Kriter > Dosya |

Eyvallah Diyenlerin İllallah Demesi


Türk toplumunun muhafazakarlarının en önemli özelliği Doğu’da ve Batı’da yer alan muadillerine nazaran çok daha hazmı geniş oluşudur.

Eyvallah Diyenlerin İllallah Demesi

Türk toplumunun muhafazakarlarının en önemli özelliği Doğu’da ve Batı’da yer alan muadillerine nazaran çok daha hazmı geniş oluşudur. Bakmayın siz “Vurun Kahpeye” filminde cami cemaatinin önde imam, elde sopa sokak sokak insan kovalayan taşkın bir kitle olarak sunulduğuna. Türk sineması 70’li yıllarda yükselen Karaoğlan solculuğunun yelkenine rüzgar taşırken bu tip asılsız karakterleri çokça ortaya koydu. Gelgelelim muhafazakar Türk genel karakter itibarıyla sokağında karışıklık istemeyen, “Bırak Allah’ından bulsun” sözünü en menfur kimselere karşı kullanacak kadar huzur ve sükuna düşkün bir kimsedir.

Bu karakterde Ehl-i Sünnet İslam yorumunun Türk milletine çizdiği asayişsever rotanın etkisi elbette çok büyük. Bununla birlikte hem devleti hem de devlet malını sahiplenen, kaldırım taşını kendi malı bilen bir çoğunluk refleksinden bahsetmemek muhafazakar Türk karakterini tarifte bir eksikliğe imza atmak demektir. Bu çoğunluk psikolojisi bir ekseriyet vakarını neticelendirmiş ve asayişe zarar veren her türlü eylem toplumun bu orta sınıfı tarafından reddedilmiştir. Bu karakter genel olarak dönüşümün her türüne karşı mesafeli bir duruşu neticelendirirken Türk siyasal tarihinin en büyük paradokslarından birisini de ortaya koymuştur: Devrim ve değişim sloganları atan Türk solu siyasette genel olarak statüko partileriyle eklemlenirken Türkiye’de yaşanan bütün büyük dönüşümler muhafazakar bir kitleyi arkasına alan milli irade geleneği tarafından gerçekleştirilmiştir.

16 Nisan referandumu örneğinde olduğu gibi sürükleyici bir liderliğe kavuştuğu anda bu kitle normal şartlarda kolay kolay razı olmayacağı temel değişikliklere statükonun direncine rağmen imza atmıştır. Menderes ve Özal gibi dönüştürücülerin yanına tarih Erdoğan’ın da adını yazmıştır. Bu dönüştürücü cesarete rağmen muhafazakar kitlenin mobilize olmak konusunda çekingenlik ortaya koyduğu bir gerçektir. Askeri darbelerin hiçbirisine karşı bir direnç ortaya konmamış, aksine vatan evladı olan askere karşı durmak kabul edilemez bir şey olarak görülmüştür. Menderes’in idamı süreci büyük teessür ile karşılanmış olsa da elden bir şey gelmemiş, itiraz etmek kimsenin hatırına gelmemiştir. 82 Anayasası’nın referandumda kahir ekseriyetle kabul edilmesi bu refleksin ortaya konmasından başka bir şey değildir. Asker idareye el koymuş, bir anayasayı toplumun önüne getirmişti. Muhafazakarlar için olan olmuş, biten bitmişti. Olan ve biten ne kadar acı olsa da toplum yeni bir maceraya sürüklenmeden bir an önce sular durulmalıydı.

Türk toplumunun 15 Temmuz’dan önceki son topluca mobilize oluşu hadisesine İstiklal Harbi sürecinde denk geliyoruz. Türk milleti vatan toprağını işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan’a karşı kadın erkek, çoluk çocuk seferber olmuştur. Böylesi bir mobilizasyon Cumhuriyet tarihinin hiçbir evresinde tekerrür etmemiş, toplum hoşlanmadığı dayatmalara dahi ululemrin iradesi muamelesi yaparak kerhen rıza göstermiştir. 15 Temmuz bu bakımdan Türk orta sınıfının büyük çoğunluğunu teşkil eden muhafazakarların İstiklal Harbi sonrası ilk toplu mobilizasyonu olarak tarihe geçti. Üstelik 15 Temmuz herhangi bir organizasyon olmadan, insiyaki bir refleks, bir patlama olarak tarihe geçti; tıpkı Maraş’ın kahraman ahalisinin Sütçü İmam’ın başkaldırısıyla insiyaki olarak organize olması gibi.

15 Temmuz’da Değişen Neydi?

Muhafazakar Türk davul zurna ile evladını askere gönderen, askerine Mehmetçik adını veren, şehitlerini tanımadan sahiplenen biri; askerine el kaldırmak şöyle dursun, yan gözle bakmayan bir kimse. Bu kimse cihet-i askeriyeden gelen her tür dayatmaya daha büyük karmaşalar çıkmasın diye eyvallah demişken nasıl oldu da 15 Temmuz’da askerin karşısına dikildi? Cevap son derece açık ve bir o kadar da hazindir: 15 Temmuz gecesi halkına kurşun sıkan asker kıyafeti giymiş cuntacı teröristleri Mehmetçik olarak görmedi de ondan! Halkının kendisine emaneti olan silahı bu halka doğrultanlar ne Türkiye’nin ne de Mustafa Kemal’in askeri idi. Olsa olsa Amerikancı bir kalkışmanın maşası olan bu hain çetenin İzmir’i işgal eden Yunan askerinden bir farkı olmadığını düşündüğü için eyvallah yerine illallah diyen muhafazakar Türk İstiklal Harbi sonrası ilk defa tüm yurtta toplumsal bir direniş ortaya koydu.

FETÖ’nün yıllardır Türk toplumuna verdiği hemen hiçbir mesajın yerli mesajlar olmaması, sunduğu teolojinin Türk Müslümanlığına hiçbir zaman uymamış olması gibi unsurlar bu kitlenin FETÖ’yü hiçbir zaman kendisinden görmemesini 17-25 Aralık ihaneti öncesinde de neticelendirmişti. Muhafazakar kesimde FETÖ’ye karşı yükselen itirazlar örgüt tarafından yaratılan korku duvarına çarpıyor, muhafazakar Türk vakarı ile eyvallah demese de la havle diyordu. FETÖ’nün okuyamadığı işte bu la havle oldu. Kamuoyuna yansıyan WhatsApp ve Bylock yazışmalarında görüldüğü üzere FETÖ’cüler “yatmayı bile beceremeyen” bir kitleye karşı ihtilali kolayca yapacaklarına inanmışlardı.

Muhafazakar Türk’ün FETÖ’yü kabul edemeyişi ancak uzunca bir süre la havle çekişini yorumlarken Recep Tayyip Erdoğan faktörüne de atıfta bulunmakta fayda var. Muhafazakar kitle açısından liderliği ile medar-ı meşruiyet olma özelliğine zaten sahip olan Erdoğan’ın tahammül ettiğine tahammül etmek, reddettiğini reddetmek ululemre itaat anlamına gelmekteydi. Bu bakımdan 17-25 Aralık öncesi haz edilmese de FETÖ’ye tahammül etmek geleneksel kodlar açısından son derece tutarlı bir refleks olarak okunmalıdır. Erdoğan gibi meşruiyet makamını bu denli dolduran bir figür varken, kendisine karşı bir pozisyonda olan kimse ne kadar büyük bir “hoca” ve “cemaat” olursa olsun merdut kabul edilirdi.

15 Temmuz gecesi muhafazakar Türk toplumun FETÖ’yü işgal gücü olarak gördüğüne bir de öncesinde zaten kerhen tahammül edilen bir yapı olduğu gerçeğini eklersek muhafazakar kitlenin cuntayı benimsemesinin neden olanaksız olduğu sorusunun cevabını almış oluruz. Hele bir de FETÖ’nün Amerikancı-İsrailsever karakterini denkleme dahil ettiğimizde FETÖ’cü cuntanın Yunan askerine tekabül etmesinde şaşırılacak bir şey olmadığını görürüz. Dolayısıyla FETÖ’cü cuntanın bir işgal kuvveti, bir düşman olarak görünmesi halka ateş etmeden çok önce yapılmış bir tespittir. Bu tespitten dolayıdır ki muhafazakar Türk hiç yapmayacağı tahmin edilen şeyi yapmış ve askere karşı sokağa çıkmıştır.

Şuurlu Bir Kuruculuk Hareketi

15 Temmuz’un İstiklal Harbi’ne benzetilmesi ve bir bağımsızlık mücadelesi olarak okunması mobilize olan kitlenin motivasyonu göz önünde bulundurulduğunda zorlamalı bir yorum değildir. Bununla birlikte bu mobilizasyonun ne anlama geldiği ve ne gibi neticeleri olacağının cevabını yine İstiklal Harbi sürecinde buluyoruz. Toplumun merkezi son olarak topluca mobilize olduğunda Cumhuriyet’i kurmuş ve Türkiye’nin bundan sonra nasıl bir idare ile yönetileceğine karar veren iradeyi ortaya koymuştu. Türk toplumunun harekete geçtiği anda iddia edilenin aksine hiç de edilgen bir karakter ortaya koymadığı, aksine son derece belirleyici bir irade olarak ortaya çıktığının en büyük delili yeni devlet ve toplumun kuruluş sürecidir. Bu mobilizasyonun ancak hayati önem taşıyan tehlike anlarında meydana gelmesi ve bunun haricinde Türk insanının mobilize olmayı sevmediği hakikati yanlış bir okuma ile sık sık onun siyasi yetkinliğinde bir zaaf olarak okunmuş ve Türk toplumu “göbeğini kaşıyan adam”a kadar varan ağır ithamlara muhatap olmuştu. Buna mukabil bir kez mobilize olduğunda Türk toplumunun nasıl bir irade ortaya koyduğu ve ülkeye bir aktör olarak nasıl yön verdiğini 15 Temmuz sonrasında ve 16 Nisan referandumu sürecinde hep birlikte gördük. İşgale direnen muhafazakar Türk “yeni Türkiye”nin “Büyük Türkiye” olması konusunda iradesini ortaya koydu, devletine ve siyasi iradesine sahip çıktı. Bu bakımdan 15 Temmuz milletin, devletin asıl sahibinin kendisi olduğunu ortaya koyduğu ve edilgen olmayı reddettiği bir hareket olarak tarihe geçmesinin yanında Türk siyasal tarihinde yeniden kuruluşun miladı olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.

Yeniden kuruluş sürecinin siyasi üst yapısı 16 Nisan’da kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile inşa edilmeye başlandı. Toplumsal boyutta ise altyapısal bir değişiklik ağırdan ve derinden yaşanıyor. Kimilerinin toplum İslamlaşıyor diyerek kabusunu gördüğü bu değişim bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin baştan beri eksik kalan “ulus”unun teşekkülüdür. Bugün Türk milleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar vardır, kendi kendini tanımlamakta ve var etmektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası