Kriter > Dış Politika |

Trump’ın Amerikası Nereye Gidiyor?


Eskiden Amerikan dış politikasını şekillendiren birkaç ismin dışında siyasi aktörlerin çoğunun ismi cismi bilinmezdi. ABD’yi ne kadar az tanıdığımızı hepimiz geçen seçimler sırasında öğrendik.

Trump ın Amerikası Nereye Gidiyor
ABD Başkanı Donald Trump

Eskiden ABD’deki ara seçimlere dünyada bir ilgi oluşmazdı. Başkanını seçen Washington’ın dış politikası gündem maddesi olur, ekonomide attığı adımlar konuşulurdu. Amerikan iç politikasını meşgul eden meselelerde ilgi de bilgi de sınırlı olurdu. Ülkelerin Washington muhabirleri bu meseleleri kendi ülkelerindeki kamuoyları için nasıl alakalı ve ilginç hale getirebileceklerini uzun uzun düşünürlerdi. Zira bu meselelerin çok heyecan veren, haber değeri barındıran, okuyucuyu cezbeden bir özelliği yoktu. Dünyanın birçok ülkesindeki iç politikayı yakından takip eden gözlemciler dahi Amerikan iç politikasını yeterince “renkli” ve “egzotik” bulmazlardı. Bu sebeple belki dünyada Amerikan dış politikasını şekillendiren birkaç ismin dışında siyasi aktörlerin çoğunun ismi cismi bilinmezdi. ABD’yi ne kadar az tanıdığımızı hepimiz geçen seçimler sırasında öğrendik. Yalnız Amerikan iç politikası değil ABD’de arka arkaya yaşanan krizler sonrasında değişen toplumsal dinamikler bile tam olarak algılanamamıştı. Bunun için iki sene önce seçimleri Trump kazandığında herkesi şoka uğratan bir gelişme yaşandı. Sadece Amerikan politikasıyla ilgilenenler değil yaşananların daha küresel ölçekte bir trendin parçası olduğu fikrinden hareketle dünyadaki bu gelişmeleri inceleyenler de dünyanın süper gücünde neler olup bittiğini anlamak için çalışmaya başladılar.

ABD’nin Fabrika Ayarları

Açık söylemek gerekirse durum çok karışıktı. Bir yandan beyaz üstünlüğünü savunanlar kendilerince yarattıkları mağdur olmuşluk atmosferinde seçmen mobilizasyonu sağlamışlardı. ABD’deki azınlıkların fazlasıyla pozitif ayrımcılık gördüğünü ve beyazların ayrımcılığa uğradığını düşünen alt right olarak adlandırılan gruplar bundan on sene öncesine kadar ifade edilmesi düşünülemez olan bazı ırkçı fikirleri açıktan dile getiriyordu. Öte yandan ABD’de fabrikaların Çin’e, Meksika’ya taşınması sonrasında işsiz kalmış, şehrini terk etmiş, sosyal problemlerle baş başa bırakılmış ve her seçimde adayların vaatler verip tutmamaya alıştığı kesimler de ilk kez öfkelerini ve yakınmalarını tam olarak anlamış görünen bir aday için hareketlenmişti. Dahası tüm bu kesimlerin ekonomik ve sosyal sorunları kimliksel bir boyut kazanmaya başlamıştı. Bu kimliksel vurguların temelinde olan göçmen meselesi Trump’ın adaylığını açıklaması sonrasında oldukça aşırı bir noktaya ulaşmaya başlamıştı.

Trump Meksika’dan gelen göçmen dalgası içerisinde kriminal kişilerin ve hatta tecavüzcülerin bulunduğunu söylüyor, Müslüman ülkelerden ABD’ye girişi yasaklayacağını vadediyordu. Meksika-ABD sınırına yapılacak büyük duvar en büyük seçim vaatlerinden biriydi. Dahası Çin’e karşı ticaret savaşının sinyalini verirken Amerikan kamuoyunda ses getirebilecek şekilde Japonya, Güney Kore ve Avrupa’nın savunması konusunda daha az harcama yapılması gerektiğini ileri sürüyordu. Söylemlerin izlediği örüntüye bakıldığında aslında Trump 1920’lerin ABD’sinde çokça ses getiren bazı fikirleri sesli bir biçimde ifade etmeye başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı’na ABD’nin girmesine ve Wilson yönetiminin uluslararası açılımlarına kamuoyunun belirli kesimlerinde oluşan tepki sırasında da benzer sloganlar ve siyasi mesajlar öne çıkmıştı. Trump tarafından tercih edilen “Önce Amerika” sloganı 1920 seçimlerinde Harding tarafından kullanılmış hatta daha sonrasında Önce Amerika Komitesi adında bir komite ve bir siyasi parti de kurulmuştu. Hepsi uluslararası angajmanlara karşı ve yer yer de antisemitik ton içeren söylemlere sahipti. Dolayısıyla birçokları Trump’tan sonraki durumu “geçmişe dönüş” şeklinde yorumlamaya başladı. Hatta uzmanlara göre aslında ABD’nin gerçek “fabrika ayarları” da buydu.

Trump’ın seçilmesinden sonra aradan geçen iki yılda aslında herkes bu dalganın ve trendin ne kadar süreceği tartışmasını yaşadı. Ülkenin doğu ve batı yakasındaki liberal gözlemciler için bu durum ABD’yi temsil etmekten oldukça uzaktı. Trump’ı ABD’ye yakıştırmak istemeyen çevreler için Amerikan demokrasisindeki yol kazalarından biriydi sadece. Bu konuda yapılan spekülasyon, temenni ve projeksiyonların doğruluk payının ne kadar olduğunun tam olarak öğrenilmesi için herkes ara seçimlerin gelmesini bekliyordu.

Ara Seçimlerdeki Gerginlik

Her ne kadar ara seçimler başkanlık seçimlerinden daha farklı bir atmosferde ve düşük katılımla gerçekleşiyor olsa da birçokları için başkanın halkın nabzını tutabilmesi için önemli bir fırsat sunan özelliğe sahiptir. Hem Trump hem de Trump karşıtları için bu seçim de benzer bir özellik taşıyordu.

Trump büyük bir risk alarak Kongre üyelerinin kampanyasında Amerikalıların sadece Kongre üyelerini oylamayacağını kendisinin başkanlık performansına da oy vereceklerini söyledi. Demokrat Partililer içinse beklenti büyük bir “mavi dalga”nın oluşması ve bu dalganın Cumhuriyetçilerin Kongrenin her iki kanadında da kurdukları üstünlüğe son vermesiydi. Bu yüksek beklentili ortamda ABD belki de tarihindeki en gergin ara seçimlerinden birini tamamladı.

Klasik seçim yarışlarında olduğu gibi kararsız seçmenin ikna edilmesi yerine genel olarak seçim kampanyasında tüm kesimler kendi seçmenlerini sandığa götürmeye çalıştı. Genel olarak ara seçimlerde yüzde 40’larda olan katılım oranını her parti kendi lehine yükseltmek için elinden geleni yaptı. Özellikle Trump ve Cumhuriyetçi Parti kendi tabanında aciliyet ve tehdit algısı oluşturarak seçmenlerini sandığa gitmeye ikna etmeye çalıştı. İşin ironik yönlerinden biri ekonomide Trump döneminde meydana gelen iyileşme ve makro rakamlardaki büyük iyimserliğe rağmen Trump’ın bu konu üzerinde çok fazla durmamaya çalışmasıydı. Trump bir mitingi sırasında ekonomideki iyi durumun tek mimarının kendisini olduğunu ancak bu meselede fazla konuşmak istemediğini çünkü bu konunun çok sıkıcı olduğunu ifade ederek gözlemcileri şaşkına çevirdi.

Pozitif gündemin seçmeni yeterince hareketlendiremeyeceğini düşünen Trump ortaya göçmen meselesini bir tehdit olarak ortaya koyarak ciddi bir mobilizasyon elde etmeye çalışıyordu. Kampanya sırasında sürekli olarak bu meseleyi öne çıkardı ve bu konuda kendi partisinden dahi çıkan çatlak seslere acımasızca saldırılarda bulundu. Bu süreçte aslında ummadığı bir konunun seçmen nezdinde önemli bir hale geldiğini görünce bir süre sağlık sigortası reformu konusunda da farklı açıklamalar yaptı. İki senedir ortadan kaldırmaya çalıştığı bu yasanın aslında en büyük savunucusu olduğunu bile iddia etti. Demokratlar ise sağlık reformu konusunda Obama’nın kendilerine sunduğu bu kozu ellerinden geldiğince kullanmaya çalıştılar. Özellikle ABD’deki azınlıklara karşı Trump’ın tutumunu gündeme getirerek bu grupları sandığa götürmeye çalıştılar. Aslında yaz aylarının sonunda Demokratlar namına oldukça olumlu ilerleyen süreç bu mobilizasyonun Cumhuriyetçiler tarafından tehdit olarak algılanması sonrasında aksi tesir yaparak Cumhuriyetçi seçmeni de hareketlendirdi. Kimlik ve tehdit odaklı geçen kampanya sürecinde dış politika seçmenler için en önemli beş konudan biri olamadı. Amerikan seçmeninin genelinde görülen bu ilgisizlik bu ara seçimlerde de devam etti.

Trump'ın Amerikası Nereye Gidiyor?-Kılıç Buğra KanatOrta Amerika’dan ABD’ye ulaşma ümidiyle yola çıkan ve Meksika’nın Mapastepec kentine gelen Honduraslı göçmenlerin zorlu yolculukları devam ediyor, 26 Ekim 2018

ABD Seçimleri Artık Daha Renkli

Kasım’ın ilk haftası yapılan seçimler her partinin kendi zaferini ilan edebileceği bir sonuçla bitti. Demokratlar sekiz sene sonra Temsilciler Meclisinde çoğunluğu Cumhuriyetçilerden devraldı ama Senatoda sandalye kaybettiler. Bu şüphesiz Demokratlar için beklentilerin altında bir sonuç anlamına geliyordu. Bahsedilen mavi dalga tam anlamıyla gerçekleşmedi. Ancak Cumhuriyetçi Parti özellikle de Başkan Trump için Temsilciler Meclisinin kaybı olumsuz bir durum ortaya çıkardı. İç politikada yapılacak her türlü yasa ve reform sürecinde Temsilciler Meclisinde çoğunluğu sağlayan Demokratlar ile müzakere ve mücadele gereği Trump’ı zor bir duruma soktu. Demokratların Kongrenin alt kanadındaki komisyonların başkanlıklarını da alacak olması bundan sonrası için Trump’ın vergi iade beyan formları ve Trump şirket grubunun iş ilişkileri konusunda araştırma ve soruşturma imkanını güçlendirdi. Bu konularda meydana gelecek çekişme ve Trump ile Temsilciler Meclisi arasında oluşabilecek polemik ve tartışmalar orta vadede 2020 başkanlık seçimlerinde önemli bir maddesi olacak.

Ortaya çıkan haritada büyük şehirlerde yaşanan siyasi kutuplaşmanın artık yaşam alanlarını da etkilediği görüldü. Houston gibi büyük şehirlerde banliyölerdeki Demokrat Parti zaferi bundan sonraki seçimlerin daha da çekişmeli hale geleceğini gözler önüne serdi. Trump’a 2016’da seçimleri kazandıran dalganın henüz tam olarak sona ermediği de bu seçimlerde görüldü. Özellikle Senato ve Valilik seçimlerinde Cumhuriyetçilerin kazandığı bölgeler bu dalganın geleceği açısından oldukça pozitif bir ortamın sürdüğünü gösterdi. Dahası bu seçimlerde ortaya çıkan kimlik tartışmalarının mobilize olan bu tabanı daha da konsolide ettiğini ortaya çıkardı.

Demokratlar önümüzdeki seneden itibaren kendilerine yeni bir başkan adayı bulmak için çalışmalarına başlayacak. Muhtemelen bu süreç kıran kırana bir yarış olacak. Bu yarış sonrasında ortaya çıkacak başkan adayının Trump’ın sahip olduğu bu konsolide tabandan nasıl oy alacağı ve özellikle Trump’ın kazandığı eyaletleri nasıl kendine çekeceği seçim gecesinden itibaren bütün Demokrat stratejistlerin kafasındaki temel soru. Aslında yarış Kasım seçimlerinde bitmedi, iki sene sürecek ve Kasım 2020’deki başkanlık seçimlerinde bitecek bir yarış daha yeni başladı. Bu yarışı bütün dünya merakla izleyecek. Çünkü artık Amerikan seçimleri ve politikası çok renkli.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası