Bir süreden beri siyasi gündemimizi Atatürkçülük tartışması belirliyor. İlk defa 29 Ekim’de ortaya çıkan Atatürkçülük tartışması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Kasım’daki açıklamaları ile toplumun farklı kesimlerinin gündemine hızlıca giriverdi. Erdoğan şunu söylemişti:
“Ülkemizde eskiden beri hep Atatürk ve Atatürkçülük tartışması yaşanmıştır. Milletimizin gönlündeki Atatürk ile sonradan kavramlaştırılan Atatürkçülük arasında fark ortaya çıkmıştır. Milletimizin Mustafa’ya saygısında en küçük tereddüt yoktu. Milletimizin Kemal’le de en küçük sorunu bulunmuyor. Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz. Sorun, bir zihniyetin Mustafa Kemal’i kendi ideolojik amaçlarının simgesine dönüştürmüş olmasıdır.”
Erdoğan sözlerinin devamında darbecilerin, cuntacıların ve vesayet odaklarının, ülkenin tarihine, milletin değerlerine düşmanlık eden kesimlerin kendilerini “Atatürkçülük” kılıfı altında gizlemeye çalışmış olduklarını ifade ederek Atatürk’ü Marksist, faşist çevrelerin tekeline bırakmayacaklarını vurguladı. Bu sözler farklı kesimlerde Atatürkçülük tartışmasının fitilini ateşlemişti. CHP ve sol Erdoğan’ın Atatürk ile ilgili açıklamalarına oldukça sert tepki verdi ve Erdoğan’ın samimiyetsiz olduğunu iddia etti.
Bu sert tavır alış, yeni soru işaretlerini ve tartışmaları beraberinde getirdi. Örneğin CHP veya sol Erdoğan’ın Atatürk açıklamasına neden bu kadar sert tepki gösterdi? CHP Cumhuriyet’in kurucusu olan Atatürk’ün toplumun farklı kesimleri tarafından benimsenmesinden rahatsız mı? Yoksa bu ülkenin solu toplumsal kutuplaşmadan mı nemalanıyor? Bu sorular tartışmanın fay hatlarını oluşturuyor.
Siyaseti “maddi ve manevi değerlerin otoriteye dayalı olarak dağıtılması süreci” olarak tanımlayan Easton’a göre toplumsalın içerisinde maddi ve manevi değerler oluşmakta ve bunlar bir biçimde bölüşülmektedir. Aslında hayatın her düzeyinde devamlı yeni değerlerin yaratılması ve bunların belli şekillerde bölüşülmesi hadisesi mevcuttur. Tartışma veya krizler bu paylaşımdan dolayı meydana gelir. Kısacası değer paylaşımı siyasetin ontolojisini oluşturur, bir “sui generis”tir ve iktidar değer paylaşımını organize eden gücün bizatihi kendisidir.
CHP’nin Atatürk’ü Tekelinde Tutma Çabası
Aslında CHP veya solun sert tavır alışının siyasal ve toplumsal birçok nedeni olsa da en önemlisi, gücünü “kurgulamış” olduğu Atatürk ve Atatürkçülükten alan CHP’nin değer paylaşımına razı olmamasıdır. Atatürk, Atatürkçülük veya Kemalizm’den politik rant devşiren CHP Atatürk’ün toplumun farklı kesimleri tarafından bölüşülmesine karşı çıkmakta ve sadece kendi bekası üzerinden bir siyaset kurgulamaktadır. Öyle ki “Atatürk’ün partisi parlamento dışı kalamaz, kalmamalı” diyerek kendi bekası için Atatürk üzerinden sola yatkın insanlara şantaj yaparak oy almaya çalışmaktadır.
CHP’nin Atatürk’ü kendi tekelinde tutma stratejisinin bir diğer sacayağını da ötekileştirme ve kendi seçmenini konsolide etme kaygısı oluşturur. Toplumsal kutuplaşmadan oy devşirmeye çalışan CHP, Atatürk’ü kendi partisine hapsederek Gazi Mustafa Kemal ile gönül bağı olan kesimlerin veya “sadece” elitist, seçkin, memur, varlıklı, ulusalcı ve laik kimselerin oyunu almaya çalışmaktadır. Ancak CHP’nin Atatürk’ü tekel altında tutma siyaseti tarihi gerçeklerle pek uyuşmamaktadır.
Atatürk döneminin en önemli gazetecilerinden olan Falih Rıfkı Atay Babanız Atatürk adlı eserinde kendi tanıklığına yer verir. Bir gün CHP Genel Sekreteri Recep Peker CHP ile ilgili bir vesikayı imzalatmak üzere Atatürk’e getirir. Atatürk, Peker’in getirmiş olduğu vesikanın üzerine “Partim” ibaresini yazar. Peker şaşkınlıkla “Paşam niçin CHP yazmıyorsunuz?” diye sorar… Atatürk oldukça anlamlı bir cevap verir: “Ne bileyim sonuna kadar CHP’nin benim partim olacağını.”
CHP Atatürk’ün Partisi mi?
Maalesef CHP Atatürk’ün partisi olma özelliğini kaybetmiş gibi görünüyor. Daha da ötesi Atatürk ve Atatürkçülükten siyasi rant devşiren CHP, daha Atatürk hayatta iken kendisini tehdit ve tasfiye etmeye çalışmıştı. Tarihçi Kemal Karpat’a göre Atatürk farklı zamanlarda CHP’li siyasetçiler tarafından tehdit edilmiştir. Bu tehditlerden ilki 1930 yılında Serbest Fırka’nın kurulması sırasında yaşanmıştır. İsmet İnönü Atatürk’e, “CHP’yi sen kurdun. Bu senin partin… Senin sözüne inanarak biz bu partiye girdik. Bizi terk edemezsin. Siz bizi sevmiyorsanız, biz sizi seviyoruz Paşam!” diyerek “üstü örtülü bir biçimde” Atatürk’ü tehdit etmiştir. Nitekim Atatürk de bir süre sonra Serbest Fırka’yı kapatmış ve Türkiye çok partili demokratik hayatı yeniden askıya almak zorunda kalmıştır.
Karpat’a göre Atatürk’e ikinci tehdit bizzat CHP’den gelmiştir. CHP Genel Sekreteri Recep Peker faşizmin yükselişte olduğu dönemde Rusya’ya gidip incelemelerde bulunur. Orada Stalin’in Komünist Parti Genel Sekreteri sıfatıyla mutlak hakimiyetinden etkilenerek Türkiye’de benzer bir sistem kurulması için çalışmalar yapmayı dener. Kendisini Stalin’in yerine koyan Peker 1935 yılında Atatürk’e, “Parti, her şeyin üstündedir, emir veren ve yapan partidir” biçiminde faşizan bir söylem geliştirir. Bu sürecin sonucunda Atatürk’ün ölümüne kadar ve Atatürk’ün emri ile Heybeliada’da göz hapsine tutulan İnönü başbakanlık görevinden, Recep Peker de genel sekreterlikten istifa ettirilir.
Atatürk sonrasında CHP liderleri, yöneticileri ve kadroları iç siyaset, ekonomi, terör sorunu, ideolojik tutum alışlar ve dış politikada esas olarak Atatürk’ü referans almamışlardır. Ne Deniz Baykal’ın ne de Kılıçdaroğlu CHP’sinin Atatürk’ün CHP’si ile aynı istikamette olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Örneğin Kılıçdaroğlu 20 Haziran 2014’te Habertürk’te yaptığı bir konuşmada, “Atatürk’ün kurduğu CHP ile bu CHP aynı mı?” diye sorulunca, “Hayır… Biz 1930’ların CHP’si değiliz” demiştir. “Peki, farkınız ne?” diye sorulunca da, “Dünya kadar fark var” cevabı vermiştir. Dönemsel olarak değiştiğini iddia etmekle beraber CHP Atatürk veya Atatürkçülüğü kendi tekelinde tutarak seçmen kitlesini konsolide etmeye ve kendi siyasal konumunu pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu siyasal gerçekliğin tanıklığını bizzat MHP’yi kuran Alparslan Türkeş yapmaktadır. “CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitseydi” der Türkeş, “Ben MHP’yi kurmazdım.” Kısacası ne CHP Atatürk’ün partisidir ne de bu ülkenin solu, evrensel sol siyasal gelenek ile uyumlu bir politik duruşun temsilcisidir.
Bir de 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında üretilen Atatürkçülük söyleminin Atatürk’ün şahsiyeti ile pek bir alakası bulunmamaktadır. Atatürkçülük 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Postmodern Darbesi ve 27 Nisan 2007 e-Muhtırası dönemlerinde hem okunan bildirilerin hem de kamuoyuna sunulan gerekçelerin ideolojik omurgası olmuştur. Darbelerin ideolojik omurgasını sağlamasından dolayı Atatürkçülük ve Atatürk toplumun önemli bir kesiminde irtifa kaybına uğramıştı. Bundan dolayı partiler toplumsal kutuplaşmayı azaltmak için kendi toplumsal tabanının muhayyel sınırlarını aşarak öteki ile birleşme siyaseti izlemelidir.