlerin yeni duruma göre siyaset üretmesini gerekli kılacaktır. Bu bağlamda, bazı yönetimler, krizi iç ve dış politika yönelimleri için bir fırsata çevirirken, bazıları da krizin altında kalıp, ilk seçimlerde toplumsal desteğini yitirecektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası