Kriter > Siyaset |

Vakıflar Neden Hedefte?


Bugün gelinen noktada israf söylemi ile hedef alınan vakıflar üzerinden yürütülen kampanya, esasen FETÖ/PDY gündeminin ve intikam planının bir parçasından başka bir şey değildir. FETÖ’nün hedefe koyduğu vakıfların CHP tarafından da hedef olarak gösterilmeye çalışılması en hafif tabir ile aymazlıktır.

Vakıflar Neden Hedefte
TÜRGEV, öğrencilerinin bilimsel açıdan gelişimine katkı sağlıyor.

2000’lerin başından itibaren Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafya, tarihin en çetin sınamalarına şahitlik ediyor. İşgaller, iç savaşlar, ekonomik buhran ve toplumsal hareketlerin arasına sıkışıp kalan bu coğrafya tüm dünyada ölümlerin, kıyımların, göçün ve sefaletin yüzü olarak anılıyor.

Türkiye ise bir bölge ülkesi olmasına rağmen aynı dönemde özgürleşme, bağımsızlaşma, yerli ve milli anlayışın neşvünema bulması ile farklı bir hikayeye ev sahipliği yapar hale geldi. 2002’de iktidara gelen AK Parti ve onun liderliğini yürüten Recep Tayyip Erdoğan bu hikayede merkezi konumda yer aldı. Uzun yıllardır darbelerden, yasaklardan ve ekonomik sıkıntılardan bunalan, devlet karşısında değersiz görülen halk yığınlarının tepkisinin, Erdoğan’ın şahsında politik bir temsil bulmasıyla bahsi geçen süreç açılmış oldu. Ancak bu hikayenin yazılması kolay olmadı.

Türkiye 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra özellikle Batı ile kurulan bağımlılık ilişkisini çok ciddi şekilde sorgulayan ve bu ilişki biçiminden çıkmak için çaba gösteren bir ülke oldu. Atılan adımların değişmeyen teması daima bu bağımlılık ilişkisinin ortadan kaldırılarak Batı ile kurulan ilişkinin eşitler arası bir ilişki olması çabasıydı. Ancak AK Parti’nin ve Erdoğan’ın bu talebi söz konusu bağımlılık ilişkisinin sürmesinde çıkarı olan Batılılar ve Batıcılar tarafından hoş karşılanmadı. Halkın yüksek teveccühü ile sandıktan çıkmayı başaran iktidara karşı, 2004’ten itibaren, daha önce her on yılda bir tekrarlanan şekilde darbe girişimi de dahil olmak üzere çeşitli tedbirlerin düşünüldüğü anlaşıldı.

Bu tedbirler AK Parti’nin on yedi yıllık iktidarı boyunca yargı darbesi, ekonomik saldırı, toplumsal fay hatlarının harekete geçirilmesi, terör olayları ve nihai olarak askeri darbe ile yükselen bir eğri ile devam etti. Bağımlılık ilişkisinin devamını isteyen merkezlerin, bahsi geçen tedbirleri yürürlüğe koymak noktasında yardımına başvurdukları en önemli odaklar ise ülkenin yerli unsurları olmakla birlikte devşirilmiş kadrolarıydı. Bu kadroların en büyük yararlılık gösterenlerinin başında hiç şüphesiz ki elebaşılığını ABD’de yaşayan Fetullah Gülen’in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütü geldi.

FETÖ/PDY, 1970’lerde faaliyete başlayan ve kendisini Said Nursi ile ilişki çerçevesinde tanımlayan bir kült tarikatın devlet içinde öbeklenerek oluşturduğu, Türkiye Cumhuriyeti devletini ele geçirme ve anayasasını ortadan kaldırma amacını taşıyan, bunu da devlet içinde gizlice örgütlenerek ve bir paralel devlet yapılanması inşa ederek sağlamayı hedefleyen yasadışı bir oluşumdu. Bu oluşum özellikle eğitim faaliyetleri ile ilgilenerek toplumsal meşruiyet sağlıyor ve halktan zekat, sadaka gibi İslami motivasyonla yapılan hayır paralarını toplayarak maddi güç kazanıyordu. Dışarıdan bakıldığında bir paralel devlet yapılanması olarak değil, sivil toplum oluşumu olarak görüldüğü için ise faaliyetlerine kolaylıkla devam edebiliyor, evlerin içlerinden elemanları vasıtasıyla devletin çeşitli kademelerine kadar rahatça hareket edebiliyordu.

Bu durum 2011’de yapılacak seçimlerden önce FETÖ/PDY önde gelenlerinin seçilmiş Başbakan’ın önüne milletvekili listeleri ile gelerek, talep ettikleri isimlerin yaklaşan seçimlerde AK Parti listelerinden aday gösterilmeleri için Erdoğan’la pazarlığa girişmelerine kadar devam etti. Erdoğan, tarz-ı siyasetinin bir gereği olarak, siyaset sahnesine adımını attığı günden beri vesayetle mücadele etmiş bir siyasetçi olarak bu isteği olumsuz karşıladı. O dönemde hala bir sivil toplum oluşumu gibi görünen FETÖ/PDY’nin söz konusu pazarlıklar sırasında son derece örgütlü bir görüntü çizmesi, gizli bir ajandasının olduğunu ihsas ettirmesi ve tekliflerinin Erdoğan tarafından kabul görmediğini anladıklarında takındıkları saldırgan tutum ile dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi. Bir sivil toplum oluşumundan daha fazlası olabileceklerine dair devlet içinde artan şüpheler 2012’de yaşanan MİT krizi ve daha sonra alevlenen “dershane krizi” ile iyice ayyuka çıktı.

AK Parti, göreve gelmeden önce topluma vaat ettiği üzere sağlık ve eğitimde dönüşümü bir an önce tamamlamak istiyordu ancak sağlıkta alınan mesafenin eğitimde alınması bir türlü mümkün olmuyordu. Eğitim sisteminin yedeği gibi çalışan ve ülkenin yetişmiş insan kaynağını kontrol altında tutan FETÖ denetimindeki dershaneler, bu anlamda karşılaşılan en büyük engeldi. Dershaneler özellikle Anadolu Lisesi, Fen Lisesi ve Sosyal Bilimler liseleri gibi eğitim kalitesi ve öğrenci başarısı yüksek okullar ile Batı illerinde yer alan okullardan öğrenci çekiyorlar, eğitim seviyesi düşük okullar ile sosyo-ekonomik seviyesi düşük bölgelerin düşük temsilini önemsemiyorlardı. Bu durum ülkede var olan bölgeler arası eşitsizliği arttırıcı yönde katkı sağlıyordu. Buna mukabil dershaneler, devletin yetiştirdiği çocukları son düzlükte ele alıyor ve yeni yetişen nesillerin üzerinde devlet dışı bağlılıklar kurgulayarak bir tür vesayet kuruyorlardı.

Bu ve daha pek çok sakıncasından ötürü Erdoğan dershane sistemini iktidara geldiği ilk andan itibaren değiştirmek için çaba göstermiş ancak oluşan itirazlar nedeniyle süreci zamana yayarak takip etmeyi tercih etmişti. 2013 sonlarında artık bu konuda kararlı olduğunu ve dershanelerin mutlak surette kapanacağını kamuoyu ile paylaştığında bu tasarrufa dönük en büyük tepki o dönemde “cemaat” olarak anılan, insan sermayesini ve maddi gücünü büyük oranda dershanelerden devşiren FETÖ/PDY’den geldi. Örgütün yayın organı olan Zaman gazetesinin “Eğitime Darbe Planı” manşetini atmasının ardından FETÖ/PYD ile ipler tamamen koptu. Dershanelerin kapatılmasına engel olamayacağını anlayan terör örgütü, yargı içindeki elemanlarını harekete geçirerek hükümete ve Erdoğan’a yönelik bir yargı darbesinin düğmesine bastı.

Vakıflar Neden Hedefte?

17/25 Aralık Darbe Teşebbüsü

Hükümete dönük yargı darbesi iki koldan yürütüldü. Bir taraftan başlatılan medya kampanyası ile hükümetin yolsuzluklara batmış, yozlaşmış bir iktidar olduğuna ilişkin imajları yerleştirmek üzere toplum adeta bir medya bombardımanına maruz bırakıldı. Bir taraftan da örgüt elemanı yargı ve emniyet mensupları kendilerine hedef olarak gösterilen siyasileri yolsuzluk iddiaları ile tutuklamaya başladılar. Bu çerçevede bazı siyasiler tutuklanırken, FETÖ’nün gerek kendi medyasında gerekse de etki ettiği medya organlarında Erdoğan ve ailesi mesnetsiz iddialarla kötülenmeye çalışıldı.

Ancak süreç örgüt mensuplarının hesapladığı gibi gitmedi. Tutuklamalar karşısında bunun bir yargı ve emniyet darbesi girişimi olduğunu kamuoyu ile paylaşan ve son derece kararlı bir duruş sergileyen Erdoğan’a kamuoyu yüksek oranda destek verdi. Tutuklananların pek çoğu serbest bırakıldı ve FETÖ/PDY’nin 17/25 Aralık’ta yargı ve emniyet eliyle yürütmeye çalıştığı operasyon boşa düşürülmüş oldu.

 

Erdoğan’a Ulaşmak

17/25 Aralık sürecinin en dikkat çekici taraflarından biri de Erdoğan’ı devirmek ve hükümeti düşürmek için kurulan kumpasın “Erdoğan’a ailesi üzerinden ulaşmak” gibi bir kötücül stratejiye dayanmış olmasıydı.

Bu çerçevede özellikle Bilal Erdoğan üzerine gidilerek sonuç elde edilmeye çalışılmıştı. Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’nın (TÜRGEV) adeta bir yolsuzluk merkezi olarak topluma tanıtılmaya çalışılması için büyük efor sarf edildi ve hatırı sayılır büyüklükte bir medya kampanyası bu amaç için seferber edildi. TÜRGEV’in bir vakıf değil de Bilal Erdoğan’ın şahsi mülkü olduğu ve oraya yapılan bağışların adeta Erdoğan ailesinin cebine aktığı imajı fabrikasyon gazete ve televizyon haberleri ve sosyal medya paylaşımları ile vatandaşın gündemine getirildi. TÜRGEV’in esasen dezavantajlı durumdaki kız çocuklarının eğitimleri için kurulmuş ve Anadolu’nun dört bir yanında var olan yurtları ile kadınların toplumsal yaşama katılımları için imkan oluşturan, bağışlarla ayakta kalan ve gelirlerini sadece eğitim hizmetleri için harcayan bir vakıf olduğu bilinçli şekilde gözlerden saklandı. Ne var ki TÜRGEV’e karşı yürütülen kara propaganda faaliyetlerinin hiçbiri toplumda karşılık bulmadı.

FETÖ, 17/25 Aralık süreci ve sonrasında Erdoğan’ı devirmek için attığı adımlardan bir sonuç elde edemeyince son çare olarak 15 Temmuz 2016’da kanlı bir darbe girişiminde bulunarak Erdoğan’ı görevden indirmeye, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs etti. Darbe gecesinde sokağa dökülen vatandaşlar FETÖ/PYD oluşumunun yıllardır Erdoğan’ı devirebilmek için neler yaptığına şahitlik ettikleri için, ülkenin yönetimini bu kanlı örgüte bırakmayacaklarını kanlarıyla bedel ödeyerek gösterdiler. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’de FETÖ/PYD oluşumu ve onun destekçilerinin bir daha yönetime etki edemeyecekleri ve Türkiye toplumuna ilişkin projelerini hayata geçirmelerine dair ihtimallerin tamamen ortadan kalktığı yeni bir zemin ortaya çıktı.

 

Darbe Girişiminden Sonra 

Darbe girişiminin ardından bu tehlikeli örgütten devleti ve toplumu arındırma çabaları bazı zorlukları ve sorunları da beraberinde getirdi. Özellikle örgütün yurt dışına kaçan elemanları ve onları destekleyen, koruyan ülkelerin desteği ile Türkiye’de yürütülen sürece müdahalede bulunmak ve mümkünse süreci tersine çevirebilmek için birtakım arayışlar ortaya çıktı. Devlet içinde kripto olarak varlık göstermeye devam eden örgüt mensupları, halkın devlete olan güvenini sarsıcı kamikaze manevraları yapmaya başladılar. Yurt dışında kaçak olarak bulunan örgüt mensupları da uluslararası kamuoyunu fabrikasyon haberlerle maniple etme arayışına girdiler. Erdoğan’ın yoz bir diktatör olduğu mesajını yurt dışında sıklıkla dillendirirken, Türkiye kamuoyuna dönük olarak da “yoz diktatör” imajını desteklemek üzere yolsuzluk iddialarını yeniden gündeme getirmek istediler. Ancak Türkiye kamuoyunun, Erdoğan’ın dürüstlüğüne olan inancını parçalayamayacaklarını görmeleri üzerine yeni bir söylemi dolaşıma soktular; israf.

 

İsraf Söylemi

Başlangıçta FETÖ/PYD tarafından ortaya atılan bu söylemi kısa süre içinde muhalefetin sahiplendiği görüldü. Normal şartlarda devletin varlığına dönük bir tehdit olduğunda söylemsel düzeyde bile olsa aynı hatta görünmemesi gereken aktörlerin, Erdoğan düşmanlığı motivasyonu ile aynı hat üzerine dizildiği, dikkat çekici bir süreç yaşandı. Kendiliğinden mi yoksa bir dış müdahale sonucu mu gerçekleştiği bilinmeyen bu birleşme ile muhalif aktörlerin hatırı sayılır kısmının FETÖ/PYD’nin söylemlerini Türkiye kamuoyuna taşıyan postacılar haline dönüşmesi söz konusu oldu ve muhalefet sahası tek blok halinde FETÖ/PYD argümanları ile doldu.

Vatandaşın, klasik siyaset alışkanlıkları ve kalıpları üzerinden okuduğu, esasında hormonlu ve inşa edilmiş bu ortamda tek ses olarak dillendirilmeye başlanan israf söylemi, vatandaş üzerinde bir etki oluşturdu. Yolsuzluk söyleminden farklı olarak, ülkenin ağır ekonomik saldırıya maruz kaldığı bir ortamda, insanların “iyi yönetilmeyen ve israf edilen ekonomik kaynaklar” söylemine duyarsız kalamayacakları fikri üzerine inşa edilmişti israf söylemi. Ekonomik saldırı ortamı olmasa karşılık bulması mümkün olmayan bu söylem, dolar kuru üzerinden yürütülen uluslararası operasyonun hemen akabinde devreye sokuldu ve beklendiği gibi halkta belli bir karşılık buldu. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde israf söyleminin de etkisiyle, başta İstanbul olmak üzere bazı büyük şehirlerin yönetimi muhalefet partisine geçmiş oldu.

 

İsraf Söylemi ve Vakıflar

Bir siyasal iletişim kampanyası olarak ortaya çıkan israf söyleminin içini dolduran birkaç başlık ortaya çıktı. Bunların ilki köprü, otoyol, havaalanı, şehir hastaneleri gibi büyük bayındırlık hizmetlerini hedef alan söylemdi. Bu söyleme göre insanların geçim derdi ile uğraştığı bir atmosferde bu kadar büyük bayındırlık hizmetleri israf olarak resmediliyor, onlara harcanan paralar vatandaşın cebine girmek yerine buralara aktarılmış olarak gösteriliyordu. Oysa vatandaşın cebine girecek parayı arttırmanın ancak ekonominin canlandırılması ile mümkün olacağı, ekonomiyi canlandıracak alt yapı yatırımlarının ülkenin gelirini arttıracağı yani pastayı büyüteceği, bunun da gün sonunda vatandaşın cebine girecek parayı arttıracağı gözlerden saklanıyordu.

İsraf söyleminin diğer bir boyutu kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında fazla sayıda makam aracı başta olmak üzere gereksiz harcamaların yapıldığı, altın klozetten pahalı çantalara uzanan tamamen uydurma bir lüks tüketim biçiminin resmedilmesi ile ortaya çıkmıştı. İtham ve iftiranın ötesine hiçbir zaman geçemeyen, aksine Yenikapı’da sergilenen hizmet araçlarının görüntüsü ile siyasal tarihimize mal olan bu iddialar, ortaya atıldıkları, vatandaşın ekonomik sıkıntılarla başa çıkmaya çalıştığı ve ekonomik göstergelerin ümit vaat etmediği bir dönemde etkili olmayı başardılar.

İsraf söyleminin içini dolduran bir diğer başlık ise “vakıflar” şeklinde ortaya çıkmıştı. İddiaya göre “bazı vakıflar” belediyelerden haksız ve hukuksuz şekilde maddi destek sağlıyorlar ve bu şekilde vatandaşın parası israf ediliyordu. Bu çerçevede hedefe oturtulan vakıflar 17/25 Aralık sürecinde FETÖ/PYD tarafından hedef alınan ve Erdoğan ailesinin de sivil toplum faaliyetleri yürütmek üzere mensup oldukları vakıflardı. Geçmişte “ailesi üzerinden Erdoğan’a ulaşmak” üzere hedef seçilen vakıfların yeniden hedef tahtasına oturtulduğu ve bunun da 17/25 Aralık’ta kullanılan argümanların aynıları ile yapıldığı dikkate değer bir süreç başlatılmış oldu.

Bugün gelinen noktada israf söylemi ile hedef alınan vakıflar üzerinden yürütülen kampanya, esasen FETÖ/PYD gündeminin ve intikam planının bir parçasından başka bir şey değildir. Ülkeye hizmet etmek için gece gündüz çalışan gönüllülere, kendi kazançlarından kısarak vakıflara bağışta bulunan bağışçılara ve o vakıflardan hizmet alan bu ülkenin sayısız genç kızına ve erkeğine bu şekilde saldırılması ve muhalefetin bu saldırıya taşeronluk yapıyor olması hayal kırıcı bir gelişmedir. Bu ülkede 15 Temmuz darbe girişimi gibi travmatik bir tecrübe yaşandıktan sonra devleti ortadan kaldırmak ve maşası oldukları devletlerin çıkarlarına hizmet etmekten başka gündemi olmayan bir terör örgütünün söylemlerinin ve hedeflerinin meşru hedefler olarak gösterilmeye çalışılması ise en hafif tabir ile aymazlıktır. Tarih bu hataları yapanları affetmeyecek, milletimizin maşeri vicdanı bu davranışların hesabını er geç soracak, vakıflara el uzatanların akıbeti kendileri için hayırlı olmayacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası