Kriter > Dosya > Dosya / Suriye |

Yeni Suriye’nin İran, Rusya ve İsrail İçin Anlamı


Muhaliflerin Suriye’deki 61 yıllık Baas iktidarını sona erdiren zaferi, Suriye’nin geleceği kadar İran’ın “direniş ekseni” olarak isimlendirdiği hattın ve Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığının geleceği açısından da önemli anlamlar ifade ediyor. Benzer şekilde, bir “İslamcı” silahlı grup tarafından yönetilecek komşu ülkeyle karşı karşıya kalacak İsrail açısından da yaşanan gelişmeler, önemli bir değişikliğe işaret ediyor.

Yeni Suriye nin İran Rusya ve İsrail İçin Anlamı
Suriye'de 1963'de iktidara gelen Baas Partisi'nin 61 yıllık kanlı yönetiminin, başkent Şam'ın rejimin kontrolünden çıkmasıyla sona ermesi İran basınında geniş yer buldu. (Fatemeh Bahrami / AA, 9 Aralık 2024)
Rusya'ya ait Hımeymim Hava Üssü'nde hareketlilik
Baas rejiminin çökmesiyle birlikte Lazkiye'nin Cebele ilçesinde yer alan Rusya'ya ait Hımeymim Hava Üssü'nde hareketlilik devam ediyor. Rus birliklerinin Suriye genelinde konuşlu oldukları Şam, Humus ve farklı şehirlerden Lazkiye'deki Hımeymim Hava Üssü'ne çekilmeleri sürüyor. (6 Aralık 2024)

 

Suriye’de Beşar Esad ve Baas rejiminin hızlı çöküşünün ardından bu ülkeyi ne tür gelişmelerin beklediği Ortadoğu’da bugünlerde en çok sorulan soruların başında geliyor. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusu (SMO) liderliğindeki muhaliflerin, Suriye’deki 61 yıllık Baas ve 54 yıllık Esad ailesi iktidarını sona erdiren zaferi, Suriye’nin geleceği kadar İran’ın “direniş ekseni” olarak isimlendirdiği hattın ve Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığının geleceği açısından da önemli anlamlar ifade ediyor. Benzer şekilde, bir “İslamcı” silahlı grup tarafından yönetilecek komşu ülkeyle karşı karşıya kalacak İsrail açısından da yaşanan gelişmeler önemli bir değişikliğe işaret ediyor.

 

İran’ın Suriye Politikasında Özeleştiri Yapma Zamanı

Önce İran ve onun çok önem verdiği “direniş ekseni” açısından başlamak gerekirse, Tahran’ın kendi ifadesiyle “ABD emperyalizmine ve İsrail yayılmacılığına karşı” oluşturmuş olduğu “direniş ekseni”, Suriye’deki Esad rejiminin düşüşüyle birlikte önemli bir halkasını kaybetmiş görünüyor. Bunu Tahran’ın bölgedeki faaliyetlerinden rahatsız olanların diliyle ifade etmek gerekirse, İran’ın bölgedeki kendi çıkar politikasını kamufle etmek için oluşturduğu “Şii hilali” ciddi bir hasar almış görünüyor. Bu iki ifadenin de sorunlu olduğunu ve gerçeği tam olarak yansıtmadığını söylemek gerekir. Uzun yıllardır Washington’un ağır yaptırımlarına ve Kasım Süleymani’nin öldürülmesi örneğinde olduğu gibi Amerikan saldırılarına, yakın dönemde İsrail saldırılarına maruz kalan İran’ın antiemperyalist bir dış politika izlediği iddiası doğru olabilir. Ancak bunun için inşa ettiğini ileri sürdüğü “direniş ekseninin” bazı halkalarının hedef şaşırıp, Baas diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesi yürüten insanları hedef aldığına da kuşku yok.

Suriye isyanında başından beri yanlış bir tercihte bulunup, 1979 devriminin temel ilkesi olan “zalimlere karşı mazlumların yanında” olmak yerine halkına zulmeden Baas rejiminin yanında olmayı seçen İran, aslında şimdi bu yanlış tercihinin sonucuyla yüzleşiyor. Kendisine müttefik olarak seçtiği Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte sadece Suriye’yi değil aynı zamanda Lübnan’daki nüfuzunu da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan İran’ın gelinen nokta itibariyle son haftalarda yaşanan gelişmelerin en büyük kaybedeni olduğuna kuşku yok. İran’ın bu kaybının kalıcı olup olmayacağı, Şam’daki yeni iktidar sahiplerinin olduğu kadar Tahran yönetiminin de bundan sonra atacağı adımların rasyonalitesine bağlı olacaktır.

İran, bundan sonraki süreçte Şam’daki yeni yönetimin hata yapıp Suriye’nin yeniden istikrarsızlığa sürüklenmesini bekleyebilir ya da bu yönde manipülasyonlar yaparak yeniden bu ülke üzerinde nüfuz kurmasını sağlayacak fırsatlar kollayabilir ki bu Tahran yönetimi açısından ciddi riskler de barındırmaktadır. Başta Dini Lider Hameney olmak üzere bazı İranlı yetkililerin çok sert ve rövanşist açıklamaları, bundan sonraki süreçte Suriye’de yaşanabilecek provokasyonlarda İran’ın parmağının aranmasına yol açacaktır. Bu yolun gerek Suriye gerekse İran ve bütün bölge için doğurması muhtemel olumsuz sonuçlardan dolayı, İran’ın bu yolu seçmek yerine, daha Suriye isyanının başında yanlış iliklediği ilk düğmeyi düzeltmeyi denemesi daha doğru olacaktır. Halkına zulmeden Baas diktatörlüğünü desteklemenin yanlış bir karar olduğunu kabul edip Suriye’de halkın tercihlerine dayalı bir yönetim kurulması için Türkiye ve diğer bölge ülkeleriyle birlikte çalışmayı kabul etmesi, Tahran’ın şimdi izlemesi gereken en doğru yoldur.

 

Rusya Suriye’de Ne Kaybetti?

Suriye’de devrilen Baas rejimiyle ilişkilerinin tarihi düşünüldüğünde, Rusya’nın bu ülkede yaşanan gelişmelerden İran’dan daha fazla etkilendiği tespitini yapmak mümkündür. Suriye ile kurduğu “ittifak”, Baas rejiminin de öncesine uzanan Rusya, HTŞ’nin Şam’da kontrolü ele geçirmesi sonucu, bu ülke üzerindeki nüfuzunu kaybetme gerçeğiyle karşı karşıya kaldı. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz politikasının ana aksını oluşturan Suriye’nin “kaybedilmesi”, Moskova açısından büyük bir stratejik yenilgi anlamına geliyor. Suriye stratejisini, güç yoluyla Esad rejiminin desteklenmesi ve muhaliflerin yok edilmesi üzerine kuran Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle yaşadığı sorunların bu strateji açısından yol açtığı zorlukları fark edip politikasını değiştirme yoluna gitmemesi, bu yenilginin temel nedeni oldu. Askeri gücünü ve ekonomik kaynaklarını kendisi için çok daha önemli Ukrayna savaşının kazanılmasına odaklamak zorunda kalan Moskova’nın, Esad rejimine yönelik askeri ve ekonomik desteği azaltmak zorunda kalmasına rağmen muhalifler ve Türkiye ile yeni koşullarda anlaşma yoluna gitmemesi, Rusya’nın bu süreçteki en büyük hatası oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun zamandır yaptığı Esad ile görüşme teklifi, aslında Rusya’ya bu politika değişikliği için ciddi bir fırsat kapısı sunuyordu ancak Moskova ya bu fırsatı değerlendirmek istemedi ya da Esad yönetimini bu konuda ikna edemedi.

Rusya’nın, kendi çıkarları açısından bakıldığında, Suriye’de yaptığı ikinci büyük hata ise bu ülkedeki müttefikleri olan İran, Hizbullah ve rejim güçlerinin İsrail tarafından kesintisiz bir şekilde vurulmasına göz yumması oldu. Netanyahu yönetimi ve onun arkasındaki küresel siyonist şebekeyle doğrudan bir gerginliğe sürüklenmek istemeyen Moskova yönetiminin, Suriye’de bulundurduğu hava savunma sistemlerine rağmen İsrail savaş uçaklarının bu ülke hava sahasını kullanarak istediği hedefleri vurmasına izin vermesi, Esad-İran-Hizbullah blokunun zayıflaması sonucunu doğurdu.

Baas rejiminin ayakta kalmasını sağlayacak düzeyde güç aktarımı yapamamasına rağmen masada çözüm için gerekli adımları da atmaya yanaşmayarak Suriye’deki etkinliğini kaybeden Rusya, bu ülkedeki askeri üslerinin geleceğini riske atmış oldu. Henüz Rusya’nın Suriye’deki askeri üslerinden çekilip çekilmeyeceği netleşmemiş olsa da, bu üslerdeki teçhizatın bir kısmının Libya’ya taşındığına dair medyada yer alan haberler ve bu konunun tartışılıyor olması bile Moskova’nın küresel güç olarak kalma hedefleri açısından işlerin iyiye gitmediğine işaret ediyor.

Bundan sonraki süreçte, Rusya’nın Suriye konusunda nasıl bir politika izleyeceği bu ülkenin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu politikasının geleceği açısından olduğu kadar Suriye’nin geleceği açısından da önemli olacaktır. İran ile birlikte Suriye’deki azınlık grupları kışkırtarak bu ülkede istikrarsızlığı büyütmeyi ve bu şekilde kendi üslerinin geleceğini garanti altına almayı hedefleyen bir politikaya yönelmesi, Suriye’ye olduğu kadar kendi çıkarlarına da daha büyük zararlar verme riski taşımaktadır. Bunun aksine, Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov’un 13 Aralık’ta söylediği gibi, Suriye’deki üslerin geleceğini yeni yönetimle görüşme yoluna giderse ve yeni yönetimle uzlaşı ile süreci yönetmeyi tercih ederse Rusya’nın da Suriye’deki hatalarından dönme ve kendi çıkarlarına gelecek zararları minimize etme konusunda fırsatları olabilir.

 

İsrail’in Yeni “İslamcı” Komşusu

Suriye’de yaşanan dönüşümün en fazla etkileyeceği ülkelerden biri de kuşkusuz İsrail olacak. İsrail şimdiye kadar, İran’a yakın da olsa seküler karaktere sahip ve Rusya üzerinden her zaman “kontrol edilebilen” bir yönetim olan Baas rejimiyle komşu iken artık HTŞ gibi “İslamcı” bir komşu ile karşı karşıya kaldı. Bu durum hem İsrail hem de HTŞ açısından önemli meydan okumalar içeriyor.

Sahip olduğu Amerikan desteği sayesinde Ortadoğu’da istediği her yeri bombalayabileceğini düşünen İsrail, Suriye’de geçen haftalarda oluşan kaosu fırsata dönüştürerek ülkedeki silah ve mühimmat depoları ile askeri tesisleri vurdu. Kendi ifadesiyle Suriye’nin askeri gücünün yüzde 80’ini tahrip ettiğini ileri süren İsrail, bu şekilde kendisine yakın bölgelerde, kendisi için tehdit oluşturabilecek askeri altyapıyı ortadan kaldırma politikasının bir başka örneğini ortaya koydu. Ancak bu şekilde Suriye’deki yeni iktidarı da düşman olarak tanımlamış oldu. Bu durumda İsrail, Suriye’de güçlü ve istikrarlı bir yönetim istemediğini göstermiş oluyor ki bu politikanın kendisi için ciddi olumsuz sonuçlar doğurma ihtimali söz konusudur. Suriye’deki istikrarsızlık, Lübnan’dakine benzer şekilde, İsrail’in güvenliği açısından tehdit oluşturabilecek bağımsız ve kontrolsüz silahlı grupların bu ülkenin geleceğinde etkili olması anlamına gelebilir. Buna karşılık İsrail’in Mısır ve Ürdün örneklerinde olduğu gibi, daha istikrarlı ve kendi güvenliğini de garanti eden güçlü merkezi hükümetlerin olduğu modeli Suriye’ye uygulama şansı da var gibi görünmüyor. Zira HTŞ’nin “İslamcı” geçmişinin onun Mısır ve Ürdün’deki yönetimlere benzer şekilde, İsrail’in güvenliğine destek veren bir aktör olmasını engelleyeceği tahmin ediliyor.

Bu noktada HTŞ’nin ikilemine de değinmek gerekir. Bugüne kadar “Şam’ın ardından Kudüs’ün kurtarılması” hedefinden bahseden bu “İslamcı” örgütün şimdi sınır komşusu olduğu İsrail’e karşı nasıl bir politika izleyeceği, kendisine yönelik algının bundan sonra nasıl şekilleneceği açısından olduğu kadar Suriye’nin geleceği açısından da belirleyici olacaktır. Siyonizmin ABD ve diğer Batılı ülkelerde sahip olduğu güç ve destek düşünüldüğünde, Şam’daki yeni yönetimin İsrail’i doğrudan hedef alması, bu savaşta büyük kayıplar vermesi anlamına gelecektir. İsrail saldırganlığına karşı yeterli tepki göstermemesi ise daha önce Hizbullah ve İran’ın maruz kaldığı “neden İsrail’e karşı bir şey yapmıyorsunuz” eleştirilerine maruz kalmasına yol açacaktır.

Bütün bu aktörlerin politikalarının nasıl şekilleneceği, Suriye’de halen etkili bir başka aktör olan ABD’nin bundan sonraki süreçteki politikasının nasıl olacağı ile de yakından ilgilidir kuşkusuz. ABD’nin yeni dönemdeki Suriye politikası için ise yeni başkan Trump’ın görevi devralmasını beklemek gerekiyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası