Kriter > Siyaset |

15 Temmuz’un Asıl Restorasyonu Ramazan Ayında


11 Eylül paradigmasının çizdiği İslamiyet imajı DEAŞ terör örgütü marifetiyle tüm dünyada pekiştirilirken, Müslümanlar sürekli sunulan agresif imajın kendilerine ait olmadığını dile getirdi.

15 Temmuz un Asıl Restorasyonu Ramazan Ayında

11 Eylül paradigmasının çizdiği İslamiyet imajı DEAŞ terör örgütü marifetiyle tüm dünyada pekiştirilirken, Müslümanlar sürekli sunulan agresif imajın kendilerine ait olmadığını dile getirdi. Afganistan’dan Nijerya’ya kadar kanlı terör örgütlerinin saldırıları özellikle Batı kamuoyunda İslamiyet’i ve Müslümanları yıllardır gündelik tartışmaların odak noktasına koydu. Çizilmek istenen bu imaja karşı direnebilecek ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Zira Türkiye bir yandan hiçbir zaman sömürge olmamış olması sebebiyle reaksiyoner bir dindarlık üretmemiş, tasavvuf tarafından şekillendirilen Sünni dindarlık anlayışı toplumda daima birleştirici bir rol oynamıştır. Dönemsel istisnalar bu iddiamızı çürütecek bir ekseriyet teşkil etmez. Türk tipi dindarlık genel olarak çatışmacı değildir ve bünyesi bıçak kemiğe dayanana kadar büyük toplumsal patlamalara kapalıdır.

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) henüz “Gülen Cemaati” olarak tanındığı dönemde kendisini “Tek nam-ı celil-i Muhammedi dört bir yanda şehbal açsın” diye dünyanın dört bir tarafında hizmet gönüllüleriyle çırpınan bir hareket olarak lanse etmekteydi. Gülen “şakirt”lerini “şefkat kahramanları” ve “muhabbet fedaileri” olarak adlandırmaktaydı. Çatışmadan kaçınan bir görüntü arz eden ve diyalog sözcüğünü diline pelesenk eden FETÖ mensupları bu özellikleriyle çizilmek istenen imajı pekiştirmekteydi. Öyle ki asıl mahiyetlerini ortaya koydukları 17-25 Aralık yargı darbesi süreci sonrası dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu şeklindeki iddiaları pek çoklarınca abartılı yorumlar olarak okundu. Neticede FETÖ bir “dini hareket” ve “cemaat” idi dolayısıyla terör kavramı ile yan yana gelmesi mümkün olamazdı. FETÖ bir cemaat olmanın kendisine sağladığı sosyal masuniyet sayesinde perde altından yürüttüğü hıyanet faaliyetlerini perdelemeyi başardı.

Cemaat olmasına cemaatti ancak normal bir cemaat de değildi. FETÖ aynı zamanda sürekli ağlayan merhamet timsali bir “hoca” etrafına kümelenmiş, sürekli sevgiden bahseden, bununla birlikte şer-i şeriften bahsetmeyen modern bir dini hareketti. Toplumun seküler kesimlerinde de bu özelliği ile kabul gören bu hareket cemiyetin Diyanet tarafından karşılanamayan pastoral ihtiyaçlarına eğilmekte, insanlara abi-abla olarak ulaşmaktaydı. Pastoral ihtiyaçtan kastımızın insanlara ibadethane dışında, dini ritüeller haricinde din kisveli kimseler tarafından refakat edilmesi ve insanların kendilerini bu grubun bir parçası sayması olduğunun altını çizmekte fayda var. Kitlelerin ön yargısız bir biçimde “Gülen Cemaati”ne koşmaları sahip oldukları bu ihtiyaç ve hareketin bir “cemaat” olarak sahip olduğu masuniyet sebebiyledir.

15 Temmuz’da Asıl Tahrip Olan Cemaat İmajıydı

Kanlı 15 Temmuz ihaneti 249 şehit, binlerce gazi, tahrip olan kamu binaları ile büyük bir faturayı arkasında bırakarak savuşturuldu. Bununla birlikte 15 Temmuz darbe girişiminin yol açtığı en büyük tahribat dini cemaatlerin sahip olduğu imaja yönelik oldu. Seküler kesimin dindar kesime karşı sahip olduğu çekinceler bir yana cami cemaatinin dahi birbirine şüpheyle baktığı bir sürece bu ihanet hareketi sebebiyle girdik. Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulamaya konan ceberut laiklik uygulamalarına karşı cemaatlerin geliştirdiği sakınma politikası toplum tarafından bir tehdit olarak algılanır hale geldi. 15 Temmuz’a kadar bir cemaatin şeffaf olmaması ve birtakım faaliyetlerini perde arkasından yürütmesi özellikle dindar kesim tarafından anlayışla karşılanan ve müdafaa edilen bir şeydi. Bu gizliliğin gerekliliği özellikle 28 Şubat’ta bir kez daha gözler önüne serilmişti. Bununla birlikte söz konusu gizliliğin ne kadar büyük bir tehlike potansiyeline sahip olduğu gerçeği ile yüzleşen dindar kesim, şeffaflıktan uzak dini hareketlere karşı en az seküler kesimin sahip olduğu kadar büyük bir şüphe ve reaksiyona sahip oldu.

Artık hiçbir dini hareket seküler kesimi kucaklama noktasında iddia sahibi değil. Toplumun pastoral ihtiyaçlarına yönelik umutlar hiçbir dönemde olmadığı kadar seküler yapılara yöneltilmiş durumda. Dini hareketlerin 11 Eylül paradigmasına karşı geliştirdiği ne kadar argüman varsa 15 Temmuz gecesi tankların paletlerinin altında kaldı. Ömrünü sevgi alıp satmakla geçirdiğini sandığımız cemaat mensubu bir ilahiyatçı darbenin beyin takımında yer alırken toplum nazarında kan yalnızca askerin değil dini hareketlerin de eline bulaştı. Bu telafisi çok zor tahribatın kısmen de olsa telafi edilebileceği yegane mevsime, Ramazan ayına erişmesi Türkiye’deki dini hareketlerin toplum nazarındaki imajını yeniden inşa edebilmesi adına bir imkan sağlıyor. Bu belki de 15 Temmuz sonrası restorasyon sürecinin en önemli ayağını teşkil ediyor. Ancak bu restorasyon alışageldiğimiz Ramazan seremonileriyle sağlanması mümkün olmayan bir restorasyon olarak her zamankinden farklı şartları bizlere dayatıyor.

Sembollerin Suistimali FETÖ’yü Hatırlatıyor

FETÖ gerek medya organları gerekse sosyal platformlarda Türk dindarlığına mahsus motifleri hoyratça suistimal etmekten çekinmiyordu. Mevlevi semaından tasavvuf müziğine kadar FETÖ ile uzaktan yakından alakası olmayan tüm semboller ve motifler geçmişte bu örgütün propaganda faaliyetlerinde kullanılmıştı. Sevgi ve hoşgörü gibi kavramların içi kurumsallaşmış bir din anlayışı sunan FETÖ tarafından boşaltıldı. Hal böyle iken Ramazan ayını anlamlı kılma yolunda yegane tasavvuru görsel sema ayinleri sunmak olan ve tasavvuf müziğini iftar masalarına meze eden anlayış ister istemez FETÖ imajı ile kesişiyor. Hiyerarşik olmaktan uzak ve gerçek dindar merhametini ortaya koyacak bir Ramazan atmosferine ihtiyaç var.

Belediyelerin ve vakıfların tertip ettiği profesyonel Ramazan şovları insanımızın ağzında kekremsi bir tat bırakıyor. Televizyon kanallarındaki hocalar “Fetullah Hoca” imajından arınmış değil. Bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda Ramazan ayında asıl mesai harcaması gerekenlerin dini cemaatler ve gruplar değil bizzat dindarlar olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Dinin hocalar, semazenler, ses sanatçıları vs. ile değil bizzat dindarlar tarafından toplumda temsil edilmesi gereken hayati bir Ramazan ayını idrak ediyoruz. Bunun yolu ise tasavvuf kültürü eliyle bize ulaşan motiflerin hoyratça sarf edilmediği bir Ramazan ayını idrak etmekten geçiyor.

Türkiye’nin televizyon kanalları bu Ramazan’da imsak vakti ile ilgili artık alıştığımız anlamsız tartışmalara yer vermek gibi bir lükse sahip değil. Dolayısıyla 15 Temmuz’da açılan yaraların sarılması ilahiyatçıların kendi aralarında dahi fikir birliğine varamadıkları meseleleri efkar-ı umumiyede tartışmaktan geçmiyor. Kendi din anlayışını toplumun tümüne empoze etmek uğruna dini, bir tartışma meselesi haline getiren ilahiyatçılar bu Ramazan’da çok daha sorumlu davranmalı ve televizyon ekranlarında insanımıza pastoral bir olgunluk sergilemeli. Din bir kavga ve tartışma sahası olmaya sürüklenmemeli. Hülasa edecek olursak 2017 yılının Ramazan ayı gerçek din anlayışına yalnız kendisinin sahip olduğunu düşünen ilahiyatçılar ile dini sembolleri ve motifleri metalaştıran din tacirlerine hiç tahammülü olmayan bir Ramazan.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası