“Lübnan’ın güzel dağları, iyi yemekleri, olağanüstü şekilde iyi eğitimli bir nüfusu olabilir, ancak Lübnan mezhepçidir. Bu durum deri koltukları, tam ekran televizyonu ve kokteyl barı olmasına rağmen tekerlekleri kare olan bir Rolls Royce'a sahip olmak gibidir, işe yaramaz.”
Gazetecilik kariyerinin uzun bir dönemini Lübnan’da geçiren Britanyalı Robert Fisk (1946-2020) Independent gazetesine yazdığı bir yazıda, bu sözlerle ülkenin tahlilini yapmayı tercih ediyordu. Aynı yazıda Fisk, “huzurlu bir Lübnan” için mezhepsiz bir formül reçetesinin gerekli olduğuna değinmişti. Ancak bunun ülke koşullarında olamayacağını da yazının ilerleyen satırlarında vurgulamıştı. Lübnan’ı anlatan en iyi kitaplardan birini (Pity The Nation Lebanon at War) kaleme almış Fisk’in yüzlerce anekdotunun/cümlesinin altı çizilebilir. Ancak gelinen aşamada yeni cümlelerdeki beklenti tonu daha yaşamsal bir çerçeveye işaret ediyor. 27 Eylül’de Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın (1960-2024) ölümüyle başlayan tarihsel kesit, yeni bir sürece işaret ediyor. Kronik problemleri yıllarıdır yaşayan Lübnan halkı; hükümet kurmak sancıları, kesintisiz devam eden ekonomik kriz dalgaları, iç savaşın sonrasında (1975-1990) ortaya çıkan siyasi belirsizliklerle dolu yılları geride bıraktı. Lübnan’da yönetim erkini mezheplere bölerek denge siyaseti izleme stratejisi siyasi bağlamda bir istikrara evrilemedi. (Lübnan formülü: cumhurbaşkanı- Hristiyan, Başbakan- Sünni, Meclis Başkanı- Şii/daha sonrasında Irak’ta da benzer bir formülasyon uygulandı)
İç Savaş Sonrası Hizbullah’ın Yükselişi
Lübnan, Ortadoğu’nun iç çatışmalardan en çok acı çeken ülkelerinden biri olma konumunu yeni bölgesel denklemde bir kez daha kazandı. Bu kez 7 Ekim 2023 HAMAS’ın saldırısı sonrasında İsrail’in soykırıma varan reaksiyonuyla gözler İsrail-Lübnan hattına çevrildi. HAMAS’ı yok etmek stratejisiyle yola çıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümetinin odak noktası, İsrail güvenlik müesses nizamının da yönlendirmesiyle Lübnan’a kaydı. Modern tarihte benzeri görülmemiş şekilde Hizbullah tüm lider kadrosunu kaybetti, olası haleflere yönelik İsrail operasyonları da devam ediyor. Hizbullah’ın tarihsel süreçte kazandığı ve siyasi parti olarak da perçinlenen sivil toplum zırhı da hasar gördü.
Kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse, Hizbullah özellikle iç savaş sonrası yeni düzenin ana hatlarının çizildiği Taif Anlaşması ile ayrıcalıklı statüsüne erişmişti. Bu anlaşmayla verilen bir istisna, bugünlere de evrilecek siyasi akımın da önünü açtı. Anlaşma ile iç savaş döneminde yer alan bütün silahlı grupların silah bırakması kararı alındı, Hizbullah ise bundan muaf kılındı. İsrail’in işgal ettiği toprakları bırakmaması bunun gerekçesi olarak sunuldu. Hizbullah’ın güneydeki varlığı meşrulaştırıldı. Günümüze değin Şebaa çiftlikleri gibi işgal edilen sınır bölgelerindeki durum, çatışmasızlık dönemlerinde bile “Demokles’in kılıcı” gibi gerginlik fitilini ateşlemeye önayak bir faktör oldu. Lübnan ordusu ve Birleşmiş Milletler Lübnan Barış Gücü'nün (UNIFIL) rol aldığı sınır hattı ihtilaflı konumuyla işgalin sonlanmadığı mevzi özelliğini korudu.
Lübnan; tüm din, mezhep, etnik unsurların farklı zaman dilimlerinde savaştığı bir çatışma sahası oldu. Burada yalnızca farklı odaklar değil benzer değer kümelerindeki gruplar da birbiriyle çatıştı. Hristiyanların, Şiilerin (Emel-Hizbullah- 80’ler) mülteci Filistinlilerin birbirleriyle savaştığı katıksız şiddet sarmalının yıllarca merkezi oldu.
Hizbullah bir olgu olarak 90’larda Şii nüfus üzerindeki tesirini arttırdı. Fiili liderliğini uzun yıllar boyunca Nasrallah’ın yaptığı yapının Seyit Hüseyin Fadlallah (1935-2010) gibi ideolojik olarak önemli düşünürleri bulunuyordu. Kazanılan ivme, 2006’daki İsrail savaşıyla zirve yaptı. Sonrasında yıllar boyunca Lübnan’ın en güçlü aktörü konumuna evrilen yapı, 4 Ağustos 2020’deki kazayla yerle bir edilen Lübnan Limanı’ndaki ticari faaliyetler başta olmak üzere birçok farklı yelpazede ekonomik bir ağa sahip oldu. (Kanlı Beyrut Limanı patlamasında 235 kişi hayatını kaybetmiş, sebep olarak da amonyum nitrat patlaması gösterilmişti. Sürecin mahkeme aşamaları da oldukça sancılı oldu. Bugünden bakıldığında Hizbullah üzerinde ekonomik hasar verecek böyle bir saldırının failleri konusu yeniden tartışılmaya değer gözüküyor.)
Aslında 7 Ekim sonrasındaki sürece mercek tutulduğunda İsrail’in Hizbullah tehdidi nedeniyle kendi vatandaşlarını kuzey sınırından tahliye etmesinin mali ve sosyolojik bilançosu gittikçe artıyor. Yaklaşık 70 bin kişinin sınır hattından alınarak Tel- Aviv, Netanya gibi şehirlerde ağırlanması, okulların açılamaması gibi olumsuz durumlar, İsrail kamuoyunda olumsuz bir atmosfer oluşturuyordu. İsrail, yönetmesi gereken bu başlık için harekete geçti, “hayatı normalleştirme” çabaları doğrultusunda hamlesini yaptı. Kanlı bir girişimle başlatılan süreç sonunda Lübnan’da sivillerin de bulunduğu 2 bin 500’den fazla insan hayatını kaybetti, binlerce kişi de yaralandı. 800 binden fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Lübnan Siyasetinin Belirleyici Parametreleri
Lübnan’da önümüzdeki dönemin okumasını yapmak çok kolay gözükmüyor. Ancak 7 Ekim öncesinde de siyasi belirsizlikler iklimi zaten mevcuttu. Lübnan aksak işleyen siyasi yapısında iki farklı blok parlamentoda yer buluyor. Ülkedeki genel bölünmüşlüğün kristalize hali olarak görülebilecek bu tabloda “8 Mart Bloku” ile “14 Mart Bloku” farklı aktörleri çatısı altında topluyor. Lübnan'da 1989'da yapılan Taif Anlaşması'na göre Meclisteki milletvekili dağılımı, "27 Sünni, 27 Şii, 8 Dürzi, 34 Maruni Hristiyan, 14 Grek Ortodoks, 8 Grek Katolik, 1 Evanjelik, 1 Ermeni Katolik, 5 Ermeni Ortodoks, 2 Alevi, 1 Hristiyan azınlıklar" şeklinde gerçekleşiyor. Yani meclis aritmetiğinde Müslümanlar ile Hristiyanlar aynı sayıda olmak zorunda.
Lübnan siyasetindeki Hizbullah’ın özgül ağırlığı, 7 Ekim öncesinde kendini her ihtilafta hissettiriyordu. Hizbullah, aylar süren cumhurbaşkanlığı seçim döneminde kendi adayı konusunda ısrarcı tutum takınmış, diğer blokun adayı olan Cihad Azur hakkında da zaman zaman tehditkar tonda bir dil kullanmıştı. Hizbullah kendisiyle çekişen yönetim erkine rest çekmekten de çekinmemişti. Lübnan’da cumhurbaşkanlığı krizi 2 senedir çözülemedi, 10’dan fazla oturum ve uluslararası çabalar da sonuçsuz kaldı.
İsrail’in devam eden saldırı momentumu, Hizbullah için ilk eylemini düzenlediği 1983’ten bu yana en zorlu sınama anlamına geliyor. 40 yıllık bir zaman dilimi içerisinde sivil toplum tonlarını barındıran bir yapıya evrilen Hizbullah’ın zarar görmesi ve toplumun diğer tabakalarından nasıl bir reaksiyon göreceği, Lübnan siyaseti için anahtar niteliğinde olacak. İsrail, Hizbullah unsurlarının tıpkı 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerinin yaptığı gibi ülkeyi terk etmesini hedefliyor. Ancak Lübnan toplumunun kayıtsız şartsız parçası olan Hizbullah milislerinin, mevcut özgül ağırlıkları ile Lübnan’ı büyük oranda terk etmesi bile mümkün gözükmüyor. Geriye silahlarından arındırılmış Hizbullah opsiyonu kalıyor ki bu muazzam prestij kaybına rağmen zor bir gelecek projeksiyonu anlamına geliyor.
Ortadoğu’nun Beyrut Nostaljisi
Lübnan yalnızca siyasi bir okumayla tahlil edilemeyecek, Akdeniz havzasında şiddetle en çok hemhal olmuş Arap ülkelerinin başında geliyor. Baştan yanlış düğmelenen gömlek, ülke kompozisyonuna hiçbir zaman oturmadı. Fransa, İran, Suriye gibi ülkeler her daim Lübnan üzerindeki tesirlerini gösterdi. Başka koşullarda farklı jeopolitik iklimlerde yeşerecek Lübnan kimliği, Ortadoğu’nun göbeğindeki amorf topluluk yapısıyla nostaljik bir besteye dönüştü.
Parçalı nüfusu, Batı ülkelerinde kümelenen diasporasına karşı Lübnan özellikle kültürel dokusunun ihracıyla ön plana çıkabiliyor. Herhangi bir Arap ülkesindeki restoranda açık olan TV kanalındaki sanatçının Lübnanlı olma ihtimali her daim yüksek. Yalnızca Feyruz tarzı sesler değil yeni nesildeki pop müzik trendlerinde de Lübnan etkisi gözlemlenebiliyor. Ülke dışında yaşayan Lübnanlıların ilgisi de son seçimde kendini göstermişti. 2022’deki meclis seçimlerine 225 binden fazla yurtdışındaki Lübnan vatandaşı oy kullanmak için başvurmuştu. Bu sayı 2018’deki seçime nazaran 3 kat fazla başvuru anlamına geliyor. Üstelik ülkede Türkmen nüfusu da bulunuyor. Göçebe yaşamı bıraktıktan sonra Bekaa Vadisi’ne yerleşen Türkmenler arasında Türkçelerini muhafaza eden öbekler bile bulunuyor.
Lübnan’ın hem renkli kültürel öğeleriyle çekim noktası olma hem de çatışma sahasının tam ortasında kalma ikilemi, bambaşka kulvarlarda da kendini gösterebiliyor.
Dünyaca ünlü TV programcısı, aşçı Anthony Bourdain (1956-2018) Lübnan’ı tam da 2006’daki savaşın patlak verdiği sırada ziyaret etmişti. Tamamen dünya mutfağı üzerine kurulmuş, klişe bir yemek program teması taşıyan bölüm, bambaşka bir noktaya evrildi. İstemsizce bol ironi barındıran bir yaşam kesiti ortaya çıktı. Mutfağı dünyaca ünlü bir ülkeye muhteşem yemekler deneyimlemek için gelen bir TV ünlüsü, bir anda karşılaştığı durumu önce hazmetti, bölüm içerisinde mevcut çatışma durumunu da yansıttı. (Bölüm Emmy’e de aday oldu.)
Bourdain’ın yüz yüze kaldığı savaş gerçeği, kişisel hayatında da yeni bir rota açmasında başlangıç noktası oldu. Sonrasında gittiği ülkelerde yalnızca yemek üzerine değil, siyasi/toplumsal koşullara değinen bölümlere imza attı, çalışmalarının vizyonu ve misyonu değişti. Programın ismi “No Reservations’tan” “Parts Unknown’a” dönüştü.
Yeni formatında abluka altındaki Gazze’yi de ziyaret etti, oradaki mevcut koşulları, “Dünya Filistin halkına birçok berbat şey yaşattı, ancak bunların hiçbiri onların yaşam haklarını gasp etmekten daha utanç verici değil” şeklinde tarif etti. Bölge halklarının yalnızca yaşam koşulları değil, itibarlarının da ellerinden alındığı pek seslendirilmeyen bir gerçek. Lübnan, birçok klişenin benzersiz bir dokuyla harmanlandığı bir Ortadoğu efsunu. Nitekim Bourdain gibi dünyaca ünlü bir TV ünlüsü de bölgesel gerçekleri sorguladığı insani uyanışı için Lübnan’dan daha iyi bir başlangıç lokasyonu bulamazdı.