Kriter > Dosya > Dosya / Küresel Sistem ve Türkiye |

Uluslararası Sistem Krizinin Dört Farklı Bağlamı


Uluslararası sistem, dünyanın önemli bir kısmını doğrudan etkileyen küresel bir kriz veya savaş olmadan değişmez. Bundan dolayı sistemik krizler ve savaşlar uluslararası sistemdeki değişimin en önemli araçları olarak ön plana çıkarlar. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, özellikle ABD’nin 2001’de maruz kaldığı 11 Eylül saldırılarından bu yana uluslararası sistem ciddi bir krizdedir. Bugün yaşanan uluslararası sistem krizini dört farklı bağlamda tanımlamak mümkündür.

Uluslararası Sistem Krizinin Dört Farklı Bağlamı
(Hassan Ammar-AFP/Getty Images)

Uluslararası sistem uluslararası siyasetteki sürekliliği, uluslararası kriz ise küresel kopuşları ve geçişleri ifade etmektedir. Birincisi daha çok uluslararası kurallara ve normlara dayanırken, ikincisi daha çok güç siyasetinin zirve yaptığı dönemlerin yaşanmasına yol açar. Uluslararası sistem, dünyanın önemli bir kısmını doğrudan etkileyen küresel bir kriz veya savaş olmadan değişmez. Bundan dolayı sistemik krizler ve savaşlar uluslararası sistemdeki değişimin en önemli araçları olarak ön plana çıkarlar.

 

Uluslararası Sistem Değişimi

Modern döneme bakıldığında ilk önemli sistemsel kopuşun 1789 tarihli Fransız İhtilali olduğu görülür. Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sonrasında devrimci Fransa yenilmiş ve muhafazakar aktörler, Avrupa Uyumu adını verdikleri bir sistem kurmuşlardır. Böylece bütün 19’uncu yüzyıl boyunca Avrupa siyasetine yön verecek çok kutuplu bir sistem kurulmuş oldu.

Modern dönemdeki ikinci kopuş ise 1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki İkinci Dünya Savaşı oldu. İki dünya savaşında küresel hegemonya mücadelesi veren Almanya, her ikisinde de yenilince hegemonya iddiasından vazgeçmek zorunda kaldı. İngiltere’nin de zayıflamasıyla birlikte iki kutuplu dünya sistemi kurulmuş oldu. Avrupa’daki küresel aktörlerin sahneden çekilmesiyle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Sovyetler Birliği iki süper güç olarak uluslararası siyasetin temel aktörleri oldu.

İki süper güç arasında yaşanan soğuk savaşı, silahlanma yarışını ve küresel rekabeti sürdüremeyen Sovyetlerin 1991’de dağılmasıyla ABD dünya siyaset sahnesinde tek başına kaldı. Ancak ABD tek kutuplu bir dünya sistemi kuramayınca uluslararası sistem önce bir belirsizliğe, sonra da krize ve kaotik bir döneme girdi. Hegemonyasında ciddi bir aşınma oluşan ABD önce inşa etme gücünü, sonra da imha etme gücünü kaybetti. Çin ve Rusya gibi küresel güçlerin yanında ABD’nin karşısına şiddet kullanan devlet-dışı aktörler gibi yeni tehditlerin çıkması durumu daha karmaşık bir hale getirdi.

Daha önceki iki geçiş dönemi (ilk geçiş dönemi 26 yıl (1789-1815 arası) sürerken, ikincisi ise 31 yıl (1914-1945 arası) sürdü) ile kıyaslandığında mevcut geçiş döneminin biraz daha uzun sürmesi beklenir. Mevcut geçiş sürecinin üzerinden 30 yıl geçtiği için yakın zamanda uluslararası sistem krizinin yoğunlaşması muhtemeldir. Krizin sona ermesi de ancak sistemik bir güç mücadelesi ile mümkündür. Kendi kurduğu sisteme karşı çıkan ABD’nin karşısına er ya da geç kendi normlarını geliştirmek isteyen bir güç çıkacaktır. Bu rolü oynamaya en yakın güç Çin olduğundan son dönemde yaşanan krizlerde daha çok bu iki devlet karşı karşıya gelmektedir.

Dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, özellikle ABD’nin 2001’de maruz kaldığı 11 Eylül saldırılarından bu yana uluslararası sistem ciddi bir krizdedir. Bugün yaşanan uluslararası sistem krizini dört farklı bağlamda tanımlamak mümkündür.

Yemen’in Sanaa kentinde bulunan bir kamp

Yemen'de 2014’ten beri yaşanan iç savaşın neden olduğu kriz devam ederken, Birleşmiş Milletler de, ülkede yaşanan felaketlere çözüm bulmak yerine kaygılanmaya ve bu durumu kınamaya devam ediyor. Fotoğrafta Yemen’in Sanaa kentinde bulunan bir kampta çocuklar görülüyor. Kampta bulunan 300'den fazla yerinden edilmiş aile, çocukları için gıda, su, ilaç, giysi, çadır ve eğitim gibi temel ihtiyaç maddelerinden yoksun ve kamplarında uluslararası insani yardım kuruluşlarının bulunmamasından şikayet ediyor. (Muhammed Hamoud/Getty Images, 10 Eylül 2021)

 

Batı Medeniyetindeki Kriz

Uluslararası sistemin ilk ve en geniş bağlamı Batı medeniyetidir. Dolayısıyla uluslararası sistemdeki kriz aynı zamanda Batı medeniyetindeki krizdir. Batı medeniyeti, ikisi dinsel (Judeo-Christianity, Yahudilik ve Hıristiyanlık) ve ikisi seküler (Greco-Romen, Grek ve Roma) dört temel üzerine inşa edilmiştir. Dinsel temel 15. asırda Reformasyon ile yeniden yorumlanırken, seküler temel de Rönesans ile yeniden keşfedilmiştir. Batı dünyası bu yeniden yapılanmadan sonra günümüze kadar devam eden küresel hegemonyasını kurabilmiştir. Batılı güçler hegemonya dönemleri boyunca kendi aralarında liberal bir düzen oluştururken, Batı-dışı dünya ile ilişkilerinde daha çok güç siyaseti izlemiştir.

Batı dünyası serbest piyasa ekonomisini ve liberal demokrasiyi temsil etmek için kurulan iki önemli uluslararası örgütün (Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü) faaliyetlerine başlamasından hemen sonra hegemonyasını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Geleneksel değerlerinden kopan ve radikal sekülarist bir çizgiye evirilen Batılı devletler, demokrasi ve liberalizmden de uzaklaştılar. Bugün itibariyle, daha önce aşırı, radikal, dolayısıyla kabul edilemez görülen pek çok kavram ve kurum Batı dünyasının vasatı haline geldi.

 

Ulus-Devlet Sistemindeki Kriz

Uluslararası sistemin ikinci bağlamı ulus-devlet sistemidir. Dolayısıyla uluslararası sistem krizi aynı zamanda ulus-devlet sisteminde yaşanan yapısal bir krizdir. Vestfalya Antlaşması ve Fransız İhtilali ile kurulan modern devlet sistemi ve devletlerin mutlak egemenliği fikri hala uluslararası sistemin en belirleyici özelliği olarak kabul edilir. Ulus-devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanlara hasredilmiş ve mutlak egemenliğe sahip bir siyasal yapı olarak kurgulanmıştır. Yani, ulus-devletin iki temel şartı ülkesellik (teritoryalite) ve vatandaşlıktır.

Ancak son zamanlarda ulus-devletlerin hem yerel aktörler hem de geniş yapılar lehine güç kaybı yaşadığı ve bazı yetkilerini devrettiği görülmektedir. Ulus-devlet bir taraftan AB gibi ulus-üstü yapılara yetki devretmek durumunda kaldı; bir taraftan da bazı yetkilerini federe yapılar ve vilayetler gibi ulus-altı otoritelere devretti. Neticede ulus-devletin hem ülkesellik hem de vatandaşlık özellikleri zedelendi.

Bu süreçlerin yanında 2018’de çıkardığı “Yahudi ulus-devlet yasası” ile İsrail, ulus-devletin ülkesellik prensibini ortadan kaldırdı ve ulus-devletin tabutuna son çiviyi çaktı. İsrail’in bu temel yasasına göre İsrail, iki milyon civarındaki Filistinli vatandaşının devleti değil, tüm dünya Yahudilerinin temsilcisi etnik-dini bir devlettir. Böylece İsrail devleti ulus-devletin hem ülkesellik hem de vatandaşlık ilkelerini geçersiz kıldı. İsrail’in bu adımını örnek alan Hindistan da 2019’da benzer bir şekilde vatandaşlığı kişinin dinine dayandıran ve böylece vatandaşlarının bir kısmını dışlayan bir tanımlama yaptı. Bundan sonra başka devletlerin de Vestfalya tapınağını yıkan benzer adımlar atması muhtemeldir.

 

BM Yapısındaki Kriz

Uluslararası sistemin üçüncü bağlamı Birleşmiş Milletler (BM) yapısıdır. Bugün yaşanan sistemik kriz aynı zamanda BM’nin yaşadığı bir krizdir. Çok sayıda yan, yardımcı ve uzman kuruluşu olan BM, devletlerin siyasetlerine meşruiyet kazandıran bir dünya hükümeti gibidir. Öyle ki dünyadaki siyasi, ekonomik ve teknik işleyişin önemli bir kısmı BM kurumlarının marifetiyle yürütülmektedir.

Son dönemde BM sisteminin işleyişinde ciddi sorunlar ortaya çıktı ve örgüt eleştirilmeye başlandı. Bir kere, BM artık uluslararası sorunlara çözüm üretememekte ve uluslararası krizleri yönetememektedir. Son 30 yılda Bosna, Ruanda, Filistin, Suriye, Yemen ve Libya krizlerinde etkili olamadı. İkinci olarak, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) yapısı giderek büyük bir soruna dönüştü. Belirli konularda sorunların çözümüne karşı ciddi bir blokaj koyan BMGK, beş daimi üyenin gayrimeşru siyasetlerine engel olamıyor. Daimi üyeler istedikleri konularda veto yetkisini kullanmakta, böylece BM’yi işlevsizleştirebilmektedirler. Mesela, BMGK Afganistan, Somali, Lübnan, Irak ve Gazze’nin işgal edilmesinde tepkisiz ve etkisiz kaldı. Benzer şekilde, BMGK İsrail’in on yıllardır devam edegelen yayılmacı ve saldırgan siyasetine karşı da bir tepki ortaya koyamadı.

BM ayrıca fakirlik, kıtlık, doğal felaketler ve insan haklarının ihlali gibi küresel sorunlarda etkili bir politika izleyememektedir. Mesela, BM Suriye ve Yemen gibi sorunlarda insanlığa karşı suçların işlenmesine sessiz kaldı. İlaveten, BM’nin fikir babası olan ve aynı zamanda ev sahipliği yapan ABD bile kendi menfaatlerine hizmet etmiyor diye BM sistemini eleştirmektedir. Görünen o ki BM sisteminin arkasındaki felsefe ve siyasi söylem ortadan kalkmıştır.

Bunun üzerine BM sisteminin değiştirilmesi tartışılmaya, hatta alternatifler aranmaya başlandı. Daimi üyelerin oligopolistik hakimiyetinde bulunan ve sorunların çözümüne katkı sunamayan BMGK’nin daimi üye sayısının arttırılması ve/veya daimi üyelerinin etkisinin azaltılması istenmektedir. BMGK konusundaki bir başka talep de kararlarının BM Genel Kurulunun onayına veya hukuki denetime açılmasıdır. Kısacası, bugünün jeopolitik gerçekliklerinin, 1945’teki jeopolitik gerçekliklerle aynı olmamasından dolayı BM sisteminin bugünkü şartlara göre yeniden yapılandırılması gerekir.

Amerikan askeri üniformalarıyla görülen Taliban üyeleri
Amerikan askeri üniformalarıyla görülen Taliban üyeleri, ABD'nin Afganistan’dan tamamen çekilmesiyle geride kalan tüm ekipman ve silahlarla birlikte Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı'nın kontrolünü ele geçirdi. (Marcus Yam-Los Angeles Times/Getty Images, 31 Ağustos 2021)

 

ABD Hegemonyasındaki Kriz

Uluslararası sistemin dördüncü ve son bağlamı ise ABD hegemonyasıdır ve bugün itibariyle ABD hegemonyası ciddi bir kriz içerisindedir. ABD dünyanın en büyük askeri gücü olsa da ekonomik gücünde görece ciddi bir gerileme söz konusudur. İlaveten, ABD hegemonyasına yönelik diğer devletlerin rızası da ortadan kalktı. ABD 21. yüzyılın başından bu yana inşa etme gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Kriz bölgelerine hala etkili müdahalelerde bulunmakta, ancak beklediği sonuçlara ulaşamamaktadır. Mesela, Irak ve Afganistan’ı işgal ederek mevcut rejimleri yıktı, ancak Irak’ı İran’ın etkisine, Afganistan’ı ise yeniden Taliban yönetimine bırakarak terk etti. Afganistan örneği aslında imha etme gücünde de önemli bir aşınma olduğunu göstermektedir.

Gelinen noktada dünya hegemonu ABD, statükoyu kendi menfaatlerine hizmet etmiyor diye savunamaz hale gelmiştir. Mevcut sistemik işleyiş ABD’nin aleyhine gerçekleşmektedir. Bunun üzerine ABD hem dost hem de rakip ülkelerin de sistemin işletilmesinde maliyete katlanmalarını istemektedir. Ancak ABD’nin dost ülkeleri ABD’ye karşı yumuşak dengeleme politikaları izleyerek kendilerine daha geniş alanlar açarken, Çin gibi bazı küresel aktörler de alternatif güç merkezleri olarak ön plana çıkmaktadırlar. Ayrıca dünyanın pek çok bölgesinde bölgeselleşme ve küresel aktörlerin etkisinden bağımsızlaşma çabaları arttı.

Güncel gelişmelere verdiği tepkilerle daha çok sorunların artmasına yol açan ABD ne demokrasinin promosyonunu ne de serbest piyasanın sözcülüğünü yapmaktadır. Bir yandan hegemonyasını sürdürmeye çalışan bir yandan da revizyonist bir politika izleyen ABD, “önce/yalnız Amerika” siyasal söylemleriyle tek taraflı ve dost-düşman ayrımını yapmadan hemen her devleti ötekileştiren bir siyaset izlemektedir. Mesela, uluslararası hukuka ve BM kararlarına aykırı bir şekilde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu ve Suriye’ye ait olan Golan Tepelerinin İsrail tarafından ilhak edilmesini resmen kabul etti. Kısacası, ABD tek-taraflı siyaset üreten, BM karşıtı, hegemonik maliyeti karşılamayan ve küresel kamusal malları temin etmek istemeyen bir devlettir.

 

Değerler Sistemi Zorunlu

Uluslararası sistemdeki kriz eş zamanlı olarak hem Batı medeniyetindeki hem ulus-devlet sistemindeki hem BM yapısındaki hem de ABD hegemonyasındaki bir krizdir. Sistemik krizin aşılması sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Son dönemde bütün dünyada artan faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve ekonomik korumacılık gibi eğilimler küresel kaosa, siyasal istikrarsızlığa ve ekonomik geri kalmışlığa yol açmaktadır. Yeni bir istikrarlı dönem ancak sistemik bir güç mücadelesi sonrasında uygulamaya geçirilecek yeni bir değerler sistemi ile mümkün olacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası