Kriter > Dosya > Dosya / İsrail Sorunu |

Köşeye Sıkıştırılan Filistinliler ve Sözde “Yüzyılın Anlaşması”


ABD’nin uzun zamandan beridir sürdürdüğü İsrail yanlısı tavrın son iki yıldır dozunu artıran bir baskı mekanizmasına dönüşmesi Filistin’i ekonomik ve sosyal olarak köşeye sıkıştırmıştır.

Köşeye Sıkıştırılan Filistinliler ve Sözde Yüzyılın Anlaşması
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Filistin-İsrail meselesindeki rolü uzun süreden beri tartışılmakla birlikte 2017’ye kadar iki taraf arasında en azından söylem bağlamında dengeli bir politika güdülmeye özen gösterildiği söylenebilir. Buna mukabil ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikaları belirlenirken –başkanın hangi partiden olduğundan bağımsız olarak– en önemli önceliklerden birisinin İsrail’in güvenliğinin sağlanması olduğu tekrar edilmiş olup Filistinlilere atıf yapılmaması görece yanlı tutum olarak değerlendirilmiştir. ABD İsrail’in kuruluş tarihi olan 1948’den itibaren devamlı suretle bu ülkeyle ilgili gelişmelere müdahil olmuştur. Washington’ın hem Arap-İsrail savaşları hem de sonrasında İsrail’in Mısır ve Ürdün ile yaptığı barış anlaşmalarında özellikle Arap muhatapları motive edici rolü yadsınamaz. Ayrıca gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse diğer uluslararası platformlarda İsrail aleyhine olacak kararlara engel olmuş ancak BM’nin İsrail-Filistin meselesine dair aldığı prensip kararlara da saygı göstermiştir. Hatta gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse Beyaz Sarayın resmi açıklamalarının BM kararlarıyla uyumlu olmasına dikkat edilmiştir.

İsrail-Filistin meselesinde mevcut statükonun kurucu belgesi olan Oslo Anlaşması’nın da ABD’nin gayretleriyle hayata geçirildiğini belirtmekte fayda vardır. Ancak bu anlaşmayla tarafları yakınlaştıran atmosferin, İsrail’deki muhafazakarlaşma nedeniyle anlaşmanın imzacısı Başbakan İzak Rabin’in öldürülmesi sonrası sürdürülebilme imkanı kalmamıştır. Aradan geçen sürede farklı muhataplar tarafından yapılan müteaddit girişimler sonuçsuz kalmıştır. Nihayetinde Trump’ın 20 Ocak 2017’de başkanlık koltuğuna oturmasıyla şimdiye kadar anlatılan ABD’nin İsrail’in yanında ama Filistinlileri de hesaba katan anlayışı ve politikaları geçerliliğini kaybetmiştir. Gelenekselleşen ABD politikalarının aksine Trump daha başkanlığının ilk günlerinden itibaren İsrail yanlısı bir tutum sergileyeceğinin işaretlerini vermiştir.

 

Trump Politikaları

Trump henüz başkan seçilmemişken Yahudi yerleşimcilerin muhtemel bir barışa engel olmayacağını söyleyerek Batı Şeria’daki Nablus şehri civarında bulunan Karnei Shomron Yahudi yerleşim bölgesinde bir ofis açıp buradaki organizasyonlara bağış yapmıştır. Oysaki bu aynı tarihte BM Güvenlik Konseyi ABD’nin veto etmemesi sayesinde aldığı 2334 sayılı Karar’la önceki kararlara atıfla her türlü Yahudi yerleşimlerinin yasak olduğu ve mevcutlarının da derhal tahliye edilmesi gerektiğine hükmetmekteydi. Buna rağmen ABD’nin müstakbel başkanı uluslararası hukuku ayaklar altına almakta herhangi bir beis görmemiştir. Trump’ın vaatlerinden biri de İsrail-Filistin sorununu çözmek olduğundan buna yönelik ilk adımını koltuğa oturur oturmaz atmıştır. Trump önce damadı Jared Kushner’i kıdemli danışmanı yaparak İsrail-Filistin sorununu çözmekle görevlendirmiştir. Yanına da eski avukatı Jason Greenblatt’ı müzakereci olarak atamıştır. Son olarak da boş olan ABD’nin Tel Aviv büyükelçiliği görevine muhafazakar bir Yahudi olan David Freedman’ı atayarak sözde barış sürecini hepsi Yahudi olan bir ekibe teslim etmiştir. Aslında bu noktada sorun bütün ekibin Yahudi olmasından ziyade hepsinin İsrail’in tezlerine çok yakın durmalarıdır. Hatta Freedman’ın büyükelçi olarak atanması İsrail tarafında bile hayretle karşılanmıştır. Zira Yahudi yerleşim bölgeleriyle organik bağları olan birinin süregelen geleneksel ABD politikası gereğince elçi olamayacağı düşünülmektedir. Doğal olarak Filistin tarafı bu ekibin her iki tarafa eşit mesafede olmasını ve nihayetinde adil bir barış önerisi sunmalarını beklememektedir. Ancak son iki yıl içerisinde yaşanan gelişmeler bu beklentiyi de aşarak Filistin yönetimi ve halkını tamamen ortadan kaldıracak cihete bürünmüştür.

Bu gelişmelerin en önemlisi ise kuşkusuz Trump’ın Kudüs ile ilgili kararıdır. Aslında ABD 1995’te çıkarılan Kanun’la Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmiş ancak o tarihten itibaren güvenlik gerekçesiyle bütün başkanlar bu kararın uygulanmasını ertelemiştir. Trump da benzer şekilde koltuğa oturmasını müteakip ilk altı aylık uzatmayı imzalamış ancak durumu değerlendireceği notunu düşmüştür. Bu sürenin dolması üzerine yeni erteleme kararını imzalamayarak artık ABD’nin Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıklamıştır. Ardından karara istinaden büyükelçiliğin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması işlemi beklentilerin aksine kısa sürede 14 Mayıs 2018’de gerçekleşmiştir. Kudüs’teki ABD konsolosluğu küçük bir tadilatın ardından bu tarihte yapılan –resmi bir törenden ziyade bir ayini andıran– seremoniyle büyükelçilik olarak açılmıştır. Üstelik elli-altmış kilometre ötedeki İsrail-Gazze sınırında bu olayı protesto etmek için toplanan silahsız altmış Filistinli, İsrail askerlerinin kalabalığa açtıkları ateşte can verirken… ABD tarafı bu ölümlerin müsebbibi olarak sivilleri bölgeye gönderen Hamas’ı sorumlu tutmuş dolayısıyla İsrail askerlerinin meşru müdafaa hakkını kullandıklarını söyleyerek durduğu zaviyeyi belli etmiştir. Böylelikle yürürlükteki BM kararları, bölge ülkelerinin ikazları, başta AB ve diğer uluslararası kuruluşların sağduyu çağrılarına rağmen ABD, Kudüs’ü üstelik Filistinlilere ait Doğu Kudüs’ün mevcut statüsünü de yok sayarak İsrail’in başkenti olarak kabul etmiştir.

Ancak gelişmeler bununla sınırlı kalmamıştır. İsrail yönetiminden gelen telkinlere kulak veren ABD yönetimi, Filistin yönetimine sağlanan ekonomik ve sosyal yardımları önce azaltmış ardından da kesmiştir. Gerekçe olarak ise bu paraların İsrail’e yönelik saldırılarda hayatlarını kaybedenlerin veya İsrail hapishanelerinde olanların ailelerine yardım olarak ödenmesini göstermiştir. Ardından da başta Gazze ve işgal altındaki Filistin toprakları olmak üzere Ürdün, Lübnan ve Suriye’deki kamplarda hayatlarını idame ettirmeye çalışan yaklaşık 5 milyon Filistinli mülteciye sağlık ve eğitim gibi yaşamsal hizmetler vererek onları hayata bağlayan Birleşmiş Milletler Yakın Doğu Filistinli Mülteciler için Yardım ve İş Ajansına (UNRWA) yapılan yardımları sonlandırarak Filistinlilerin hayat damarlarından birini daha kesmiştir.

İsrail, cuma namazını Mescid-i Aksa’da ibadet ederek geçirmek isteyen 40 yaşın altındaki erkeklerin geçişlerine izin vermedi. Bazı Filistinli gençler ayrım duvarını tırmanarak Kudüs’e geçmeye çalıştı. 17.05.2019

Ekonomik olarak çaresiz kalan Filistinlilerin siyasi temsillerini de kısıtlamak için önce Washington’daki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bürosunu kapatmış ardından Doğu Kudüs’te bulunan ABD konsolosluğunu feshederek buradan yapılan işlemlerin Batı Kudüs’teki elçilikten yapılmasına zorlamıştır. Filistin’in üye olduğu uluslararası kurum ve kuruluşlara da yaptırım uygulayan ABD yönetimi, bu kuruluşların İsrail aleyhinde yanlı tavır sergiledikleri gerekçesiyle Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) ve BM İnsan Hakları Konseyinden (UNHRC) ayrılmıştır. Akabinde İsrail’in 2010’da Mavi Marmara gemisine saldırması ve 2014 Gazze saldırısındaki ihlalleri, Mescid-i Aksa’ya yönelik kısıtlamaları, Filistinlilerin toprak ve mülklerinin zorla gasp edilmesi ve Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne katılanlara karşı İsrail ordusunun sergilediği orantısız güç kullanımı hakkında re’sen soruşturma başlatan Uluslararası Ceza Mahkemesine (ICC) gözdağı vermek için mahkeme yargıçlarına yaptırım uygulaması, ABD’nin İsrail’i desteklemek için her türlü yola başvurduğunu göstermektedir.

Olaylar ABD yönetimini bir ara bulucu olmaktan ziyade sadece İsrail’in çıkarlarını önceleyen ve bu uğurda başta kendi değerleri olmak üzere tüm uluslararası hukuku ve teamülleri zorlayan yanlı bir aktör durumuna sokmuştur. Özellikle İsrail-Filistin meselesini çözmeyi kendisine misyon edindiğini ileri süren Trump’ın gelinen noktada meseleyi adil bir şekilde çözmekten ziyade gerektiğinde zor kullanarak bölgeyi İsrail’in talepleri doğrultusunda yeniden şekillendirme arzusunda olduğu görülmektedir. Nitekim Filistin tarafının muhatap alınmadan, sadece İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletleriyle yapılan istişarelerle kotarılmaya çalışılan sözde yüzyılın anlaşmasına dair sızan veriler de bunu ispat eder niteliktedir.

 

Sözde Barış

Netanyahu’ya yakınlığıyla bilinen Sheldon Adelson’a ait Israel Hayom gazetesinde İsrail dışişlerinden ismi verilmeyen yetkililere dayandırılarak verilen bir haberde sözde barış anlaşmasının bazı maddeleri olduğu ileri sürülen bir metin yayımlanmıştır. İçeriği resmi olarak kabul edilmese de Trump ve ekibinin bu haberi maksatlı olarak sızdırdığı düşünülmektedir. Bu haber öncesinde şimdiye kadarki süreci yöneten Kushner tarafından planın Ramazan ayı sonrasında duyurulacağı açıklandığından, zamanlama itibarıyla içeriğin doğru olabileceği ve gelen tepkilere göre bazı revizeler yapılabileceği değerlendirilmektedir.

Söz konusu habere göre anlaşma metni on maddeden oluşmaktadır. İlk maddeye göre anlaşma, metnin İsrail ile FKÖ ve Hamas tarafından onaylanmasıyla hayata geçecektir. Gazze ve Batı Şeria’nın C bölgesi hariç kısmında “Yeni Filistin” adıyla bir devlet kurulacaktır. Ancak bu devletin ordusu ve ağır silahları olmayacak, sadece hafif silahlarla donatılmış polis gücü bulunacaktır. İsrail ordusu Filistin’in korunması görevini üstlenecek ve bunun karşılığında da İsrail’e ödeme yapılacaktır. Hamas silah bırakacak ve bunun karşılığında üyelerine maaş bağlanacaktır. Kudüs bölünmeyecek ama hem İsrail hem de Filistin devletinin başkenti olarak kabul edilecektir. Taraflar birbirlerinden mülk almayacaktır. Kudüs’ün tamamından mevcut İsrailli belediye sorumlu olacak sadece eğitim hizmetini Filistin devleti kendi karşılayacaktır. Belediye tarafından sunulan hizmetlerin karşılığında Filistinlilerden vergi toplanacaktır. Kutsal alanların mevcut statüsü devam edecektir. Filistin’de bir yıl içerisinde demokratik seçimler yapılacaktır. Buna mukabil İsrail hapishanelerinde bulunan bütün Filistinliler seçimlerin yapılıp hükümetin kurulmasından bir yıl sonra başlamak üzere üç yıl içerisinde salıverilecektir.

Kudüs’te ABD büyükelçiliğinin açılış töreninde ABD Başkanı Donald Trump’ın konuşması yayınlanmıştı. 14.05.2018    

Filistinlilerin seyahat özgürlüğü için beş yıl içerisinde liman ve havalimanları inşa edilecektir. Bunlar tamamlanıncaya kadar ise Filistinliler İsrail’in altyapısını kullanacak ve bunun için de ücret ödeyecektir. Buralarda güvenlik gerekçesiyle İsrail’in tam kontrolü söz konusu olacaktır. Batı Şeria’nın C bölgesinde (Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 65’ini oluşturmaktadır) bulunan Yahudi yerleşimler sabit kalacak hatta birbirleri arasındaki erişimin kolay sağlanması için belirlenecek yerlere yeni yollar yapılacaktır. Gazze’nin mevcut topraklarına ilave olarak Mısır, Filistin devletine iskan maksatlı olmayan kullanımlar için toprak kiralayacaktır. Kiralama bedelinin nasıl belirleneceği ve nasıl ödeneceği bilahare belirlenecektir. Gazze ile Batı Şeria arasında ulaşımın sağlanması için yerden 30 metre yükseklikte bir otoban yapılacaktır. Yol için gerekli finansmanın yüzde 50’sini Çin ve diğer yarısını da yüzde 10’luk paylarla Güney Kore, Japonya, Avustralya, Kanada ve AB karşılayacaktır. Ürdün Vadisi’nin kontrolü İsrail’de kalacaktır. Buradaki mevcut otoyol genişletilerek Filistin ile Ürdün arasındaki irtibatın sağlanması hedeflenmektedir. Filistin-Ürdün sınırının kontrolü de Filistin devletinde olacaktır.

Tüm bu altyapı ve imar projeleriyle yapılacak muhtelif ödemeler için ihtiyaç duyulacak diğer finansmanın yüzde 20’si ABD, yüzde 10’u AB ve yüzde 70’i de anlaşmanın doğrudan faydalanıcısı olarak Körfez ülkeleri tarafından karşılanacaktır.

Yaptırımlarla ilgili son kısımda ise Hamas veya FKÖ’nün anlaşmayı kabul etmemesi durumunda mali desteğin kesilmesi, FKÖ’nün kabul etmesi ama Hamas veya İslami Cihad’ın kabul etmemesi halindeyse bu hareketlerin liderlerinin sorumlu tutularak muhtemel operasyonlarda hedef alınacağı belirtilmektedir. Bu metni kabul etmemesi için hiçbir mazereti olmayan İsrail’in anlaşmayı kabul etmemesi halindeyse sağlanan mali desteğin durdurulması öngörülmektedir.

Görüldüğü üzere ABD yönetiminin kotardığı anlaşma metni İsrail’in mevcut kazanımlarını korurken BM kararlarıyla sabit 1967 sınırları, Kudüs’ün statüsü, Yahudi yerleşimler ve Filistinli mültecilerin dönüş haklarıyla ilgili konularda Filistin tarafının taleplerini karşılamaktan uzak görünmektedir. Son dönemde İsrail, ABD’yi arkasına alarak bölgedeki Sünni Arap devletleriyle yakınlaşma sürecine girmiş olduğundan bahse konu ülkelerin Filistinlilere vermesi muhtemel destek kesilmiş hatta bu ülkeler söz konusu anlaşmanın kabul edilmesi için Filistinlilere baskı yapmaya başlamıştır. Bu ülkeler Filistin halkının taleplerini gözetmek bir tarafa anlaşmada kendilerinin ödemesi öngörülen rakamları vererek işin içinden sıyrılmak derdindedir.

ABD’nin uzun zamandan beridir sürdürdüğü İsrail yanlısı tavrın son iki yıldır dozunu artıran bir baskı mekanizmasına dönüşmesi Filistin’i ekonomik ve sosyal olarak köşeye sıkıştırmıştır. Şimdilik Filistinliler için anlaşmayı kabul etmek hayatta kalmanın tek yolu gibi gözükse de verilen tavizlere rağmen somut bir kazanım sunmayan sözde barış anlaşmasının Filistin’in tamamen ortadan kalkmasına yol açacak bir teslim anlaşmasına dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası