Almanya’nın kimlik grupları üzerinden çok etkin bir dış politikası var. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı sınırlamalardan dolayı Almanya dış istihbarata çok yönelemedi. Ancak kimlik grupları ve iç istihbarat üzerinden bir uzmanlık geliştirdi. Gerek mezhepsel gerekse etnik gruplar üzerinden önemli ölçüde uzmanlık kazandı. Bu konulardaki çalışmalara çeşitli Alman vakıfları ve sivil toplum kuruluşları da destek verdi. Yapılan bu yatırım sonucunda da Kürtler, Aleviler, Ortadoğu’daki çeşitli dini ve mezhepsel gruplar, Balkanlardaki ve Kafkasya’daki çeşitli gruplar hatta Hint Alt Kıtasındaki gruplar üzerinde Almanya’nın bilgi birikimi ve etkisi gittikçe arttı.
Bu genel çerçevenin haricinde Almanya açısından Türkiye’nin ayrı bir önemi var. Almanya’da bulunan göçmenler arasında Türkler en büyük grubu oluşturuyor. Bu Türklerin genel profiline bakıldığında şöyle bir durum var: 60’lı, 70’li yıllarda önemli ölçüde çalışma amaçlı göçüyorlar ama 80’li yıllarda, özellikle ideolojinin hakim olduğu dönemde kimileri de ideolojik nedenlerle orada sığınma alıyor. 80 darbesi sonrasında özellikle sol örgütlerin kadrolarından aranan isimlerin, Aleviler arasında ve PKK gibi örgütler içerisinde etkin olan bir kısım aktörlerin Almanya’ya sığındığını veya illegal yollarla ulaştığını görüyoruz. 90’lı yıllarda da Türkiye kökenli Kürtlerden insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık gibi nedenlerle siyasi sığınmacı olarak Almanya’ya gidenler var.
Almanya, Türkiye Karşıtlarını Destekliyor
Alman hükümetinin Türkiye kökenli siyasi sığınmacılara kapı aralamasının ardından PKK ve diğer Kürt örgütleri kadrolarının, ideolojik ve mezhepsel nedenlerle ayrımcılığa maruz kaldıkları gerekçesiyle Almanya’ya sığınan bazı Alevilerin bu ülkede önemli ölçüde etkin hale geldiklerini görüyoruz. 80 sonrası mezhepsel ve etnik hareketler, sivil toplum kuruluşları Türkiye’de yasakken Almanya’da bu tarz örgütlenmeler içerisine girebiliyorlar. Hatta sivil toplumu destekleme faaliyetleri çerçevesinde resmi olarak Alman devletinin de katkıları oluyor.
Daha sonra o birikim ve tecrübe Türkiye’ye de aktarılıyor. Mesela 80’lerin sonunda “Alevi uyanışı” dediğimiz şey, ilk olarak Almanya’da dile getiriliyor. Kürt örgütleri, özellikle PKK da -başka isimler altında- Almanya’da ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde örgütleniyor. Bunlar 90’ların başında Türkiye’deki hareketleri de önemli ölçüde etkiliyorlar. Oradaki propaganda ve örgütlülük tecrübeleri Türkiye’ye de yansıyor.
Alman devleti de kendi çerçevesinde bu tarz sivil toplum kuruluşlarına, örgütlerine destek veriyor. Bunu zaman zaman Türkiye üzerinde dolaylı yollarla nüfuz kurmak için bir araç olarak kullandıkları da olmuştur. Almanya Alevi kesimlerinin, Kürt kesimlerinin kendi toplumunda birbirine değmeden yaşamalarını daha fazla tercih ediyor. Çünkü bu Almanya’nın da işine yarıyor. Bunların Türk devletine aidiyetleri daha az olacağı için onlarla irtibat kurmayı daha kolay buluyor. Almanya siyasetinde ön planda görünen Kürtlerin ve Alevilerin ideolojik yönü ağır basıyor. Almanya’nın Türkiye ile ilgili algısında da bunlar belirleyici olabiliyor. Örneğin Alman medyasında Türkiye ile ilgili haber yapılırken bu tarz yaklaşıma sahip Türkiye kökenlilerin fazlaca temsil edildiğini görebiliyoruz.
Almanya’nın Hedefi Türkiye’nin İç Siyasetini Etkilemek
Bu Almanya’nın elindeki bir siyaset yapma aracı. Bunu her zaman kullanacak veya Türkiye aleyhine kullanacak diye bir şey yok. Ama oradaki Türk toplumunun bölünmüş olmasının ve siyaseten farklı pozisyonlarda bulunmasının Almanya’nın siyaset imkanlarını artırdığı da bir gerçek. Zaman zaman bununla Türkiye’yi köşeye sıkıştırma ihtimali olabiliyor. Bazen de Türkiye’ye yakınlaşmak için bir köprü olarak kullanılabiliyor. Ama bu biraz Alman devletinin uzun vadeli hedefleri neyse ona göre araçsallaştırılan bir durum. Bu aktörler üzerinden Türkiye’de de nüfuz oluşturabiliyor ya da Türkiye’deki bazı tartışmaları tetikleyebiliyor.