Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail-Filistin çatışmasının Haçlı-Hilal meselesine dönmesine karşı çıkıyor. Batılı devlet adamlarının İsrail taraftarlığı yapmalarının ve İsrail'in katliamlarının Tevrat'tan alıntılarla meşrulaştırılmasının tehlikesine işaret ediyor. Ayrıca, İsrail katliamlarına karşı din ve milliyet fark etmeksizin dünyanın birçok yerinde yükselen seslerin de farkında.
İsrail’i yöneten elitler, kurucu ideolojinin koruyucusu olarak kendilerini kodluyorlardı. Başbakan Netanyahu, yargı reformu süreci ile yargı, medya ve güvenlik bürokrasisindeki bu elit bloklarına bir savaş açtı. 7 Ekim ise bu üçlü sürecin duraksayacağı veya tersine döneceği bir politik ortamı, İsrail özelinde ortaya çıkarabilir.
HAMAS’a karşı savaşı kazanmak adına birlikte hareket etme ve karar alma refleksi, siyasiler arasında ortaya çıksa da İsrail kamuoyu aynı düşünce ve pratikte birleşmedi. Milliyetçi-dindar gruplar, ordunun tüm yaptıklarını istisnasız desteklerken, sol/liberal seküler kesim, bu saldırıların savaş suçu olduğunu dile getirip, acil ateşkes çağrısı yapıyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı, tamamen Filistin meselesi merkezli olarak kurulmuş ve bu sorunu Müslüman ümmetin tamamını ilgilendiren siyasi, dini ve insani bir konu olarak ele almaktadır. Ancak, üst düzey retoriğe ve atılan bazı adımlara rağmen, Teşkilat’ın Filistin meselesinde kendisinden beklenenleri gerçekleştiremediği görülmektedir.
Alman karar vericilerin, İsrail’in Gazze saldırıları karşısında izlediği yol, Almanya’nın dış politikasında ileri sürdüğü hukuk, demokrasi ve insan hakları gibi ilkeleri açık bir şekilde ihlal ederken, hedefler hiyerarşisinde İsrail’in desteklenmesi hedefinin en üstte olduğunu, insan haklarının korunması ve özgürlüklerin desteklenmesinin ise geride kaldığını gösteriyor.
Batılı devletler büyük bir sınavla karşı karşıya. İnsan hakları, savaş hukuku, Cenevre sözleşmeleri, hastanelerin, ibadethanelerin, okulların dokunulmazlığı… 50 günlük savaşta İsrail, Batı medeniyeti değeri namına ne varsa onunla savaştı. Batılı toplumlarla devletler karşı karşıya geldi. Bu değer erozyonu, telafi edilir olmaktan çıktı. Başka milletlere değer dikte eden, özgürlük ve demokrasi raporları hazırlayan Batı paradigması kökten yıkıldı.
ABD’nin Ortadoğu politikasının son 70 yılda değişmeyen tek determinantı, İsrail’in güvenliği ve bölgedeki niteliksel üstünlüğüdür. HAMAS’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim baskını ile bu niteliksel üstünlük mitine darbe vurmuş oldu. Dolayısıyla ABD yönetiminin verdiği reaksiyonun arkasında bu bağlamda bazı stratejik hesaplamalar ve çıkarımlar yatıyor.
Fransa devlet başkanı Macron, 7 Ekim’in ardından Amerikan Başkanı Biden’ı hatta ülkesinde sert eleştirilerin hedefi olan Netanyahu’yu da aşan siyasi pozisyonlarıyla en İsrail yanlısı isimleri dahi şaşırttı. Denilebilir ki Macron Fransa’sı, aradaki zikzaklara rağmen nasıl tanımlanırsa tanımlansın kantarın topuzunu İsrail’den yana kaçıralı çok oldu.
Yerleşimci teröristlerin İsrail siyasetindeki etkisini artırması, hem Netanyahu gibi aşırı sağcı olmayan siyasetçilerin daha fazla aşırı sağ söylemi benimseyerek “daha sağa” kayması hem de şu an görevde olan kabinede Smotrich, Ben Gvir gibi aşırı sağcı bakanların yer alması şeklinde gerçekleşmiştir. Gelinen noktada aşırı sağcı siyasetçiler, ana akımlaşarak İsrail siyasetini teslim almış durumdadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail-Filistin çatışmasının Haçlı-Hilal meselesine dönmesine karşı çıkıyor. Batılı devlet adamlarının İsrail taraftarlığı yapmalarının ve İsrail'in katliamlarının Tevrat'tan alıntılarla meşrulaştırılmasının tehlikesine işaret ediyor. Ayrıca, İsrail katliamlarına karşı din ve milliyet fark etmeksizin dünyanın birçok yerinde yükselen seslerin de farkında.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz.
Daha fazlası