Kriter > Medya Kritik |

Küresel Medyanın Uzantıları: Hakikat Maske Takmaz!


Türkiye koronavirüs sürecinin en başından itibaren aldığı tedbirler ve güçlü sağlık altyapısı sayesinde salgına çok daha geç yakalandı, çok daha erken kontrol altına aldı ve çok daha az hasar gördü. Uluslararası medya kuruluşları ve özellikle Türkiye uzantılarının aksi yöndeki haberleri, çarpıtmaları ve fabrikasyon haberlerine rağmen hakikat bu. Hakikat maske kullanmaz ve virüsten etkilenmez.

Küresel Medyanın Uzantıları Hakikat Maske Takmaz

Modern zamanların ilk ve tek salgınını yaşıyoruz. Tüm dünyayı etkileyen sıra dışı bu gelişmenin başka alanlarda da etkilerinin olması kaçınılmaz. İlk akla gelen ekonomik etkiler uzun süredir tartışılıyor. Salgından sonra çokça etkileneceği düşünülen diğer saha ise siyaset. Para ve siyaset işin içindeyse medya da kesinlikle oralarda bir yerdedir. Uluslararası kurum, kuruluş ve normların etkinliğinin sorgulanması ve ulus devletlerin yükselişi iddiaları salgın günlerinde artmışken, uluslararası medyanın ve yerel uzantılarının salgın sürecinde yapıp ettiklerini tartışmanın ve salgından sonraki gidişatları hakkında öngörüde bulunmanın kıymeti artıyor.

Salgın konusunda uluslararası medyanın Türkiye’ye karşı tutumunu incelerken öncelikle medya organlarının küresel yayınları ile yerel uzantılarını ayırmak gerekiyor. Salgının ilk aşamalarında henüz Türkiye’de vaka görülmemiş ve dünyadaki seyir Çin dışında kontrolden çıkmamışken uluslararası medya kuruluşları küresel yayınlarında Türkiye’ye karşı dolaylı bir saldırganlık içerisinde oldular. Henüz Türkiye’de tek bir vaka gözükmemişken ve fakat Avrupa ülkelerinde işlerin çığırından çıkacağının işaretleri gelmeye başlamışken iç karartıcı salgın haberlerinde Türkiye’yi çağrıştıran veya Türkiye ile doğrudan alakalı görseller kullanıldı. Salgın nedeni ile Avrupa’da ibadethanelerin kapatıldığı haberi İstanbul’a gelen turistlerin mutlaka ziyaret ettiği Sultanahmet Camii’nin görseli eşliğinde sunuldu. Keza uluslararası medya kuruluşları küresel yayınlarında salgın nedeni ile uçuşların durdurulduğu ve havayolu şirketlerinin zor günler yaşadığı haberlerini hali hazırda bahsedilen sıkıntıyı yaşayan Avrupalı bayrak taşıyıcı havayolu şirketlerinin değil güçlü finansal yapısı nedeniyle salgından asgari seviyede etkilenen Türk Havayolları’nın görseli ile duyurmayı tercih ettiler.

Küresel yayınlara dolaylı saldırganlık hakimken yerel uzantılar çok daha aşırı ve partizanca bir tutumu benimsedi. Uluslararası basının yerel uzantıları henüz Türkiye’de ilk vaka görülmemişken ısrarlı bir şekilde kayda geçmemiş vaka olabileceğini, resmi açıklamaların gerçeği yansıtmadığını, Türkiye’nin salgına karşı hazırlık yapmadığını öne süren yayınlar gerçekleştirdiler. Yerel uzantıların bu türden yayınlarını gazetecilik mesleğinin ayrılmaz bir parçası olan araştırmacılık ve kuşkuculuk çerçevesinde değerlendirmek mümkün değildir. Aynı dönemde Türkiye’de Sağlık Bakanlığı bünyesinde Bilim Kurulu kurulmuş, Türkiye’nin zaten Avrupa ve dünya ortalamasının üzerinde olan servis ve yoğun bakım yatak kapasitesinin arttırılması için adımlar atılmaya başlanmıştı. Sözgelimi Türkiye’nin nüfusu ile sağlık kapasitesini karşılaştıran, sağlık hizmetlerinin yaygınlığını ve ulaşılabilirliğini sorgulayan yayınlar şüpheci ve araştırmacı gazeteci tutumuna örnek olurdu. Ancak içerisinde hiçbir muhabirlik emeği barındırmayan; hastaya, hastaneye, sağlık sistemine haberin çıktığı sahaya teması olmayan ve hiçbir olgusal veriye yer vermeden sadece masa başında üretilen retoriklerle yapılan bu haberleri gazetecilik etiği ile bağdaştırmak mümkün değildir. Bu haberler olsa olsa yaklaşmakta olan salgını fırsat bilerek üretilen aşırıcı ve partizan ideolojik enstrümanlar olarak değerlendirilebilir.

 

SETA Rapor

SETA Vakfı tarafından Temmuz 2019'da yayınlanan Rapor kamuoyunda büyük etki oluşturmuştu.

Zoraki Objektiflik

Salgının etkinliğinin dünyada ve Türkiye’de artmaya başladığı dönemde uluslararası medya organlarının Türkiye ile ilgili haberlerinde bir tutum ve dil değişikliği gözlemlendi. Avrupa ülkeleri ve ABD’de kelimenin tam anlamı ile bir felaket yaşandı. Covid-19 tedavisi ücretli olduğu için birçok insan sağlık hizmetine ulaşamadı. Tedavi ücretini göze alıp hastanelere başvuranlar ise yetersiz kapasite gerçeği ile yüzleştiler. Tedavi için gerekli olan tıbbi cihazların, ilaçların, koruyucu malzemenin ve sağlık personelinin sayısında ciddi bir sıkıntı yaşandı. Yaşlılar bakım evlerinde ölüme terk edildi. Hastanelere başvuranlar acil servis koridorlarında ölümü beklediler. Hükümetler sağlık personeline maske ve tulum gibi koruyucu malzemeyi ulaştıramadığı için halka ellerindeki çöp poşetlerini koruyucu malzeme olarak kullanılması için sağlık merkezlerine ulaştırmaları çağrısı yaptı.

Tüm bunlar yaşanırken Türkiye’de salgın etkinliğini iyiden iyiye göstermeye başladı. Günlük yeni vaka sayısı binlerle ifade edilmeye başlandı. Ancak salgının yayılmasına rağmen sağlık hizmetine ulaşmada aksama yaşanmadı. Acil servislerin doluluğu yüzde 65’in üzerine çıkmadı. Türkiye’nin yaygın sağlık sigortası sistemi kapsamında Covid-19 tedavisi tamamen ücretsiz olarak yürütüldü. İlaç, tıbbı malzeme ve koruyucu ekipman sıkıntısı yaşanmadı. Türkiye salgının kendi toprakları içerisindeki seyriyle mücadele edebildiği anlaşıldığı andan itibaren hızlı bir uluslararası dayanışma hamlesi başlattı. Aralarında dünyanın en büyük ekonomilerinin de olduğu onlarca ülkeye tıbbı malzeme hibesi yapıldı. Maske, tulum, eldiven gibi koruyucu malzemelerin yanında yerli üretim solunum cihazları da başka ülkelere hibe edildi veya ücreti karşılığından satıldı.

Bunların yaşandığı dönemde uluslararası medya organlarının küresel yayınları Türkiye hakkında görece daha objektif bir tutum benimsediler. Salgınla mücadele dünyada yaşanan insani kriz ile Türkiye’nin başarısı arasındaki mesafenin fazlalığı zoraki de olsa küresel yayınları Türkiye saldırganlığından alıkoydu. Sözgelimi Türkiye Almanya ve İngiltere’ye salgında kullanılmak üzere milyonlarca koruyucu malzeme hibe ederken, BBC’nin veya Deutche Welle’nin Türkiye’nin salgınla mücadelede başarısız olduğunu iddia etmesi tevil götürmeyecek bir zırva olurdu. Şüphesiz bu dönemde İletişim Başkanlığı’nın faaliyetleri, haber takipleri, tekzip çalışmaları, bilgilendirmeleri de Türkiye hakkında yapılacak gerçek dışı bir haberin tevilini imkansızlaştırdı.

Uluslararası medya Türkiye hakkındaki merkezi yayınlarında zoraki bir objektifliği benimsemişken yerel uzantılar ideolojik aktivizmden vazgeçmediler. Yerel uzantıların çalışan profiline de yansıyan tek sesli, marjinal sol, ideolojik bakış açısının etkinliği devam etti. Salgının Türkiye’deki seyriyle ilgili karamsar tablolar çizildi. Dünyanın geri kalanı ile Türkiye’nin aldığı tedbirlerin mukayesesini yapmadan Türkiye’de salgının çok hızlı yayıldığını, kısa süre içerisinde salgının en hızlı yayıldığı ülke olan İtalya’yı da geçeceğini ve toplumun sağlık hizmetlerine ulaşamayacağını öne sürdüler. Bu süreçte yerel uzantıların yaptığı haberlerin hemen hiçbirisi olgusal verilere veya kimliği bilinen uzmanların görüşüne yer vermedi. Tüm haberler varlığı kuşkulu “adını vermek istemeyen sağlık çalışanına” dayandırıldı. Hastanelerde maske sıkıntısı yaşandığına, hastalara Covid-19 testi yapılmadığına, yoğun bakım kapasitesinin aşıldığına, Covid-19 ölümlerinin resmi rakamlarına yansımadığına dair onlarca haber bir tane bile hastane, uzman, hasta, doktor, yer ismi olmadan “adını vermek istemeyen kaynaklara” dayandırılarak yapıldı.

 

İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un Tweeti

Çarpıtmanın Anonim Hali

“Adını vermek istemeyen sağlık çalışanı” uluslararası medyanın yerel uzantılarının salgın süreci boyunca kullandığı en işlevsel siyasi enstrüman oldu. Yerel uzantılara hakim olan tek sesli, marjinal sol, ideolojik bakış açısı göz önünde bulundurulduğunda böyle bir kaynağın hiçbir zaman olmadığı, masa başında üretilen haberlerin olmayan bir kaynağa dayandırılarak servis edildiği düşünülebilir. Gazetecilik adına bu kadar büyük bir suçun işlenmiş olabileceğini söylemek birçokları için ileri bir yorum olabilir. Ancak söz konusu marjinal sol düşünce yapısının ideolojik çıkarları için “feda eylemi” adıyla canlı bomba eylemlerini, “devrimci şiddet” kavramsallaştırması ile terörü meşrulaştırdığı göz önüne alındığında pekala aslında hiç var olmamış “adını vermek istemeyen sağlık çalışanına” referansla fabrikasyon haber yapması beklenir. Bir diğer seçenek söz konusu uzmanın var olduğu ancak uzman görüşü kisvesi altında öne sürdüğü iddiaların gerçek kimlikle dillendirilemeyecek kadar akla ve gerçeğe aykırı olması nedeniyle kimliğini saklamayı seçmesidir. Yoğun bakım kapasitesinin dolduğunu, hekimlerin bile koruyucu ekipmana ulaşmakta zorluk çektiğini iddia eden bir doktor, iddialarını içeren haber yayınlandığı zaman meslektaşlarının yüzüne bakmakta maskeli dahi olsa büyük sıkıntı yaşayacaktır. Uzantıların haberlerine görüş veren sağlık çalışanı gerçekte varsa bile, söyledikleri arkasında durulamayacak kadar akla ve gerçeğe aykırı şeylerdir. “Adını vermek istemeyen sağlık çalışanı” kalıbı uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye uzantıları açısından öne sürülen iddiaların akıl ve gerçeğe aykırılığını kamufle etmenin yanında başka bir kullanışlılık da içermektedir. Bu kalıba dayandırılan her haber alt metinde “Türkiye’de baskıcı bir yönetim olduğunu ve insanların doğruları gerçek kimlikleri ile ifade etmekten çekindiği” anlatısını desteklemektedir. Diğer medya kuruluşlarında her gün farklı sesler hükümetin salgın yönetimini şu ya da bu şekilde eleştirirken, uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye uzantıları bu iddiayı da ileri sürmekten geri durmadılar.

Günün sonunda Türkiye en başından itibaren aldığı tedbirler ve güçlü sağlık altyapısı sayesinde salgına çok daha geç yakalandı, çok daha erken kontrol altına aldı ve çok daha az hasar gördü. Uluslararası medya kuruluşları ve özellikle Türkiye uzantılarının aksi yöndeki haberleri, çarpıtmaları ve fabrikasyon haberlerine rağmen hakikat bu. Hakikat maske kullanmaz ve virüsten etkilenmez. O olduğu yerde açık ve seçik var olmaya devam eder. Olsa olsa insanlarla hakikat arasına perde çekilebilir, görüş mesafesi kısaltılabilir. Tüm bunlar hakikati değiştiremez ancak insanların hakikate ulaşmasını kısmen de olsa geciktirebilir. Uluslararası medya kuruluşlarının ve özellikle Türkiye uzantılarının salgın ve Türkiye bağlamında yaptıkları habercilik de günün sonunda hakikat karşısında çaresiz kaldı.

İnsanlarla hakikat arasına çekilen perdeler tıpkı çaresizlik içerisindeki Avrupa ülkelerinin Çin’den satın aldıkları standartları karşılamayan maske ve koruyucu tulumlar gibi lime lime oldular. İnsanlar salgının yayılımını, hastanelerdeki durumu, maske sıkıntısı olup olmadığını, tedavideki başarıyı bizzat kendi hayatlarında gözlemlediler. Uzantılar ise çaresizce yaptıkları manipülatif ve fabrikasyon haberleri terk etmek zorunda kaldılar. Salgın konusunda zoraki objektiflikten çaresiz teslimiyet fazına geçtiler. Ancak ne görüşü her sorulduğunda kendilerini yanıltan “adını açıklamak istemeyen sağlık çalışanını” sorguladılar ne de Türkiye’nin salgınla mücadelesinde neleri doğru yaptı sorusunun cevabını aramaya cesaret ettiler. Şimdilerde hakikat karşıtı ideolojik bakış açılarını teksif edebilecekleri yeni bir gündem ortaya çıkana kadar oyalanıyorlar. Kapasitesi hiçbir zaman dolmayan acil servisin bahçesinde, belki de hiçbir zaman var olmayan “adını vermek istemeyen sağlık çalışanı” ile kafa kafaya vermiş bekliyorlar. Tabii ki tedbir almayı ihmal etmiyorlar; İletişim Başkanlığı’nın tüm medya mensuplarına ücretsiz olarak gönderdiği, koruyucu maskeleri takıp Türk misafirperverliğinin simgesi olan kolonyaları bol bol sürünüyorlar.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası