Medyanın çoğaltan bir etkisi vardır. Söz konusu şiddet olunca bu etkinin tahrip gücü çoğaltılmış bomba gibi toplum ve bireyler üzerindeki tesirini ihmal etmeden yaklaşmak lazımdır… Günümüzde iletişim ve ulaşım ortamlarının gittikçe artması, farklılaşması ve kolaylaşması bu etkinin çok daha fazlalaşmasına yol açmaktadır.
Bir yandan geleneksel medya araçları, bir yandan yeni medya ortamları, toplumları ve bireyleri kuşatmıştır. Birinci ekran dediğimiz televizyon ekranları belli ölçüde etkilerini korurken, şimdi hemen herkesin hayatında etkisi tartışılmaz hale gelen bilgisayar, telefon, tablet gibi ekranlar, hem geleneksel medyayı hem de yeni medyayı taşıyorlar.
Dolayısıyla, insanların ellerindeki “akıllı cihazlar” üzerinden, her istedikleri medya mecrasına ulaşmaları, her içeriği takip etmeleri mümkün olduğu gibi, aynı zamanda içerik üreticisi olarak da belirginleşebilmelerini sağlıyor.
Hal böyle olunca, tüm ekranlar için tüketilecek daha çok içeriğe ihtiyaç doğuyor. Profesyonel ve amatör içerik üreticileri, adeta doymak bilmez bir iştiha ile içerik tüketen ekran mahkumlarının doyumu için sürekli filmler, diziler, belgeseller, haberler, bloglar, vloglar, oyunlar, eğlence programları üretmek gibi bir mecburiyet içindedirler…
“İzleyici Bunu İstiyor”
Herhangi bir içerik formatının “tutması”, bunu izleyicinin “tıklaması”, “izlemesi”, “etkileşimini alması”; onun diğer içerik üreticileri tarafından da hızlı bir şekilde benzerlerinin veya “daha ötesinin” üretilmesine yol açmaktadır. Yani bir nevi bulaşıcı bir etki ile bir anda tüm mecralardan kaçışı mümkün olmayan benzer içerikler fırlamaktadır.
“Neden böyle yapıyorsunuz?” sorusunun cevabı ise içerik üreticileri tarafından, “İzleyici, dinleyici bunu istiyor.” olarak verilmektedir.
Hal böyle olunca da birinci ekranlar da, ikinci ekranlar da kontrolsüz bir şekilde, toplum ve birey üzerindeki etkileri hiç tartışılmadan, hesap edilmeden birçok değişik format ile dolmakta, özellikle en çok ilgiyi topladığı için cinsellik, suç ve şiddet içeren yapımlar; film, dizi, belgesel, reality show, oyun, eğlence programı olarak insanların her anını kuşatacak şekilde yayınlanır hale gelmektedir.
Bu içerikler; suç örgütlerini, suçluları, bireysel, toplumsal veya aile içi şiddet uygulamalarını, cinsellik, taciz, tecavüz gibi konuları o kadar sıklıkla işlemektedirler ki, adeta toplum ve bireyler için bu türden hadiseler çok daha farklısı ve dehşet etkisi oluşturanı olmadıkça sıradanlık doğurmaktadır.
İnsanların bu neviden kurmaca içeriklere tepkilerinin giderek düşmesi, gerçek hayatta da şiddete, tacize, tecavüze yönelik yaklaşımları bir yerde etkisiz hale getirmektedir. Hatta sanal hayatta kurmacalar üzerinden karşılaştığı bu nevi içeriklerle gerçek hayatta karşılaştıklarını bütünleştirerek anlamak ve anlatmak gibi bir gerçeklikten kopuş doğmaktadır.
Şiddet içeriklerinin en önemli kurbanları kuşkusuz ki çocuklar olmaktadır. Bilgi, birikim, deneyim itibariyle gerçek ve kurmaca arasındaki farkı keskin bir şekilde ayırt etmesi mümkün olmayan çocukların ve gençlerin bu ortamların etkisiyle şiddete ve suça meyilli hale gelebildikleri, bilimsel bulgularla ortaya konulmaktadır.
Yarınları Tehlikede Olan Çocuklar
Çok küçük yaşlardan itibaren, çocukların ekranlarla tanıştırılması, anne ve babaların “yoğunluklarını” hafifletmek için bir nevi ekranlara dadı, ebeveyn sorumluluğu yüklemesi ile çocuklar, çoğu zaman kendi yaşlarına uygun olmayan içeriklerle büyümektedirler.
Çocuklara yönelik olarak kendi toplumsal değerlerimizle ve çocuğa uygun olarak üretilmemiş içerikler, çocukların tam da gelişme çağlarında bilişsel ve davranışsal bozukluklarını da beraberinde getirmektedir. Bir yandan çocuklarımız için en iyiyi tahayyül ederken, diğer yandan da günlük hayatın akışı, hay huyu içinde onları ekranlara mahkum hale getirmenin bedeli, ailelere ve toplumlara çok ağır olarak fatura edilmektedir. Öyle ki çocukların toplumsallaşması için zaruri olan ebeveyn, aile, okul, öğretmenler, akranları gibi olmazsa olmaz yapıların yerini artık bütünü ile ekranlar, cihazlar doldurmakta; çocuklar bu cihazlar üzerinden kontrolsüz bir şekilde milyarlarca içeriğe maruz kalmaktadır. Bu içerikler ister kurmacalar olsun, isterse oyunlar, büyük ölçüde şiddetle örülmüş durumdadır.
Çocuklarımızı ekranlardan soyutlayalım gibi bir önermenin kabul görmesi, günümüzde artık mümkün değildir; doğru da değildir. Ancak bu teknoloji çağında, çocuklarımız için yeniden aileyi merkeze alan, içeriklerin yerli ve milli değerler etrafında örüldüğü, ekran karşısında kalma sürelerini yaş aralıklarına göre belirleyen bir yaklaşım zor olmasa gerektir. Filtre programları, dijital medya okuryazarlığı gibi pek çok husus çocuklarımızı korumak ve daha sağlıklı bir yarın için elzemdir.
Şiddetin sıradanlaştırılması, adeta seyirlik bir malzeme haline getirilmesi yeni medya ortamlarının buna son derece açık bir yapı sunması, toplumsal dokumuzda duyarsızlıkların oluşmasına, gerçek hayattaki tepkilerinin pasifleşmesine yol açabilmektedir. Şunu demek istemiyoruz; şiddet gerçek hayatta yok, hiçbir yerde de olmasın… Gerçek hayatta olan şiddetin artan dozlarla ve sürekli bir şekilde verilmesi, suçun karşılıksız kalacağına dair yaklaşımların kurmacalara hakim olması, işlenen suçların veya hiç işlenmemiş ama olası suçlara yönelik olarak ayrıntılandırmalar, toplumda ne yazık ki; suç, cinsellik ve şiddet sarmalına katkı sağlamaktadır.
Yine kadının gerek bedeni, gerek fiziksel özellikleri ve edilgenlik üzerinden kurmacalara veya programlara konu edilmesi, maalesef toplumsal dokumuzun en kutsalı olan kadına yönelik şiddeti artırmaktadır. Ahlaki parametreler, aile hayatı, sadakat, değerler ve bir varlık olarak kadın hiçe sayılarak üretilen kaba, çirkin, gayriahlaki ve hatta hukuk dışı içerikler; kadının statüsünü düşürmekte, taciz ve tecavüzleri sıradanlaştırmakta, dokumuza zarar vermektedir. Bu çarpık kadın yaklaşımı, gündüz kuşaklarında yer alan kadın programlarında çok daha feci bir şekilde tezahür ediyor. Aldatan, aldatılan, şiddet gören kadın, kavga eden, hırçın kadın, ezik kadın vb.; en iyimser olarak da yemek yapan, temizlik yapan, bakımlı, kilo vermek zorunda olan kadın gibi tiplemeler üzerinden sürekli sorunlu bir alana taşınan ve özellikle gençlerin aile kurma/olma cesaretlerini, arzularını kıran bir anlayışı bilinçaltına yerleştiriyor. Kadının giydiği, yediği, ilişkileri ile öne çıkarılması kadını obje haline getiriyor.
Oysaki sanatta, bilimde, siyasette, çalışma hayatında artık varlığı tartışılmaz hale gelmiş kadınlar üzerinden üretilecek içerikler kadına yönelik şiddete karşı panzehir olacaktır.
Diğer taraftan karakterler üzerinden estetize edilmiş, idealize edilmiş şiddet, gerek kurmacalarda gerekse oyunlarda çocukları ve gençleri şiddete daha açık hale getirmektedir. En azından şiddeti romantik bir ortamda, normal olarak karşılamalarına yol açabilmektedir.
Bu bakımdan, tüm ekranlara yönelik her türlü içerik üretiminde öncelikle şiddet dozunun kaçırılmaması, şiddetin estetize edilmemesi, şiddet uygulayan karakterlerin idealize edilmemesi, suçun her ne olursa olsun cezasız kalmayacağının vurgulanması, erotizmin, cinselliğin insan onurunu zedeleyecek bir boyuta taşınmaması, aile, çevre, okul ilişkilerinde uç örnekler üzerinden bir normalleştirme, makulleştirme çabasına girişilmemesi, içerik üretiminde mutlak surette medya ve iletişim alanında uzmanlar, psikologlar, psikiyatrlar, çocuk gelişimciler gibi meslek alanlarından istifade edilmesi şarttır.
Ayrıca medya okuryazarlığı, dijital medya okuryazarlığı gibi konuların sadece çocuklarımız ve gençlerimiz için değil, toplumun tüm kesimleri için artık kaçınılmaz olduğu da kabullenilmeli ve buna göre bir süreç başlatılmalıdır.