Kriter > Dosya > Dosya / İsrail Sorunu |

Siyonist İdeoloji ve Teşekkülü


Siyonizm tabii ki aydınlanma ve pozitivizme dayalı ideolojiler devrinin yani on dokuzuncu yüzyılın bir ürünüdür. ayrıntılarda ihtilafa düşseler de “Rabbi̇n halkı”nı arz-ı mev’ud’a sevk etmek ortak amaçlarıdır ve dönüş yasasıyla hala bu hedefe bağlılıklarını sürdürüyorlar.

Siyonist İdeoloji ve Teşekkülü
Filistin’in başkenti Kudüs

Şüphesiz siyonizm, ideolojisi ve stratejik hedefleri olan siyasi bir harekettir. Bazıları siyasi bir hareket olmasından dolayı onun ideolojik mahiyetini inkara yelteniyor. Siyonist ideoloji olmasaydı muhtemelen siyonist bir siyasi hareket de ortaya çıkmayacaktı. Siyonist siyasete yön veren bir ideolojidir. Siyonizm milliyetçilik yüzyılında doğmuş, ardından ideolojiler çağında serpilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse siyonizm ideolojisi beklenen Mesih’in uzayan gıyabında, yokluğunda “Rabbin ulusu”nu Arz-ı Mev’ud’a sevk etmekten ibarettir. Onun ötesinde Theodor Herzl’in kehanetini, vadettiği Yahudi Devleti’ni (Der Judenstaat) hayata geçirmektir.

Bazı kehanetler tutmuştur. Bunlardan birisi Herzl’e ait Yahudi devleti kehanetidir. Yahudileri Yahudi devleti düşüncesi etrafında örgütleyen Theodor Herzl 26-29 Ağustos 1897 arasında düzenlenen ilk siyonist kongreden sadece birkaç gün sonra 3 Eylül 1897’de günlüğüne aynen şu sözleri yazar:

“Kim ne derse desin, ben birkaç gün önce İsviçre’nin Basel kentinde Yahudi devletinin ilk temelini attım. Şu günlerde, belki de tüm dünya kongreden bahisle bana gülüyor olabilir ama belki beş yıl sonra ya da en geç elli yıl sonra, bunun gerçekleştiğine tüm dünya şahit olacaktır.” Bu sözlerden elli bir yıl sonra kehanet ete kemiğe bürünerek İsrail olarak görünmüştür.

Bir başka kehanet Churchill’e aittir ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’yı hazmetme kapasitesinin kırk beş yılı geçmeyeceğini öngörmüştür. Dediği gibi de çıkar. Bu devlet ilahi irade tarafından vadedilmiş bir devlet olmayıp bilakis Herzl’in vadettiği, tarihi şartların ve amillerin ürettiği bir sonuçtur.

Bu devlet ihtiyacı Avrupa merkezli olarak gelişmiştir. Yahudi devletini Sefaradlar değil Eşkinaziler kurmuştur. Dolayısıyla laiklik ve milliyetçilik baskın karakteridir. Zira Yahudiler İslam diyarlarında nispeten hoşgörülü bir iklimde yaşamıştır. Hatta Sefaradları ayartan ve kendilerine katılmaya ikna eden yine Eşkinaziler olmuştur. Bunun tarih derinliklerinde yatan iki nedeni vardır: Birisi Batı’da “Tanrı’nın katilleri” olarak karşılaştıkları nefret iklimidir. Elbette İslam diyarlarında da dini metinler çerçevesinde Hazret-i Yahya’nın (as) başının kesilmesi gibi meselelerle ilgili peygamber katilleri olarak anılmışlardır Yahudiler. Musa peygambere başkaldırmış ve serkeşlik etmişlerdir. Algı farkından dolayı Hristiyanlık diyarlarında bu suçlama “tanrı katilliği”ne dönüşmüştür. Hristiyanlığın ya da Kilisenin alevi söndüğünde bu defa da imparatorlukların çözülmesiyle zuhur eden ulus devletler çerçevesinde milliyetçilik dalgası ve dışlamasıyla karşılaşmışlardır. Endülüs, Fransa, İngiltere gibi ülkelerden kovulmuş ve Rusya gibi ülkelerde pogromlarla karşılaşmışlardır.

Asaf Hüseyin’in Batı’nın İslam’la Kavgası adlı kitabında yazdığı gibi siyonizm evresine kadar özellikle Orta Çağ’da Müslümanlarla Yahudiler müttefiktir ya da Yahudiler Batı’dan farklı olarak Müslümanların himayesinde asude günler geçirmişlerdir.

Mısır’dan çıktıklarında önlerinde bir önder peygamber bulunuyor ve ilahi emirle hareket ediyorlardı. Hazret-i İsa’dan (as) sonra dağılma veya diaspora süreçlerinde ise ilahi bir buyruk ya da peygamber komutasından mahrumlardı. Sadece önlerinde Maimonides gibi hahamlar ve din adamlarının dini öğretileri (tealim) bulunuyordu. Diaspora döneminde bir dini gelenek oluşmuş ve bu geleneğe göre Davud soyundan gelecek ve onun saltanat günlerini canlandıracak bir Mesih öncülüğünde vadedilmiş topraklara geri döneceklerdi. Şiilerin Mehdisinin gaybubet halinden zuhur haline geçmesi meselesinde olduğu gibi Yahudiler de bekledikleri Mesih’e bir türlü kavuşamaz, erişemezler. Hazret-i İsa’yı (as) ise bekledikleri kriter ve niteliklere uymadığı için reddederler. Allah Davud (as) gibi cihangir bir Mesih göndermez bilakis onları yeniden, unuttukları değerlerle buluşturacak göklerin saltanatını müjdeleyen bir peygamberle taltif eder. Yahudiler bu nitelikteki bir Mesih’i ret ve inkar ederler. Onlara göre Mesih siyasi olmalı, dünyevi saltanatı temsil etmeli ve bu yönüyle hem Yahudileri tatmin etmeli hem de düşmanlarına galebe çalmalıdır.

Nedense Yahudilerin –dindar olsalar bile– gök ile araları iyi değildir. Bu nedenle onlarda ahiret inancı oldukça belirsizdir. Mısır’dan dönüşlerinde Tih Çölü’nde göğün armağanı olan bıldırcın eti ve kudret helvasını (meh ve selva) hafife alırlar ve yerin bitirdiği soğan, sarımsak gibi bitkileri tercih ederler. Babil, Asuriler ve Mısırlıların akınları öncesinde bir sürü taşkınlık yapmışlar ve bunun sonucu olarak yeryüzünde ilahi cezaya çarptırılmışlar.

Babil Kralı Nebukadnezar birinci tapınaklarını yıkar ve içindekileri ganimet olarak Babil’e celp eder. Tevrat’a göre Yahudilerin buradaki sürgünü yetmiş yıl ile sınırlıdır, ruhlarını arındırdıktan ve tezkiye ettikten sonra eski yurtlarına avdet ederler. Bu dönüşün ardından onlara müzahir olan Pers Kralı Kyros sayesinde ikinci tapınaklarını inşa ederler.

Bununla birlikte son iki peygamberi hem Hazret-i İsa (as) hem de Hazret-i Muhammed’i (asm) reddetmişlerdir. Hazret-i İsa’yı (as) bekledikleri siyasi ve askeri evsafa uymadığı için kabul etmezler. Hazret-i Muhammed’i (asm) ise ümmilerden yani kendilerinden olmadığı için inkar etmişlerdir. Bu nedenle de dünyada sürgünleri uzadıkça uzar. Onlar yeni ahitlere ve sözleşmelere yelken açmak, katılmak yerine anakronik çizgide ısrar ederler. Bu defa da peygamberlerden yoksun bir biçimde kendi kurgularıyla hareket ederler, tarih boyunca oluşan geleneği yıkarak ve Mesih’i arkada bırakarak Kudüs’e dönme kararı alırlar. Bu revizyonist bir çizgidir. Bu anlamda siyonizm revizyonist olduğu kadar seküler bir ideolojidir. Siyonistler iki bin yılda oluşmuş geleneği yıkmışlar ve ilahi inayet dışına çıkmışlardır. Babil’de kısmi ve bir coğrafya ile sınırlı bir sürgün hali yaşamışlardır. Mesih’ten itibaren ise bu sürgün veya dağıtılma küresel çapta cereyan etmiştir. Buradan da beynelmilel Yahudi ifade ve kavramları türemiştir.

Babil sürgününden yaklaşık beş yüz yıl kadar sonra küresel ölçekte yeryüzüne dağıtılmışlardır. İsra veya İsrail suresinin yüz dördüncü ayeti bunu açıkça ortaya koyuyor: “Sonrasında Beni İsrail’e arza yerleşin dedik. İkinci vade dolduğunda veya sırası geldiğinde sizi topluluklar halinde getireceğiz.” Burada arzdan maksat bütün yeryüzü yani arzın sathı olmalıdır Mısırlı doktor Mustafa Mahmut İsra suresinin ilgili ayetlerini günümüzün şartlarına göre yorumlar ve yüz dördüncü ayetteki ifadelerden maksadın diasporadan dönüş olduğunu ifade eder. Yani Kur’an bu ayetle özetle Yahudilerin diasporadan dönmesini ve Kenan diyarında yeniden toplanmasını yani İsrail’in kuruluşunu işaret etmektedir.

Ayette geçen “ikinci vade” ifadesiyle Kur’an Yahudilerin ikinci azgınlık dönemini ve sonrasında yeniden tenkil edilmelerini işaret etmektedir. Gerçekten de arzın parçaları olan yüz dört ülkeden Kenan diyarına gruplar halinde geri dönmüşler ve azgınlıklarını burada icra etmişlerdir. Bu azgınlığın küresel boyutları olduğu kadar bölgesel boyutları da vardır.

 

Musa’dan (as) Herzl’e…

Hz. Musa (as) Firavun sarayında iyi bir eğitim gördü. Olgunluk çağına ulaşınca Allah tarafından kendisine “hikmet ve ilim” verildi. Musa (as) kendisine daha peygamberlik gelmeden Firavunun yanlış yolda olduğunu biliyor ve İsrailoğullarına baskı uyguladığını görüyordu. O sebeple bu konudaki düşüncesini yakınlarına açmış, muhalefeti ağızdan ağza yayılınca da gözden kaybolup kendini gizlemişti. Şehre ancak geceleri çıkıyordu. Ahalisinin haberi olmadığı bir sırada girdiği şehrin neresi olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte müfessirlerin çoğunluğuna göre Mısır’da Firavunun ikamet ettiği şehirdir. Müfessir Dahhak buranın geçmişte müstakil bir yerleşim merkezi olan bugünkü Aynişems olduğunu söylemiştir. Şevkani’ye göre de Kahire’dir. Kuzey Mısır’ın merkezi Menfis olabileceğini söyleyenler de vardır.

Rivayete göre Hz. Musa (as) öğle vakti halkın istirahate çekilmiş olduğu bir sırada bu şehre girmiş, şehirde biri İsrailoğullarından diğeri de Kıptilerden iki kişinin kavga ettiğini görmüş, İsrailoğullarından olan kişinin kendisinden yardım istemesi üzerine Kıptiye bir yumruk vurarak ölümüne sebep olmuştur. Beni İsrail’in Mısır’dan çıkışlarının başlangıcını bu hadise teşkil etmiştir.

Diasporadan dönüşlerine de yine tekil ama derinlere kök salan bir hadise yol açmıştır. Fransız asıllı Yahudi subay Alfred Dreyfus haksız bir biçimde Almanlar lehine casusluk yapmakla suçlanmış, itham edilmiştir. Bunu yapanların nazarında Yahudiler olağan casus veya zanlı olarak görülmektedir. Bu Avrupa’daki Yahudi kamuoyunu ayağa kaldırmış ve infiale sevk etmiştir. 1894’te yaşanan ve Dreyfus Vakası olarak da bilinen hadise siyonizmin ete kemiğe bürünmesine yol açmıştır.

Bu hadise de Yahudiler arasında din yerine ideolojik bir çığırı güçlendirmiştir. Dinin yerini ideoloji, Museviliğin yerini de siyonizm yani ulusal bir devlet arayışı almıştır. Stefan Zweig’ın deyimiyle Yahudiler Theodor Herzl’in karaltısında yeni bir Musa görmüşlerdir. Dolayısıyla bu yeni Musa teolojik değil ideolojik ve tali olarak laik bir Musa’dır. Gücünü semanın buyruklarından değil Yahudi halkının pratik ihtiyaçlarından almaktadır. Dreyfus olayı siyonizme büyük bir ivme katmış ve onu kuvveden fiile çıkarmıştır.

Herzl seküler bir Musa olarak Arz-ı Mev’ud’a dönüş için Beni İsraile rehberlik ve önderlik yapmıştır. 2 Kasım 1917’de İngiliz Hariciye Vekili Arthur James Balfour, Baron Rothschild’e hitaben yazdığı bir mektupta Yahudilere Filistin’de milli bir vatan vadetmiştir. Aynı sıralarda Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı devleti tarihe karışarak bu toprak vaadini imkan dairesine çıkarmıştır. Birinci Dünya Savaşı gerçekleşmemiş ve Osmanlı devleti tarihe karışmamış olsaydı Balfour’un vaadinin havada kalması mukadderdi. Böylece Osmanlı’nın devre dışı kalmasıyla Yahudilere toprak ikmalinin önü açılmıştır. İkinci Dünya Savaşı ve Hitler’in kalkıştığı Holokost olarak tanımlanan bazı hadiseler de nüfus ikmalinin önünü açmıştır. Böylece 14 Mayıs 1948’de İsrail’in ilanı için gereken bütün şartlar bir araya gelmiştir.

Yahudiler Avrupa’da ayrımcılığa maruz kalsalar da aracı millet olarak emperyalistlerin ilgisini ve dikkatini çekmiştir. Napolyon Bonapart Mısır hamlesi sırasında Yahudilerden yararlanıp burada Mısır’la Suriye sahillerinde bir devlet kurmayı tasarlamıştır. Bu devleti yaşatmak için de insan unsuru olarak Yahudilere dayanacaktır. Cezzar Ahmet Paşa Akka önlerinde bu rüyayı kabusa çevirmiştir.

İsrail bir hedef ise kurulmuştur lakin bu noktada hedef hitama ermemiştir. İsrail kendi içinde giderek ayrışırken aynı zamanda ideolojisi de yeni şartlar ışığında renklenerek gelişmektedir. İdeolojisi zamana bağlı olarak bir devinim ve açılım halindedir.

1967’den itibaren siyonizm sağa kaymıştır. Jabotinsky’nin izinden giden ve revizyonist siyonist hattını takip eden Likud Partisi ve sağ partiler 1967 zaferinin sarhoşluğuyla sürekli hedeflerini geliştiriyor ve yeniliyor. Kısaca siyonizmin hedefleri veya ideolojisi oynak vaziyette bulunuyor ve sabit olarak yerinde saymıyor. Siyonizm henüz tarihin sonuna gelmiş değil!

Bu yeni hedefler iki ayak üzerinde seyrediyor: Bunlardan birisi İsrail devletini Yahudi devleti haline getirmek yani tamamen Yahudilere tahsis etmektir. Yahudileştirme projeleriyle toprağı ve üzerindeki Filistinlileri dönüştürmektir. Yahudileri içeriye çekmek ise Filistinlileri dışarıya atmaktır. İsrail’in kuruluş aşamasındaki yalanları hayata geçirmek: Topraksız Yahudi ile insansız Filistin’i buluşturmak! Bu söyledikleri elbette doğru değildi ama bunu kendini doğrulayan bir kehanet haline getirmek istiyorlar. Bu projenin ikinci ayağı da dini hedefti. Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Üçüncü Süleyman Tapınağı’nı kurmak ve böylece ortamı Mesih’in çıkışına hazırlamak. Başlangıçta arabayı atların önüne çekmişlerdi şimdi de atın arabayı bulmasını ümit ediyorlar! İbrani halkı “araba” ise bekledikleri veya kurguladıkları Mesih de “at” olmalı!

Bugün yeryüzünde hemen hemen yüzde 43’ünün İsrail’de yaşadığı 14 milyon civarında Yahudi nüfusundan söz edilmektedir. İsrail’in gayesi veya siyonizmin hedeflerinden birisi de dünya Yahudilerini İsrail’e çekmek. Lakin bugüne kadar Yahudiler hiçbir zaman tam olarak birlik içinde olmadıkları gibi aynı zeminde beraber de olamamışlardır. Yani hiçbir zemin bütün Yahudileri buluşturmamıştır. Bunlar siyonizmin ütopik hedefleridir.

 

Siyonizm Heyula mı?

Siyonizm bazılarının terviç ettiği gibi bir ideoloji değil de bir heyula mıdır yani tanımsız ve zamanla gelişen bir şey midir? Haaretz gazetesinde bir makale kaleme alan A. B. Yehoshua siyonizmin bir ideoloji olmadığında ısrar etmektedir. İbrani Ansiklopedisi’nin tanımından yola çıkarak kesinlikle siyonizmin bir ideolojiye tekabül etmediğini savunmaktadır. İdeoloji sistematik fikirler, anlayışlar ve prensipler bütünü ve kombinasyonudur. Toplumsal sınıf, parti veya inanç gruplarının ortak paydası ve yegane dünya görüşünün bir ifadesidir. Öyle ise bu durumda siyonizm ideolojik bir kalıpta sunulamaz ve tanımlanamaz zira farklı hatta zıt siyasi ve sosyal ideolojilerin kesiştiği geniş yelpazeli bir ortak platformdur, mutabakattır. Kemalizmin de bir ideoloji olmadığını savunanlar aynı gerekçeye sığınmışlardır. Siyonizm tabii ki aydınlanma ve pozitivizme dayalı ideolojiler devrinin yani on dokuzuncu yüzyılın bir ürünüdür. Ayrıntılarda ihtilafa düşseler de “Rabbin halkı”nı Arz-ı Mev’ud’a sevk etmek ortak amaçlarıdır ve dönüş yasasıyla hala bu hedefe bağlılıklarını sürdürüyorlar. Öyleyse siyonizm ideolojisi canlı ve yürüyen bir süreçtir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası