Kriter > Dış Politika |

Libya: Berlin’e Giden Yol ve Ötesi


Berlin Zirvesi’nde verilen en kuvvetli mesaj, öncelikle meselenin uluslararası siyasi-hukuki meşruiyet ekseninde ele alınmasındaki kararlılık ve buradan hareketle Libya’nın geleceğinin bu meşruiyet zemininden yürüyerek inşa edileceğine ilişkin net vurgudur. Berlin Zirvesi bu yönüyle, Libya’nın Suriyeleşmesini önleyici bir ilk adım olarak telakki edilebilir.

Libya Berlin e Giden Yol ve Ötesi

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da zamanın hızlandığı bir çağdayız. 2010 Arap Devrimleri ile birlikte başlayan bu hızlanmanın ivmesi ve yönü ise çeşitli etkilere açık farklı ülkelerde kendine has rotalar takip ediyor. Libya’nın bu bağlamda oturduğu yer ise nevi şahsına münhasır özellikleriyle birlikte ele alınması gereken bir fotoğrafa işaret ediyor. NATO desteğinde Kaddafi’nin ölümü ile neticelenen yeni dönemin Libya açısından birçok sınama ve meydan okumayı da barındırdığını bugün daha net biçimde görmek mümkün. Ülkede bir türlü sağlanamayan siyasi, hukuki ve yapısal kurumsallaşma ve istikrar probleminin önce kaotik bir yapıya evrilmesine ve bu kaotik yapının Mayıs 2014’te Hafter’in iktidarı ele geçirme girişimi ile birlikte bir dış güçler arenasına da dönüşerek derinleşmesine tanık olundu. Özellikle Mısır ve BAE’nin bu süreçteki rolü, söz konusu istikrar probleminin iç savaşa dönüşmesine zemin hazırlayan başat unsurdu. Sağlanan askeri ve finansal destek, Hafter’in ülkenin doğusunda ilkin Tobruk, ardından Bingazi’yi ele geçirmesi ve buradan da güneye inerek birçok şehri kontrol etmesiyle neticelenen bir süreci getirdi.

Tam burada özellikle vurgulanması gereken bir husus var: Hafter, Temmuz 2012’deki genel seçimden bu yana hayatiyetini devam ettiren ve nihayetinde 2015’teki Süheyrat Anlaşması ile BM nezdinde resmi olarak tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’nin sahip olduğu siyasi-hukuki meşruiyet parametrelerinin hiçbirisine sahip olmayan bir aktör. Askeri yöntemleri siyasi hedeflerine ulaşmak için kullanan, esas gücünü dış aktörlerden sağlayan ve devrimi koruma inisiyatifi üstlenen birçok grubu bertaraf etmiş bir savaş lordu. Hükümetin bir parçası değil; dolayısıyla BM tarafından tanınmıyor. Birçok zirvede UMH’nin karşısına müzakereci olarak oturmuş olmasını ise bu zirvelerin -Berlin Zirvesi dahil- tamamının, çatışmanın dindirilmesi amacına matuf zirveler olarak okunması gerektiği zaviyesinden değerlendirmek gerek. Bu hususun özellikle altını çizmekte yarar var; zira tıpkı Suriye’deki gibi savaş ilerledikçe meşruiyet çizgileri de silikleşmeye başlıyor ve birtakım algı yanılmaları baş gösteriyor. Temmuz 2011’e bir an için geri dönersek, o tarih itibariyle Suriye’de var olan fotoğrafın netliğinin tamamını bugün yitirmiş buluyoruz. Oysa orada da sürecin başlangıcından aktörlerin tutumlarına ve meşruiyet çizgilerinin kim tarafından ihlal edildiğine kadar her şey yorum kaldırmayacak kadar netti. İşte Libya açısından da algı zehirlenmeleri yaşanmaması adına bunun baştan ortaya konmasında fayda var.

 

Türkiye’nin Hamlesi

Peki, meselenin hem bu kadar uluslararası boyut kazanması hem de doğrudan Türkiye ile ilintili hale gelmesi nasıl gelişti? Burada bir jeopolitik ve iktisadi boyut söz konusu. 2000’lerin ilk yılları itibariyle Yunanistan, İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında, Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama ve sondaj çalışmaları çerçevesinde iş birliği anlaşmaları imzalandı. Bu esasen, Türkiye’nin dışarıda tutulduğu bir Doğu Akdeniz enerji sahalarının paylaşımı olayı idi. Nitekim GKRY’nin 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile imzaladığı “Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)” anlaşmaları da yine ilgili bölge ülkelerinin söz konusu çıkarları ile ilgili hamlelerdi. Tahmini rakamlara göre 122 trilyon metreküplük bir hidrokarbon rezervinden bahsediliyor. Bölgesel aktörler açısından Türkiyesiz bir yöntemle bunu dünya piyasalarına aktarmak, rezerv payı ve pazar avantajı mücadelesinde öne çıkmak, çoğunlukla enerji ithalatçısı olan özellikle Avrupalı aktörlerin iştahının kabarması ve hatta mümkünse enerji ticaretinde ihracatçı olma arzularına ilişkin gördükleri hülyalar, durumun jeopolitik ve iktisadi boyutunu anlatıyor.

İşte Türkiye’nin müdahil oluşu da burada anlam kazanıyor. 4 gemi ile bölgede bulunan Türkiye, önce KKTC ile Geçitkale Havaalanı’nın TSK’ya hava üssü olarak tahsis edilmesi suretiyle Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sondaj ve sismik arama faaliyetlerini buraya konuşlandırdığı İHA ve SİHA’larla takip etmeye dönük bir adım attı. Bunun ardından ise Libya ile 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzaladı. Bu aynı zamanda deniz yetki alanlarının sınırlarının belirlenmesi, ekonomik iş birliği ve askeri eğitim-danışmanlığını kapsayan geniş bir muhtıra. Bu adım esasen Türkiye’nin son döneme kadar Doğu Akdeniz denklemi bakımından yer aldığı savunma pozisyonundan çıkıp bölgede belirleyici güç olma eksenine kayışı olarak okunabilecek bir silsilenin devamı. Nitekim Türkiye’nin burada kalıcı bir aktör olacağına ilişkin bu somut sinyaller, sahada ilkin Fransız Total ve İtalyan Eni şirketlerinin bölgede yaptıkları arama faaliyetlerini durdurmaları ile neticesini verdi.

İşte bu andan itibaren, Astana’dan bu yana bölgesel konularda inisiyatifi ele alan Rusya ve Türkiye’nin yeniden aktif belirleyici aktörler olarak Libya örneğinde öne çıkmalarına tanık olduk. Türkiye’nin sahadaki fiziki varlığı aynı zamanda Rusya’yı Hafter ile ilgili politikasında da revizyona itti ve Moskova’daki ateşkes zirvesi bunun bir ürünü olarak doğdu. Yine İtalya Başbakanı Conte’nin kalıcı ateşkesin temini yönündeki diplomatik çabalarının yönünün de yine Türkiye olması ve nihayetinde Berlin Zirvesi’nde masadaki eli kuvvetli iki güç olarak diplomatik kaynakların Rusya ve Türkiye’yi işaret etmesi, bu total sürecin bir yansıması.

Libyalı akademisyen-siyasetçi El-Gamaty’nin Berlin Zirvesi’ne saatler kala Al Jazeera için kaleme aldığı makalede belirttiği gibi; Türkiye’nin sahadaki fiziki varlığı, Berlin gibi uluslararası platformların tümünde Türkiye’yi olmazsa olmaz bir aktör kılarken Hafter’in destekçilerinin (Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri) geri adım atmaları için yeterli bir caydırıcılık arz ediyor.

ABD merkezli The Middle East Center for Reporting and Analysis Direktörü Seth J. Frantzman’ın The Jeruselam Post için yazdığı makalesindeki ifadeler ise daha net ve daha kesin: “Ankara Trablus hükümeti ile imzaladığı anlaşmadan birkaç hafta sonra Libya’nın batısına asker göndermekle Libya’da merkezi aktör haline geldi. Öyle ki Kaddafi’nin devrilmesinin üzerinden geçen dokuz yıl içerisinde birçok ülkenin yaptığından çok daha fazlasını birkaç hafta içinde yaptı ve Libya’daki meseleyi tersine çevirdi.”

Berlin Zirvesi - 19 Ocak 2020

Berlin’deki Libya zirvesi kapsamında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin başkanlığında heyetler arası bir görüşme gerçekleştirildi, 19 Ocak 2020

 

Suriyeleşmeye Duvar

Peki, Berlin zirvesi meseleyi çözebilecek işaretler sundu mu? Öncelikle kalıcı ateşkes vurgusu, dış güçlerin silah teminine ambargo konması öne çıkan iki temel nokta. Buradaki önemli bir husus ise dış güçlerden kastedilenin özellikle Mısır ve BAE olduğu yönündeki baskın izlenimdir. Fransa, söz konusu iki ülke ve İsrail’den gelen eleştiriler de, Türkiye’nin halen Libya masasında Rusya ile birlikte ana aktörlerden bir tanesi olarak durmasına yönelik yapılıyor. Zira bu durumun tersine çevrilebilmesi için Fransa’nın meselenin BMGK’ya devrindeki ısrarı da bununla ilgili. Ancak burada da Fransa açısından bir sorun bulunuyor; o da, kendisi gibi daimi üye ve veto hakkına sahip Rusya ve Çin’in pozisyonları. Zira bu iki ülke, Doğu Akdeniz’deki mücadele henüz bu yoğunluğa ulaşmamışken AB’nin Türkiye’ye karşı aldığı kısıtlı yaptırımları desteklemediklerini belirtmişlerdi.

Meseleye ilişkin bir başka husus ise metinde geçen “silah ambargosuna saygı” ibaresindeki muğlaklıktır. Metnin genelinde “yapıcılık” ile birlikte yürüyen bu “muğlaklığın” izleri net şekilde görülüyor. Zira delindiğinde nasıl bir yaptırımın uygulanabileceğine ilişkin ek bir ibarenin yer almaması, yine ateşkese giden yolda taraflardan birisinin doğru şekilde yürümeyi reddetmesi (ki Hafter şimdiden başladı buna) durumunda, buna verilecek cevabın neler olacağına ilişkin somutlaştırmalara ihtiyaç olduğu muhakkak.

Ayrıca Berlin’de kurulan masada bu kadar farklı ajandaya sahip aktörlerin Libya’da bir barış üssü olarak tanımlanabilecek silahsızlanma pratiğine ne derece sadık kalacakları da oldukça müphem. Bu bağlamda Batılı ülkelerin, Hafter’in dış destekçilerine -özellikle BAE- ne derece somut ve kararlı bir baskı uygulayacakları ayrı bir soru işareti. Yine tarafların üzerinde mutabık kaldıkları şekliyle, Libya’nın ulusal petrol şirketi olan NOC’nin Libya petrolünü satmakla yetkili tek kurum olarak tasdikinin uygulamadaki sürdürülebilirliği sorusu da bir başka önemli husus. Tam da Hafter’in ülkenin doğusundaki “petrol hilali” adı verilen bölgedeki bazı önemli limanları işgal ederek bir anlamda petrol şantajı yaptığı bir konjonktürde. Yani sorular ve sorunlar halen çok. Fakat Berlin Zirvesi’nde verilen en kuvvetli mesaj, öncelikle meselenin uluslararası siyasi-hukuki meşruiyet ekseninde ele alınacağındaki kararlılık ve buradan hareketle Libya’nın geleceğinin bu meşruiyet zemininden yürüyerek inşa edileceğine ilişkin net vurgu. Berlin zirvesi bu yönüyle, Libya’nın Suriyeleşmesini önleyici bir ilk adım olarak telakki edilebilir. Bundan sonra ise somut adımların atılması çok elzem.

Kısa vadede ise çok ciddi yapısal bir değişikliğin olmayacağını belirtmek gerek. Türkiye açısından UMH’nin temsil ettiği ve kararlılıkla koruyacağını açıkladığı olgu, siyasi meşruiyettir. Bu, Libya denklemine Türkiye’nin müdahil oluşunun hem ilkesel hem de ulusal çıkarlara ilişkin kırmızı çizgisidir. Türkiye’nin Libya denkleminde yürüyeceği ana hat bu olacak. Burada ise bir yandan çatışmayı durdurarak siyasi ve diplomatik çözüm kanalı çabaları sürerken diğer yandan çatışmaların farklı boyut ve derinliklerde devam edebilme ihtimallerine hazırlıklı olunacak bir siyasi, askeri, diplomatik strateji çeşitliliği elde tutulacak. Bu anlamda Türkiye, Rusya ile birlikte oynadığı anahtar işlevini sürdürecektir. Türkiye açısından uluslararası diplomatik bir kazanım olarak değerlendirilebilecek olan Berlin zirvesinin reel yansıma ve sonuçları takip edilecektir. Pozisyon, risk, tehdit ve imkanlar, şu an sahip olunan avantajlar demetinden hareketle gerekirse revize edilecek, değiştirilecek, çeşitlendirilecek ya da pekiştirilecektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası