Kriter > Dış Politika |

Türkiye’nin Hava Savunmasında S-400 Sistemlerinin Yeri ve Önemi


Yaşanan gelişmeler Türkiye’nin etkin bir yüksek irtifa hava savunma sistemlerini Anadolu coğrafyasına yerleştirmesi acil ve ilk elden atabileceği en siyasi stratejik adımdır.

Türkiye nin Hava Savunmasında S-400 Sistemlerinin Yeri ve Önemi

Türkiye’de savunma siyasetinin Soğuk Savaş süresince ve hatta bu sürecin sona ermesinin akabinde on yıllar boyunca dahi sadece NATO’nun geliştirdiği siyasete eklemlenerek yürütüldüğü ve ülke içerisinde de askerin öngörüsü doğrultusunda teröristle mücadele edildiği bir dönemi hep birlikte yaşadık.

Askeri ve bürokratik elitin neredeyse tamamına hakim olduğu karar alma mekanizmaları ve siyasetin bu süreçte sadece finansman sağlamak zorunda olan bir yapı gibi görülmesi açıkçası çok da yadırganmadan savunma konularına atfedilen kutsallık örtüsünün altında kalmıştır.

Bugün gelinen noktada 2000’lerden bu yana her türden vesayet mekanizmasını aşarak iktidarını sürdürme başarısını göstermiş olan AK Parti’nin bu sorunsalla da yüzleşmesini zaruri hale getirmiştir. Özellikle 15 Temmuz sürecinde güvenlik yapısının içerisine kırk yıllık bir sürede yerleşmiş olan FETÖ yapısı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) 1960 Darbesi’nden günümüze geliştirdiği siyasal ve kurumsal otonom alanlar TSK’nın demokratik gözetim ve demokratik kontrol altında tutulmasının zaruri hale geldiğini göstermiştir.

 

Hava Savunma Sistemi İhtiyacı

Ülkelerin hava savunma sistemlerine yönelik ihtiyaçları İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların 250 kilometre mesafedeki hedefleri vurabilen V2 füzelerini kullanmasından bu yana ortada duran bir ihtiyaç olmasına rağmen (yukarıda da kısaca değindiğimiz üzere) NATO’nun savunma siyasetine eklemlenerek 1990’lara kadar gelen Türkiye’de bütüncül bir perspektifle çözüm sunan bir hava savunma sistemi hiçbir zaman ihdas edilmemiştir. Soğuk Savaş döneminde bazı kritik tesis ve şehirleri korumak maksadıyla ve genellikle alçak irtifa hava savunma sistemleri radar sistemleriyle birlikte ülkenin hava savunma sistemi için teçhiz edilmiş ise de bugün gelinen noktada bu sistemlerin karşı karşıya gelinen tehdidi bertaraf edecek vasıfta olmadığı aşikardır. Türkiye’nin elindeki bu hava savunma sistemleri ile etrafındaki tehdit mukayese edildiğinde bu hakikat çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 

Halihazırda Türkiye, hava sahasının kontrolü ve gözlemi için kritik bölgelerde konuşlandırdığı birçok hava radar mevzi komutanlıkları ile farklı radar sistemlerini bünyesinde barındırmaktadır. Bu sistemlerin içerisinde dört E737 havadan erken ihbar ve kontrol uçağı 12 bin 200 metre irtifada, 350 kilometre menzili içerisinde 3 binden fazla hedefi kontrol edebilmesi açısından önemli bir gözlem ve ihbar mekanizmasını oluşturmaktadır. Fakat bu radar sistemleri de düşman hava unsurlarını S-400 radarlarında olduğu gibi 600 kilometre öteden takip etme imkan ve kabiliyetinden uzaktadır. Ayrıca bu radar sistemlerinin entegre olduğu ve düşman hava unsurlarını (uçak ve füze sistemleri) orta ve yüksek irtifada etkisiz hale getirebilecek bir savunma sistemi maalesef TSK envanterinde bulunmamaktadır. 

TSK envanterinde kayıtlı, balistik füze tehdidinden ziyade alçak irtifada uçan hava unsurlarına karşı etkili ve daha iptidai olan hava savunma sistemleri şunlardır:

• Bofors L60 ve L70 uçaksavar top sistemi (1934’te üretilmiştir ve halihazırda 4 kilometre etkili mesafe kapsamında belirli ebattaki üs bölgelerini koruma maksatlı kullanılmaktadır.)

• Oerlikon uçaksavar top sistemleri (1956’da üretilerek TSK envanterine kaydedilmiştir. 4 kilometre etkin menziliyle alçak irtifa hava unsurlarına karşı kullanılmaktadır.)

• Rapier füze sistemleri (1983’te TSK envanterine dahil edilen bu sistemler 8 kilometre etkili menziliyle halen alçak irtifa hava savunmasında kullanılmaktadır.)

• Stinger omuzdan atma hava savunma sistemi ve kaideye monteli sistemler (1978’de üretimi başlayan alçak irtifada etkili bu sistemler TSK tarafından hem omuzdan atma maksatlı hem de kaideye monteli model olarak kullanılmaktadır.)

• Korkut hava savunma sistemi (4 kilometre etkili menzilde alçak irtifa hava savunma sistemi olarak kullanılmaktadır.)

• Hawk hava savunma sistemi (1960’ta üretimi başlayan bu sistem ancak 2001’de TSK envanterine girebilmiştir. 18 kilometre etkili menziliyle faal durumdadır.)

• Nike Hercules hava savunma sistemi (1964’te TSK envanterine giren bu sistem artık kullanılmadığından envanter dışına alınmaya başlamıştır.)

 

Tehditler ve S-400

Türkiye’nin sahip olduğu hava savunma sistemleri görüldüğü üzere sadece alçak irtifada kullanılmak üzere dizayn edilmiş ve oldukça iptidai bir görünüm arz etmektedir. Türkiye’nin gerek komşuları gerekse ittifak içerisinde olduğu ülkelerden kaynaklanan büyük bir tehditle karşı karşıya olduğu bir hakikattir. Türkiye bu açığını NATO’dan talep ettiği hava savunma bataryalarıyla gidermeye çalışmışsa da bunun her zaman çok etkin bir yöntem olmadığı yaşanan olaylarda ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin 1991’deki Körfez Savaşı’nda Irak’ın Scud füze sistemlerine karşı kendini koruyacak imkanlara sahip olmayışı o tarihlerde kısıtlı da olsa medyada kendine yer bulmuş fakat konu zaman içerisinde Ankara’nın terörle mücadelesinde yaşadığı atmosferde İkinci Körfez Savaşı’na kadar geçen sürede unutulup gitmiştir.

İkinci Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin üslerini ABD’ye kullandırması olasılığından kaynaklanabilecek topraklarına yönelik muhtemel füze saldırıları konuyu tekrar ülke gündemine taşımıştır. NATO’nun bu açığı ivedilikle kapatması İttifak’ın gündemine geldiğinde o dönemde başta Almanya olmak üzere Fransa ve Belçika şiddetle bu desteğe karşı çıkınca Türkiye’nin hava savunma sistemine yönelik tartışmaların içine –ister istemez– siyaset mekanizmasını da çekmiştir. O tarihte ABD savunma bakanı olan Donald Rumsfeld’in NATO ve Avrupa başkentleri nezdinde birçok açıklama yaparak mezkur ülkeleri ikna etmek için nasıl bir gayret içerisine girdiği daha dün gibi hatırlanmaktadır.

İkinci Körfez Savaşı’ndan (2003) Suriye’deki iç savaşın patlak verdiği tarihe kadar olan dönemde siyasi iktidar hava savunma sistemindeki açığı kapatmak maksadıyla yoğun bir program yürütmeye başlamıştır. ABD’den alımı düşünülen Patriot füze sistemleri Kongrenin engeliyle karşılaşınca Türkiye hava savunma sistemindeki açığı kapatmak maksadıyla 2008’de bir ihaleye çıkılacağını duyurmuş ve 2010’da da “teklife çağrı dosyası” yayımlanarak ihaleye katılması muhtemel firmalara bir çağrı yapmıştır. Teklife çağrı dosyasına ABD, Rusya, Çin ve Fransız-İtalyan ortaklığı firmalar teklif verdilerse de teknoloji transferi, maliyet, teslimat zamanı gibi kriterler üzerinden yapılan puantaj sonucunda en uygun şartların Çin firması tarafından teklif edildiği kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu paylaşımdan sonra Çin’den bir hava savunma sisteminin alınmaması konusunda Türkiye’ye yönelik yoğun bir baskının başladığı ve bu baskıların da etkisiyle kazananı resmi olarak açıklanmamış olan ihalenin siyasi bir kararla rafa kaldırıldığı bilinmektedir.

15 Temmuz gecesi gerçekleşen hain kalkışma o gece ve sonrasında yaşananlar ve Batı’nın bu konuda bugüne kadar sergilediği ikiyüzlü ve darbecileri kollayan yaklaşımı siyasi iktidara Türkiye için askeri tehdit kaynaklarının çeşitliliğini bir kez daha net bir şekilde göstermiştir. İşte bu noktadan sonra hava savunma sistemindeki açığı ivedilikle kapatmak isteyen Türkiye kendisiyle istenilen zeminde (teslim tarihi, teknoloji transferi ve toplam maliyet) buluşmamakta direnen ABD başta olmak üzere NATO ülkeleri yerine bu konularda en optimum taahhütte bulunan Rusya ile S-400 hava savunma sistemlerinin tedariki ve finansmanı konusunda anlaşmıştır.

 

Türkiye’nin Hava Savunma Sahası

Türkiye bugün geldiğimiz noktada bir taraftan Doğu Akdeniz’de bir oldubitti ile İskenderun ve Antalya körfezlerine mahkum edilmeye ve KKTC ve Kıbrıslı Türklerin haklarının oldubitti ile ellerinden alınması sorunuyla karşı karşıyadır diğer taraftan da hem AB hem de ABD Kongresi tarafından açıkça tehdit edilmektedir.

Müttefiklik ilişkisi içinde bulunduğumuz ABD ise bölgemizdeki terör örgütlerine açıktan her türden silah ve teçhizat yardımında bulunmaya ve Türkiye’yi kuşatacak terör koridoruna açıktan destek vermeye devam etmektedir. Tüm bu tehdit algılamalarına ilaveten başta İran ve İsrail olmak üzere Ermenistan ve Suriye kaynaklı farklı menşeli orta ve uzun menzilli füze tehdidinin her geçen gün daha da ağırlaşarak büyüdüğü açıkça görülmektedir. Tüm bu tehdit algımıza Doğu Akdeniz kaynaklı bir gerilimde Batı’nın da müdahil olabileceği gerçeğini değerlendirmelerimizin içine oturtursak Türkiye’nin hava savunmasındaki açığı ivedilikle kapatması gerektiği ortadadır. 

Kuşkusuz tarihsel gelişimine yukarıda özetle temas ettiğimiz S-400 hava savunma sistemleri (HSS) tedariki çok katmanlı bir sistem gerektiren hava savunması için tek başına yeterli değildir ve bu nokta savunma siyasetini oluşturan siyasi irade tarafından da bilinmektedir. S-400 HSS’nin tek başına hava savunması için kifayet etmeyeceği haklı gerçeğini bir koçbaşı gibi kullanarak “Türkiye’nin S-400 sistemlerini almasının lüzumsuz olduğunu ve NATO’dan yüzünü başka merkezlere çevirmemesini” dile getirenler bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da Türkiye’nin kırılgan bir savunma yapısıyla yola devam etmesini isteyenlerdir.

Savunma bütçesi 1950’den günümüze kadar bütçeden en büyük payı almış olmasına rağmen bulunduğumuz noktada ülkenin hava savunmasının NATO’nun merhametine bırakılmış olması başlı başına ayrı bir analiz konusudur. Lakin yaşanan gelişmeler Türkiye’nin etkin bir yüksek irtifa HSS’yi Anadolu coğrafyasına yerleştirmesi acil ve ilk elden atabileceği siyasi en stratejik adımdır. Türkiye bu adımdan sonra kuşkusuz kısa ve orta vadede orta ve alçak irtifalı hava savunma sistemleriyle kendisine yönelik füze ve hava unsurları kaynaklı tehditleri bertaraf edecek çok katmanlı bir koruma şemsiyesini oluşturarak etkin hale getirecektir.

Ülkenin her türden saldırıya karşı savunulması Anayasa hükümleri gereği hükümetlerin sorumluluğu olduğuna göre siyasi iktidarların belli merkezlerin sesi ve kontrollü manipülasyon peşinde olan –Frantz Fanon’un tespitiyle ifade etmek gerekirse– siyah derisinin üzerine beyaz maske takan Batı hizmetkarlarından ziyade Anadolu irfanıyla gerektiğinde canını seve seve verenlerin sesine ve anayasal sorumluluklarına kulak vermesi en doğru karar olacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası