Kriter > Söyleşi |

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu: “AB’den Somut Adımlar Bekliyoruz”


Kriter dergisi olarak dış politikada yaşanan son gelişmeleri ve başta Türk-Amerikan ilişkileri olmak üzere önümüzdeki sürecin köşe taşlarını Sayın Çavuşoğlu’na sorduk.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu AB den Somut Adımlar Bekliyoruz
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu

Türkiye son yıllarda bölgesindeki sorunlara karşı izlediği politika ve zulme karşı mazlumun yanında yer almasıyla uluslararası arenada örnek bir ülke konumunda. Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Soçi’de yaptığı zirveden çıkan İdlib mutabakatı da Türkiye’nin bu pozisyonunu güçlendirdi. Bu bağlamda Türkiye hem bölgesinde yaşanan sorunlara kalıcı çözüm bulunması hem de küresel düzlemde yaşanan gerginliklerin azaltılması konusunda önemli roller üstlenmiş durumda. Kuşkusuz Türkiye’nin dışarıya yönelik diplomatik faaliyetlerinde en önemli isimlerden birisi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’dur. Bu bağlamda Kriter dergisi olarak dış politikada yaşanan son gelişmeleri ve başta Türk-Amerikan ilişkileri olmak üzere önümüzdeki sürecin köşe taşlarını Sayın Çavuşoğlu’na sorduk.

Söyleşi: Burhanettin Duran

 

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU KİMDİR?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Antalya’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1988’de Uluslararası İlişkiler lisans derecesi alan Çavuşoğlu, 1991’de New York Long Island Üniversitesi’nde ekonomi alanında yüksek lisans yaptı. 1993-1995 arasında London School of Economics’de (LSE) doktora çalışmasına devam etti. AK Parti Kurucu Üyesi olan Çavuşoğlu 22, 23 ve 24. dönem Antalya Milletvekilliği yaptı. 62, 64 ve 65. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Çavuşoğlu Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk Dışişleri Bakanı olarak atandı.

 

Türkiye Başkan Erdoğan’ın liderliğinde Soçi zirvesinde büyük bir diplomasi başarısı elde etti. İnsani krizi önledi. Soçi mutabakatından sonra İdlib’de Türkiye’nin pozisyonunu ve dünyadaki imajını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu diplomatik başarının sağladığı kazanımlara sahada direnen örgütler olursa Türkiye nasıl bir refleks gösterecek?

Türkiye’nin Suriye politikası bellidir. İhtilafa Suriyeli kardeşlerimizin meşru hak ve talepleri doğrultusunda siyasi çözüm bulunması, yedi yılı aşkın bir süredir akan kanın durması, ihtilafın ülkemiz başta olmak üzere bölgemiz güvenlik ve istikrarına yönelttiği tehditlerin bertaraf edilmesini istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız liderliğinde yürüttüğümüz çabaların özünde bu yaklaşım yatmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız bilhassa İdlib’deki gelişmeler bağlamında küresel barış diplomasisine örnek teşkil edecek temas ve girişimler gerçekleştirmek suretiyle, Suriye ihtilafına siyasi çözüm bulunabilmesi fırsatının yeniden doğmasını sağlamıştır. İran ile Rusya Federasyonu’yla Astana ruhuna uygun olarak ortaya koyduğumuz yapıcı iş birliği Soçi zirvesindeki diplomatik başarıyla sonuçlandı. Türkiye, Astana platformunun öldüğünü iddia edenlere en güzel cevabı girişimci ve insani dış politikasıyla vermiştir.

Biz, Soçi’de imzalanan muhtıranın vakitlice ve tüm unsurlarıyla yerine getirilmesinde üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getireceğiz. Uluslararası toplum ve diğer Astana garantörlerinden beklentimiz rejimin de mutabakata riayet etmesini sağlamalarıdır. Muhtıranın farklı veçhelerinin nasıl uygulanacağı konusunda ise Rusya Federasyonu’yla teknik düzeyli temasları sürdürmekteyiz.

 

Soçi mutabakatı yapılırken İsrail uçaklarının Lazkiye’yi hedef alması ve bu esnada bir Rus uçağının düşmesi… Bu bir tesadüf müydü yoksa nasıl yorumlamak gerekir?

Suriye’de çok sayıda aktörün sahada faaliyet göstermesi neticesinde bu tür vakaların yaşandığına daha önce de şahit olduk. Olaya dahil olmayan bir ülke olarak ilgili tarafların yaptıkları açıklamaların ötesine geçen bir yorumda bulunmak istemeyiz. Bu talihsiz hadiseden dolayı üzüntü duyduk ve Rus halkına başsağlığı diliyoruz. Bu müessif olay Suriye’deki çatışma ortamının sona erdirilmesine duyulan ihtiyacın aciliyetini birkez daha gözler önüne sermiştir. Türkiye olarak bu amaca yönelik çalışmalarımızı ve girişimlerimizi kararlılıkla sürdüreceğiz.

 

Türkiye’nin masada elde ettiği bu diplomatik zaferin (Soçi mutabakatı) arka planında 15 Temmuz sonrasında askeri operasyonlarla sahada elde edilen kazanımların etkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla Türkiye, Suriye’den kaynaklanan terörle mücadeledeki kararlılığını ve terör örgütlerinin sınırlarının hemen ötesindeki oldubittilerine göz yummayacağını ortaya koymuştur. Bu harekatlarla 4 bin kilometrekarelik bir alan terörden temizlenmiş, Suriye halkının güvenli ve gönüllü geri dönüşleri için gerekli koşullar temin edilmiştir.

Bu bölgelerin istikrarlaştırılması yönündeki gayretlerimiz sayesinde DEAŞ ve PYD-YPG’nin zulmünden kaçmış olan 260 binden fazla Suriyeli evlerine dönmüşlerdir. Ülkemizin terörle mücadelenin yanı sıra sivillerin korunması ve istikrarlaştırma alanlarındaki kararlı duruşu ve eylemleri hiç şüphesiz uluslararası toplum nezdinde etkisini göstermiştir.

 

FIRAT’IN DOĞUSU KIRMIZI ÇİZGİMİZ

 

Suriye’de başlangıçta bir iç savaş vardı. Fakat bu iç savaş süreç içerisinde farklı güç merkezlerinin “Suriye savaşları”na dönüştü. ABD ve Rusya bağlamında Suriye’nin geleceğinde üçüncü dünya savaşına neden olabilecek çekişmeler yaşanabilir mi?

Çok sayıda aktörün dahil olması ve kimilerinin sahadaki mevcudiyeti nedeniyle Suriye ihtilafı bir iç savaş veya bölgesel kriz olmanın ötesine geçmiştir. Bu aktörler arasında Suriye özelinde yaşanan rekabetin ihtilafı sürüncemede bırakmasını ve bu ülke sınırlarını aşan farklı bir boyuta taşımasını elbette istemeyiz. Arzumuz bu aktörlerin enerjilerini Suriye halkının selameti ve bölgesel barış ile güvenliğin yeniden tesisi için kullanmalarıdır. Bu doğrultuda Suriye halkının meşru taleplerini yansıtacak, BM parametreleri temelinde müzakere edilmiş bir siyasi çözüme ulaşılması elzemdir.

Şu gerçektir ki ihtilaf üzerinde etkisi bulunan aktörlerin tutumları birbirine yakınlaştırılmadan kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme ulaşılması muhtemel görünmemektedir. Türkiye de esasen bunu gerçekleştirmek için yoğun çaba sarf etmektedir.

 

Türkiye, Suriye sahasında küresel güçler arasında bir denge siyaseti de yürütüyor. Aynı zamanda hem kendi çıkarlarını hem de sivillerin çıkarlarını da savunmaya çalışıyor. Türkiye bunu hangi motivasyonla ve nasıl yapıyor?

Türkiye’nin jeostratejik konumu ve bölgemizde karşı karşıya bulunduğumuz sınamalar çok yönlü ve çok boyutlu bir dış politika izlememizi gerektirmektedir. Bu nedenle bütün komşularımız ve bölge ülkeleriyle yakın temas ve sürdürülebilir ilişkiler kurmamız önem arz etmektedir. Komşu ülkelerle sürdürdüğümüz ilişkilerimiz Türkiye’nin ABD başta olmak üzere NATO içindeki müttefikleriyle ilişkilerine bir alternatif teşkil etmemektedir.

Suriye’nin geneline yönelik benimsediğimiz tutum esasen İdlib’de sivillerin korunması, insani krizin önlenmesi, radikal unsurların ılımlı muhalifler ve sivillerden ayrılarak etkisiz hale getirilmesi ve siyasi sürece ivme kazandırılması hedefleriyle hareket etmiştir. Komşumuzdaki yangının söndürülmesi için bu çalışmalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Öte yandan Suriye krizi bizim için en öncelikli ulusal güvenlik meselesidir. 911 kilometre uzunluğunda sınıra sahip olduğumuz, akrabalık bağlarımızın bulunduğu güney komşumuzda cereyan eden müessif hadiselere kayıtsız kalmamız düşünülemez.

 

Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin Suriye’deki kırmızı çizgileri neler olacaktır?

Suriye’nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğünün korunmasına ve sınırlarımızın diğer tarafında milli güvenliğimize yönelik tehditlerin ortadan kaldırılmasına öncelik veriyoruz. Sınırlarımızda ve ötesinde terörün yuvalanmasına izin vermemeye yönelik kararlılığımızı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla göstermiştik. Bu çerçevede Fırat Nehri’nin doğusunda yaşanan gelişmeleri büyük dikkatle takip etmeyi sürdürüyoruz. ABD’yle vardığımız mutabakatta, terör örgütü PYDYPG’nin Münbiç’teki mevcudiyetine son verilmesi için beraber çalışacağımız kayıtlıdır. ABD’nin, taahhütlerine bağlı hareket ederek Münbiç’ten başlayarak PYD-YPG’yle bağlantısını tamamen kesmesini bekliyoruz.

 

ABD’NİN MÜTTEFİKLİĞE AYKIRI YAKLAŞIMI

 

Kuşkusuz Suriye konusu sıcaklığını koruyor. Fakat ABD ile aramızda dozajı yüksek bir gerilim var. Bu gerilimin yansıması ekonomik olsa da kamuoyunda esas gerekçenin siyasi olduğu yönünde kanaat var. Bu siyasi gerekçeler nelerdir?

ABD tarafından kullanılan tehdit dili ve uygulanan yaptırımlar 65 yılı aşkın süredir NATO çatısı altında sürdürülen müttefiklik ilişkilerimizin özüne aykırı olduğu gibi hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkelerine de ters düşmektedir.

Kamuoyumuzda ABD’nin, ülkemizde yargı süreci devam eden bir şahsı bahane göstererek ülkemize yaptırım uyguladığı ve ekonomik savaş açtığı yönünde bir algı mevcuttur.

ABD’li muhataplarımıza tehditlerle, ültimatomlarla ve yaptırımlarla bir yere varılamayacağını, bu yaklaşımın bizi kısır döngü ve çıkmazlara sokacağını, ilişkilerimize onarılması mümkün olmayacak zararlar vereceğini belirtiyoruz. Sorunlarımızın ancak diyalog ve diplomasi ile çözüleceği mesajını vermeye devam ediyoruz.

 

FETÖ ve PKK-PYD konusunda ABD’nin mevcut yaklaşımını hangi argümanlar besliyor ve Türkiye’yi rahatsız etme pahasına Washington bu örgütlerle ilişkilerini neden sıcak tutuyor? Önümüzdeki süreçte bu yaklaşımın değişme ihtimaline nasıl bakıyorsunuz?

ABD’nin özellikle PYD-YPG ile iş birliği ve FETÖ gibi doğrudan Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit eden konulardaki yaklaşımı ilişkilerimizde bizim açımızdan en hassas konuları oluşturmaktadır. PYD-YPG ile iş birliğinin sona erdirilmesi ve FETÖ konusunda somut adımların atılması konusundaki beklentilerimizi ABD tarafıyla yaptığımız her düzeydeki temasta dile getirmeye devam ediyoruz.

 

Türk-Amerikan ilişkilerinde gerilim devam ederken diğer yandan Türk-Rus yakınlaşması çeşitli alanlarda somut çıktılar üreterek kuvvetleniyor. ABD, Türkiye’yi Rusya’ya kaptırma konusunda bir endişeye sahip değil mi yoksa blöf mü yapıyor?

Rusya Federasyonu dahil olmak üzere komşularımızla ilişkilerimiz Türkiye’nin –ABD başta olmak üzere– NATO içindeki müttefiklerimizle olan ilişkilerimize bir alternatif teşkil etmemektedir. Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye’nin ulusal güvenliği ve çıkarları doğrultusunda ilgili tüm aktörlerle yapıcı angajman ve iş birliğini sürdürmesi esastır.

 

Türkiye-Rusya ilişkileri başta enerji, savunma sanayii, turizm ve Suriye meselesi gibi alanlarda gelişiyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin pozitif seyretmesinde güncel siyasetin kazan kazan prensibi mi etkili oluyor yoksa daha kapsamlı ve stratejik bir yol haritasından bahsetmek mümkün müdür?

Bu sorunuzla ilgili öncelikle temel bazı olguları ortaya koyalım. Türkiye ve Rusya uzun bir ortak geçmişe sahip iki komşu ülkedir. Ekonomileri birbirini tamamlıyor. Turizmi de kapsayan kültürel ve beşeri bağlarımız var. İş birliği her iki ülkenin halkının da yararınadır. Bunun da ötesinde Türkiye ile Rusya’nın yapıcı ilişkileri bölgesel istikrar için de önem taşıyor.

Bu gerçekleri dikkate alınca iki komşu ülkenin karşılıklı çıkar ve saygı temelinde ilişkilerini geliştirmelerinin ne kadar makul ve mantıklı olduğu ortaya çıkıyor.

Bunu söylerken Türkiye ile Rusya’nın her konuda aynı düşündüğünü iddia etmiyoruz. Biz farklı görüşte olduğumuz konularda açıkça tavrımızı koyuyoruz. Bununla birlikte temel anlayışımız görüş ayrılıklarımızı konuşarak ele almak, ortak payda bulduğumuz yerlerde de iş birliği yapmaktır.

Bu yaklaşımımız sadece Rusya’ya yönelik de değildir. Karşımızda tüm ülkeleri tehdit eden sınamalar var. Bunları aşmak istiyorsak farklılıkları bir kenara bırakıp iş birliğine gitmemiz gerekmektedir. Bunun da bilinci içerisinde biz dış politikayı sıfır toplamlı bir oyun yerine iş birliği içinde krizleri çözmeye yardım eden bir saha olarak görüyoruz. Tabii bu noktada herkesin karşılıklı saygı içinde olması, dayatmalardan uzak durması gerektiği de açıktır.

 

AB İLE POZİTİF GÜNDEM OLUŞTURULMALI

 

Almanya’nın son süreçte Türkiye’ye daha pozitif baktığına dair göstergeler ve açıklamalar var. Başkan Erdoğan’ın da Almanya ziyareti düşünülürse Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemden bahsetmek mümkün mü?

Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir döneme girmekte olduğumuza inanıyorum. Ülkemizdeki seçim süreci tamamlandı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtik. Normalleşme ve reform çalışmaları yeni hükümetin ilk gündem maddesi oldu. İlk adım olarak Olağanüstü Hal uygulamasına son verdik. Sonrasında üç yıllık bir aranın ardından “Reform Eylem Grubu”nu topladık. Burada reform gündemimize dair çok önemli kararlar alındı.

Ayrıca AB üyesi ülkelerle ikili ilişkilerimizi geliştirmek/normalleştirmek için çalışıyoruz. Hollanda ve Almanya ile önemli mesafeler aldık.

Ancak bu elbette ülkemizin tek başına başarabileceği bir şey değildir. AB’nin de çaba harcaması gerekmektedir. Örneğin biz 18 Mart mutabakatı konusunda üzerimize düşeni yerine getirmek için çalışmaktayız. Fakat mutabakatın uygulanmasına dair AB’nin de yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vatandaşlarımıza vize muafiyeti tanınması, fasıllarda mesafe alınması gibi konularda AB’den de somut adımlar beklemekteyiz.

AB ile tekrar güven ilişkisi tesis etmek zorundayız. Bu konuda hem üye ülkelerin hem AB’nin atacağı adımlar önemli olacaktır. Kamuoylarımıza doğru mesajların verilmesi gerekir. Pozitif bir gündem yaratmalıyız.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası