İnsanlığın geçmişini tasvir eden insanlık tarihi, bizleri 200 bin-300 bin yıl geçmişe götürmesine karşın modern döneme yaklaştıkça insan ve insan yaşamına dair dönüşümlerin arttığı ve hızlandığı görülmektedir. İnsanlık için en önemli mihenk taşlarından biri ise “Sanayi Devrimi”dir. Sanayi devrimi, ekonomik değişimleri başlatırken sosyal yaşamı ve toplumsal ilişkileri ve daha da önemlisi, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi şekillendirmiştir.
İnsan ve doğa arasındaki dengenin hızla değişmesi ve insanın doğaya, doğal kaynaklara hükmetmesi, ekonomik ve sosyal yaşam üzerinde de büyük dönüşümlere zemin hazırlamıştır. En basit haliyle sanayi devrimi sonrası, insanların kırdan kente göç etmesi ekonomik düzeni, sektörel hareketleri, siyasi yapıları da şekillendirmiştir.
Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımı
Sanayi devriminden bugüne kadar olan sürece kronolojik olarak bakıldığında, 1980’lerden itibaren her alanda çok hızlı bir değişimin yaşandığı görülmektedir. Ekonomik, sosyal ve çevresel dönüşümlerin merkezinde ise sürdürülebilirlik yer almaktadır. Sürdürülebilirlik kavramının kökenleri 1712’ye kadar uzansa da günümüzde kabul gören anlamı 1987’de Bruntland Raporu’nda tanımlanan "sürdürülebilir kalkınma" yaklaşımı çerçevesinde ele alınmaktadır.
Sürdürülebilir kalkınma, tek yönlü ekolojik bakışın ötesinde ekonomik ve sosyal boyutları da ele almaktadır. Bu doğrultuda, sürdürülebilir kalkınma kapsamında çevresel bütünlük, sosyal eşitlik ve ekonomik refah ön plana çıkmaktadır. Bu üç ana hususun etkisiyle birlikte, sürdürülebilirlik, ulusal ve uluslararası politika geliştirmede kendine hızla yer edinmekte ve politika belgelerinin içeriğinin oluşturulmasında etkin rol oynamaktadır. Aynı zamanda politik istikrar ve sürdürülebilirlik arasında da süreklilik arz eden bir etkileşim bulunmaktadır. Bu doğrultuda ülkelerin, hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların son yıllarda önceledikleri bir kavram olarak sürdürülebilir kalkınma ve paralelinde gelişen yeşil ekonomi, döngüsel ekonomi ve temiz enerji gibi kavramlar görünürlük kazanmaktadır. Bu görünürlüğün yapı taşı ise 2012’de, Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’dır. Konferans kapsamında, çevresel bozulmayı önlerken ekonomik büyüme ve kalkınmayı sürdürmenin ve yeşil ekonomiye ulaşmanın bir yolu anlamına gelen “yeşil büyüme” kavramına odaklanılmıştır.
Mavi Büyümenin Sürdürülebilirliğe Katkısı
Yeşil büyüme kavramının karasal ekosistemlerle ilişkisine dayalı olarak büyümenin ele alınması, deniz tabanlı ekonomiye bağımlılığı olan ve özellikle küçük ada ulus devletlerine ilham oldu. Bu doğrultuda, deniz ekosistemlerinden kaynaklanan büyümeyle bağlantı kurularak “mavi büyüme” kavramı vurgulanmıştır. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından mavi büyümenin desteklenmesiyle birlikte uluslararası çerçevede “ekonomik büyüme ve gıda güvenliğini su kaynaklarının korunmasıyla uzlaştırmak için sorumlu ve sürdürülebilir yaklaşımlar sunarak okyanusların, denizlerin, lagünlerin ve iç suların potansiyelini güvence altına almak veya eski haline getirmek" amacıyla girişimler başlatılmıştır. Deniz alanlarında yürütülen sürdürülebilirlik çalışmalarının genellikle arka planda kalmasına karşın mavi büyüme ve paralelinde mavi girişimcilik büyük bir adımdır. Aynı zamanda 2012’de, Avrupa Komisyonu tarafından mavi büyüme, Avrupa'nın okyanuslarının, denizlerinin ve kıyılarının iş ve büyüme için kullanılmayan potansiyelinden yararlanmak amacını gerçekleştirmek adına ele alınmış ve mavi büyüme stratejisi belirlenerek deniz alanlarının önemi ön plana çıkarılmıştır.
Sürdürülebilir kalkınma ve mavi büyümenin gerçekleşmesi için mavi girişimciliğin ön planda tutulması ve geniş bir perspektifte ele alınması önemlidir. Dünya’nın yüzde 71’i deniz alanlarından oluşurken aynı zamanda dünyadaki ticaretin önemli bir kısmı deniz yoluyla lojistiğini sağlarken gıda ve turizm gibi birçok sektör ise deniz ve su kaynaklarından doğrudan etkilenmektedir. Deniz alanlarının önemi bu derece aşikâr iken deniz alanlarının korunması, sürdürülebilir kalkınmaya uygun kullanılması bir zaruriyettir. Bu doğrultuda, mavi büyüme benimsenerek ekonomik, kültürel, politik ve askeri faaliyetlerin gerçekleştirilmesi beklenmektedir.
Diğer taraftan, geleneksel ekonomik sektörlerin ötesine mavi büyüme, önemli inovasyon potansiyeli sunan, yeni ve hızla gelişen sektörlere doğru genişlediğinden, Avrupa politika yapımında önem kazanmaktadır. Politika yapıcıların ele aldıkları mavi büyüme/ekonomi konusuna karşılık, AB bağlamında bilim insanlarının da bu konuya odaklandıkları görülmektedir. Özellikle Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerine yapılan çalışmalar, bölgesel mavi büyüme potansiyellerini açığa çıkarma ve deniz ekonomisinin büyümesini kolaylaştırmak amaçlı olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Yunanistan, Malta, Portekiz, İrlanda ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kapsamında mavi büyüme ve mavi girişimcilik üzerine yapılan çalışmalar mavi büyüme stratejisini şekillendirmektedir. Bu strateji kapsamında; mavi enerji, su ürünleri yetiştiriciliği, kıyı ve deniz turizmi, mavi biyoteknoloji ve deniz tabanı madenciliği gibi beş yenilikçi ve yüksek potansiyele sahip denizcilik sektörü öncelikli alan olarak belirlenmiştir. Strateji, bu sektörlerde yeni teknolojilerin gelişimini ve deniz ekonomisinin desteklenmesini hedeflemektedir. Bu bağlamda, özellikle mavi enerji ve mavi biyoteknoloji kavramları ön plana çıkmaktadır.
Biyoteknoloji sağlık, gıda ve tarım gibi birçok sektörü etkileyen, özel bir kullanıma yönelik olarak ürün veya işlemleri dönüştürmek veya meydana getirmek için biyolojik sistem ve canlı organizmaları veya türevlerini kullanan teknolojik uygulamalardır. Mavi biyoteknoloji ise deniz hayvanlarının şekli, yapısı, fizyolojisi ve kimyası dahil, deniz ortamlarında bulunan çeşitliliği kullanan inovatif bir yaklaşımdır. Mavi biyoteknoloji birçok alanda kullanıldığı gibi alternatif enerji üretmek içinde kullanılmaktadır. Deniz yataklarında mikro alglerin kullanılmasıyla deniz faunasındaki canlıların fosil haline gelmesi ve deniz yatağındaki petrolün gelişmesine imkân sağlamaktadır. Mavi biyoteknoloji, teknolojik olarak daha da ilerlerse, açık deniz petrol ve gaz potansiyelini de artırması beklenmektedir. Bu bağlamda, mavi biyoteknolojiye yönelik yatırımların ve çalışmaların Kıbrıs'ın bulunduğu deniz havzasında hızla büyüdüğü bilinmektedir.
Ayrıca, Kıbrıs’ın da içinde yer aldığı Akdeniz havzasının petrol yataklarınca zengin olduğunun unutulmaması gerekir. Akdeniz, mavi biyoteknoloji için büyük bir değer olarak kabul edilen termal ve kükürt delikleri ile 2 bin metre ve daha fazla derinlikteki hipersalin girintiler gibi pek çok elverişli ortama sahiptir. Akdeniz, hem mavi büyüme için oluşturduğu kaynak hem de gaz rezervleri nedeniyle de her zaman aktörlerin karşı karşıya geldiği bir alan olarak görülebilir. Doğu Akdeniz’de yapılan çalışmalar ile yeni hidrokarbon yatakları bulunmaktadır. Ancak bu buluşlara paralel gerginlikler ve/veya çatışmalar devamlılık göstermektedir. Örneğin, İsrail’in Gazze üzerindeki saldırılarında, Gazze açık deniz alanındaki doğal gaz rezervlerinin olmasının büyük bir yeri vardır. Güç kaynağını ve gelir imkanları engellemek nedeniyle Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail’in işgal operasyonlarında gaz rezervlerinin stratejik bir konumu bulunmaktadır.
Mavi Vatan’ın Sunacağı Zemin
Doğu Akdeniz’de, Avrupa Denizcilik Mekansal Planlama Direktifi'ne uygun olarak faaliyet yürüten Yunanistan’ında mavi büyüme doğrultusundaki faaliyetleri (balıkçılık, su ürünleri yetiştiriciliği ve gemi yolculuğu endüstrisi) ve özellikle mavi biyoteknoloji çalışmalarıyla deniz ekonomisini büyütmeye çalışmaktadır. Ancak Yunanistan bağlamındaki çalışmalar, Yunanistan'ın Münhasır Ekonomik Bölge tanımlamasını engelleyen Doğu Akdeniz'deki jeopolitik gerginlikler nedeniyle oldukça durgun olduğunu vurgulamaktadır. Aynı zamanda, ülkenin balıkçılık ve su ürünleri pazarındaki yeri de Türkiye ile kıyaslanmaktadır.
Akdeniz’in sahip olduğu kaynaklar, jeopolitik tartışmalarla sürekli ön plana çıkarken, Akdeniz’de var olan deniz gücü yönetiminin de göz ardı edilmemesi önemlidir. Bu çerçevede mavi büyüme için Türkiye’nin konumu önem arz etmektedir. Avrupa’daki örnekler gözlemlendiğinde, Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin mavi büyüme çerçevesinde yaptığı çalışmaların neler olduğu veya neler yapabileceği de daha fazla önem kazanmaktadır. Ancak küresel çevre problemlerinin yaşandığı ve deniz alanlarının yoğun bir şekilde etkilendiği süreçte, sürdürülebilir kalkınma için iş birlikleri ön plana çıkarılmalıdır. Lakin Akdeniz’de ve özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginlikler ve Türkiye’nin deniz yetki alanlarına kısıt getirilmesi ortak paydanın elde edilmesini zorlaştırmaktadır. Bu sebepten deniz yetki alanlarının hukuki durumlarının göz ardı edilmemesi gerekir.
Türkiye, deniz yetki alanlarında hukuki durumunu tanımlamak için “mavi vatan” kavramını kullanmaktadır. Mavi Vatan, “Türkiye’nin devletler hukuku tarafından tanınan, üzerinde egemenlik hakkı kullanabileceği deniz yetki alanları” olarak ifade edilmektedir. Ancak bu tanımlama Doğu Akdeniz’deki gerginliğin temelini oluşturmaktadır. Bu gerginliğin ötesinde Türkiye’nin diğer ülkelerin yaptığı veya yapmayı amaçladığı çalışmalar kapsamında; deniz ortamının korunması (ekosistem tabanlı yönetim) ve ekonomik büyüme arasında denge sağlanması, denizcilik işlerinin güvence altına alınması, akıllı uzmanlaşma için bölgesel strateji aracılığıyla girişimci keşfin teşvik edilmesi, deniz hukukunun uygulanması, biyoteknoloji araştırmalarının teşvik edilmesi ve denizcilik kümelerinin oluşturulması için çalışmalar yapması önemlidir.
Türkiye’nin “mavi vatan” çerçevesinde mavi büyüme çabası hem Akdeniz’in hem de küresel çapta sürdürülebilirliğin gelişmesine zemin hazırlayacaktır. Bu doğrultuda Türkiye’deki politika yapıcılar çalışmalarının yönünü sürdürülebilirlik ilkeleri ile temellendirmelidirler. Diğer ülkelerin de küresel amaçlar ve Akdeniz’in doğal kaynaklarının devamlılığı için iş birliğine açık olmaları önemlidir. Bu adımların atılması için Türkiye çevre diplomatlarını yetiştirmeli, Akdeniz’de mavi büyüme için ortaklıklar geliştirmelidir.
Politika yapıcıların sorması gereken en temel soru ise “Mavi büyüme, mavi vatan kapsamında nasıl operasyonel hale getirilir?” olmalıdır. Bu soru bağlamında uzun dönemli stratejik iş birliklerinin geliştirilmesi, deniz gücü yönetiminin inşa süreci, mavi biyoteknoloji alanına yatırımlar, mavi girişimcilerin desteklenmesi, deniz alanındaki komşularla ilişkileri ve mavi vatanın sürdürülebilir olması adına ortak paydada yürütülecek bir çatı kuruluş ile sürdürülebilirlik için çatışmazlık ilkesinin geliştirilmesine zemin hazırlanması, Türkiye’nin mavi vatan için gerçekleştirebileceği önemli adımlar olacaktır.