Basılı, görsel, hatta sesli medya; tarihi boyunca gündem belirlemede etkili, kamuoyu oluşturmada ise önemli bir araç olarak toplumsal algıları yönlendiren faktörlerin başında gelmektedir. Türk siyasi hayatında gerek darbelerin hazırlanış safhasında gerekse gerçekleştirilmesinde ve meşrulaştırılmasında asker, yargı, istihbarat ile akademinin yanı sıra en önemli aktörlerden birisini medya kuruluşları oluşturmuştur. Medyanın vesayet odaklarına (gönüllü/gönülsüz) boyun eğmek zorunda kalmasıyla millet ve devlet olarak ne kadar büyük bedeller ödemeye mahkum edildiğimiz gerçeği belleklerde tazeliğini koruyor.
Darbe süreçlerinde, medya aracılığıyla hedeflenen algının oluşturulması için önem ve öncelik verilen konular titizlikle seçilmiş ve medyada toplumu darbeye rıza gösterecek hale getirecek nokta atışı yayınlar yapılmıştır. Ana akım medyada muhakeme melekelerini felç edecek; tüm kesimlerin rahatsız olacağı “diktatörlük”, “otoriterlik”, “yolsuzluk”, “fikir ve ifade hürriyetine baskı” gibi kavramlar sürekli ve sistematik bir şekilde kullanılmıştır. Bu tür kavramlarla Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihindeki ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 darbesi ile cumhuriyet tarihindeki son kalkışma olan 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde darbeye kamusal rıza ve meşruiyet kazandırılmaya çalışılmıştır.
27 Mayıs darbesiyle birlikte büyük siyasi, ekonomik ve sosyal yaralar alan Türkiye, demokrasiye geçiş sürecinde sürekli topalladı. Darbecilerin bir silindir gibi ezdiği kurumlar vasıtasıyla oluşturulan vesayet mekanizması, ancak 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin süreç içerisinde yaptığı düzenlemelerle kısmen bertaraf edilebildi. Cuntacı vesayetten azade tam bağımsız ve demokratik bir sistemin inşası sürecinde Kemalist cuntanın oluşturduğu karanlık dehlizleri fırsat bilen uluslararası bir istihbarat örgütü niteliğindeki Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), bu puslu ortamda vesayet içinde bir vesayet mekanizması kurdu. Görünürde var olan vesayet odakları birer birer tasfiye edilirken bu odakların yerine ise 40 yıldır her kademede ve her kurum için militan yetiştiren FETÖ tarafından duruma göre laik, Kemalist, alevi, duruma göre vatansever, demokrat, milli ve muhafazakar maskeli başka bir korkunç yapı oluşturulmuştur. Yıllarca devlete sızan bu yapı diğerlerinden farklıydı.
Kullanılmışlığın İtirafı
28 Şubat postmodern darbe girişimi sırasında merkez medyanın yaydığı korku atmosferi bu durumun örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Kemalist cuntanın icra ettiği 28 Şubat postmodern darbesinde Aydın Doğan’ın sahibi olduğu dönemin Hürriyet, Milliyet gazeteleri ile Dinç Bilgin’in sahibi olduğu dönemin Sabah gazetesi ve her iki grubun televizyon kanalları aylarca gündemi adeta korku filmlerinin çekildiği bir platoya çevirmişti. Hürriyet, “Ya uy ya çekil”, “Gerekirse silah bile kullanırız”, “Alternatif hazır”, “Rektörler uyardı”, “Askerden RP’ye şok suçlamalar”, “Yapayalnız kaldılar”, “TOBB: Hükümet hemen bitmeli” gibi tehdit ve cunta brifingleriyle dolu birbirinden rezalet içeriğe sahip manşetlerle bu sürece öncülük etti. Dönemin Milliyet gazetesi de “Ordudan son uyarı”, “Erbakan geriyor”, “Tehdidin adı irtica”, “Ordudan son uyarı”, “IMF’den kriz uyarısı”, “Hocayı göndermek artık vacip oldu”, “İşçi yürüyor”, Ordudan ambargo”, “Laiklik uyarısı”, “Refah bunalımı” manşetleriyle kamusal baskıyı artırmaya çalışarak toplumu darbe sürecine ikna etmeyi sürdürdü. Dönemin Sabah gazetesi ise, “Refah’a üç uyarı”, “Muhtıra gibi bilgilendirme”, “Ateşle oynuyorlar”, “Genelkurmay’da düşman değişti”, “Hoca yine ateşle oynuyor”, “Demirel’den Hocaya çok sert mektup”, “İşte Fadime’nin suçladığı adam”, “Karadayı’dan Humeyni dersi”, “DYP vekillerine açık çağrı: Tarihi görev sizi bekliyor”, “Paşanın öfkesi”, “Batıyı şaşırtıyoruz”, “Komutanlardan paşaya destek”, “Oy avcılığına para var askere yok”, “Meclis’te 159 Şevki Yılmaz var”, “Paşanın öfkesi bir boşalmadır” gibi manşetlerle Kemalist cuntanın verdiği suflelerle medyatik kasırga estiriyordu.
Görüldüğü gibi kin ve öfke dolu manşetlerin sadece başlıkları bile oluşturulan puslu ortamı anlatmaya yetiyor. Çoğu asker kaynaklı bu karanlık haberler dindarları hedef alırken FETÖ de süreci kendi lehine kullanmıştır. Bu bağlamda FETÖ destekli olduğu aşikar olan içeriklerin başında ise örgüt elebaşı Gülen’in Hürriyet ve Milliyet’te manşete çekilen “Gülen de uyardı” ve “Beceremediniz artık bırakın” manşetleri geliyor. Peki, FETÖ bu sürecin neresinde yer alıyordu? Bu soruyu Kemalist cuntanın sözcülüğünü yapan dönemin medya yöneticileri yıllar sonra itiraf gibi açıklamaları ile açıklığa kavuşturdu. Ayrıca itirafçı olan örgüt mensubu askerler ile örgütün kumpaslarının mağdurları da çarpıcı bilgiler vermiştir.
28 Şubat sürecinde toplumu ikna etme görevini üstlenerek askeri vesayete biat eden dönemin medya aktörlerinden CHP’li Tuncay Özkan ile Uğur Dündar, yıllar sonra FETÖ’nün kendilerini nasıl kullandığını itiraf etmişti. Dindar kesime karşı kamuoyu oluşturmak için kullanılan Müslüm Gündüz-Fadime Şahin olayının perde arkasını itiraf eden Özkan, baskını Recep Güven ile Ali Fuat Yılmazer'in de aralarında bulunduğu FETÖ'cü polislerin kurguladığını söylemişti. Tuncay Özkan, Uğur Dündar ile katıldığı Halk TV’deki programda, “İlk defa burada açıklıyorum. 28 Şubat’ta Erbakan hükümetini deviren, Fetullah Gülen ve adamlarıdır. Erbakan hükümeti düşmeden önce ‘Gitmelidir’ diye demeç veren de Gülen’dir. Gazeteci dediğiniz adam, Müslüm Gündüz’ün yatak odasının kapısında beklemez. Fadime Şahin’in yatak odasının kapısında beklemez. Böyle bir görevimiz yok bizim. Böyle bir gazetecilik yok. Nereden geliyor bu görüntüler? Gecenin bir yarısı polis, çok önemli operasyona gideceğiz diye çağırıp gazetecileri o kapılara çağıranlar. 28 Şubat’la ilgili olarak o ortamı hazırlayanlar polis müdürleridir. Çağırdım muhabir arkadaşı. Dedim ki ‘Arkadaş sizin ne işiniz var Müslüm Gündüz’ün yatak odasında?’ Dedi ki ‘İstihbarat şube müdürü bizzat aradı. Burada çok önemli bir operasyon yapacağız, gelin dedi. Biz de gittik.’ Kim istihbarat şube müdürü? Sami. Hangi Sami biliyor musunuz? İzmir Emniyet Müdürü yapıldı da iki gün sonra Fetullahçı diye alındı şimdi içerde olan var ya işte o Sami… Sonra kim var? Ona buna Ankara’da talimat, kim Recep Güven. Bu işin tezgahında bulunan masada oturan kişi. Öteki kim. Ali Fuat” diyerek FETÖ tarafından kandırıldıklarını söylüyordu. CHP'li Tuncay Özkan, Müslüm Gündüz-Fadime Şahin olayını FETÖ'cü polislerin tezgahlayıp kendilerine servis ettiğini açıklayarak aslında o dönemde örgütün kendilerini nasıl kullandığını kayıtlara geçirmiş oldu.
Konya’da FETÖ’ye boyun eğmeyen Anadolu sermayesine kurulan kumpasların yine malum medyanın eliyle kamuoyunun nasıl rıza gösterir hale getirildiğini de yıllar sonra başka bir soruşturmadan öğreniyoruz. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada ifade veren eski Selçuk Üniversitesi Rektörü Süleyman Okudan, “Aydın Doğan ve Uğur Dündar’a hakkımı helal etmiyorum” diyor. Üniversiteye ait araziyi isteyen FETÖ’ye olumsuz yanıt verdiği için kumpaslarla soruşturmaya dahil edildiği yargı kararıyla kesinleşen Okudan, “Göz altına alındım, ikinci gün ‘Rektörün evinden servet çıktı’ diye Doğan Haber Ajansı’nda ve Milliyet’te haberler çıktı. Üçüncü gün ‘El arabasında paralar’ diye yine aynı kurumlar ve Uğur Dündar haberler yaptı. Evimden çıkanlar oysa YÖK’e mal beyanında bulunduğum kendi malımdı. Belgeleri var ama ne polis ne de medyanın umurunda değildi. Bütün bu yayınlar karalamalar olduktan sonra, savcı olsam hakim olsam ben de tutuklardım. Benim cevap verecek halim kalmadı zaten. Şunu çok samimiyetle söylüyorum bir silahım olsaydı, silahımla kendimi vurur intihar ederdim” diyerek içine sokulduğu FETÖ/medya sarmalında nasıl öğütüldüğünü anlatıyor. Okudan’ın içine atıldığı FETÖ kuyusunun kamusal kabulü de maalesef dönemin medyası eliyle gerçekleşmiştir.
Gazetelerle Kumpas
17-25 Aralık süreciyle FETÖ kapsamında açılan dava ve yürüyen birçok soruşturmaya bakıldığında yine aynı ana akım medya organlarının, yayınları ile FETÖ’nün işlevsel aparatı olduğu görülecektir. Örneğin FETÖ’nün Atatürk Havalimanı imamı Alaattin İlyas Yağmur’un verdiği ifadelerden Atatürk Havalimanı’nı işgal operasyonlarında FETÖ’cü olmayan polislerin tasfiye edilmesinde bu yayın organlarının nasıl kullandığını yıllar sonra öğreniyoruz. Yine Sel kod isimli gizli tanık FETÖ’nün 28 Şubat sürecinde muhafazakar askerleri nasıl gammazlayıp yerlerine kendi militanlarını yerleştirdiklerini itiraf etmiştir. FETÖ’nün boyun eğmeyen, himmet adı altında haraç ödemeyi kabul etmeyen Anadolu sermayesini nasıl yok etmeye çalıştığını ve bunun için aynı isimlerin yönettiği medya organları ile ne tür yayınlar yaptığını, yayın içeriklerinin nasıl hazırlandığını yıllar sonra ortaya çıkan itiraflardan ve kumpas dosyalarından okuyoruz. FETÖ kumpaslarına maruz kalanlardan kimi dinlerseniz bu sabık medya kuruluşları ile yöneticilerinin oluşturduğu kaos ittifakının kurbanları olduğunu görürsünüz.
FETÖ Çatı Soruşturması kapsamında da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'na tanık olarak ifade veren iş adamı Fadıl Bozkurt ise FETÖ’nün sermaye ve medya ilişkilerini farklı bir boyutu ile anlatıyor. 1998'de ortak şirket açtıkları Mehmet Günyeli aracılığıyla İshak Alaton ile tanıştığını, Alaton'un şirketlerine üçte bir oranında ortak olduğunu söyleyen Bozkurt, Alaton'la ortaklığının 2015’te sona erdiğini belirtmiştir. İshak Alaton ile 28 Şubat sürecine ilişkin konuşmaları olduğunu söyleyen Bozkurt, Alaton'un "Bu ülkede tank yürütebilmek için dört tane ev verdim" dediğini belirtiyor. Alaton'un merhum Necmettin Erbakan'ı sevmediğini açıkça söylediğini kaydeden Bozkurt, Erdoğan'ın Şimon Peres'e, "One minute" demesini Alaton'un hazmedemediğini, "Bu, Şimon'a yapılmaz. Haddini bilmiyor" şeklinde ifadeleri olduğunu da söylüyor. Bozkurt’un ifadesinde birbirinden ilginç bilgiler var. İfadenin bir kısmını olduğu gibi buraya almakta fayda var. Bozkurt’un dikkat çekici beyanları şöyle: “7 Haziran seçimi öncesinde bana, ‘HDP’den aday olmak isteyecek tanıdığın beyaz Türk var mı? HDP tamamen Kürt partisi gözükmesin’ demesi üzerine… ‘Bir taraftan Fetullah Gülen ile bu kadar içli dışlısın, bu kadar yardımcı oluyorsunuz. Bir taraftan HDP’ye destek oluyorsunuz, bir diğer taraftan da Taraf gazetesi ekibiyle içli dışlısın. Bunların hepsi görüntüde çok zıt ve ayrı gruplar. Nasıl oluyor hepsi ile birden koordineli olarak çalışabiliyorsunuz?’ dedim. O da bana ‘Hedefleri aynı olunca herkes beraber ve koordineli çalışabilir’ demesi üzere ben de zıt görünen grupların ortak bir amacı olduğuna, hedeflerinin aynı olduğuna kanaat getirdim.”
Türk medya tarihi karanlık ittifaklar ve ihanetlerle doludur maalesef. Bozkurt’un ifadesinde yer alan iddia ve bilgiler soruşturma dosyalarında dururken kim bilir belki yıllar sonra farklı boyutları ile açıklığa kavuşacaktır. Bozkurt devamında şunları söylüyor: “İshak bey, FETÖ üyesi gazetecilerle görüşüyordu. Bildiğim isimler Ekrem Dumanlı ve Mustafa Yeşil idi. Ayrıca Eyüp Can isimli kişiyle de 2010-2013 arasında çok sık diyebileceğim şekilde görüşürlerdi. İshak Alaton kendisine ‘Radikal gazetesinde yazan Eyüp Can’ın Fetullah Gülen’le ne alakası var?’ diye sorduğumda, Gülen’in manevi oğlu gibi olduğunu o kadar değer verdiğini söylemişti. Bu isimlerin haricinde Ahmet Altan ve Mehmet Altan ile de sık sık bir araya gelir görüşürlerdi. Hatta Taraf gazetesi kurulmadan birkaç ay önce İshak bey bana yeni bir gazete kurulacağını, bu gazetenin Cumhuriyet gazetesinin bile yazamadıklarını yazan bir gazete olacağını, yazarlarının da Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Neşe Düzel’in olacağını söylemişti. Gazete kurulurken katkısının olduğunu biliyorum. Ergenekon davaları başladığı zaman Taraf gazetesinde yayınlanan haberler üzerine İshak beye ‘İyi bir gazete olacağını söylemiştiniz. Doğrudan orduya saldırıyorlar, bu gazetenin neresi iyi’ dedim. İshak bey de bana ‘hiç kimsenin yazamadığı şeyleri yazdığını’ söyledi.” Bu ifade çok fazla yoruma yer bırakmayacak şekilde Taraf gazetesinin FETÖ için nasıl ve neden kurulduğunu açıklıyor sanırım. Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Radikal gazetesinin Eyüp Can yönetiminde nasıl FETÖ’ye teslim edildiği ise gizemini halen koruyor.
Yıllarca medya, neyi doğru kabul edeceğine ve neyi yanlış olarak göreceğine/göstereceğine karar vermek için asker/polisten gelecek enformasyona odaklanmıştır. Etkili ve başarılı medya ilişkileri ile bireysel ve kurumsal olarak zihinlerde nasıl iz bırakacağını bilen FETÖ, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra da etkisini sürdürmeye devam etti. 15 Temmuz’a kadar büyük oranda direkt kontrol edebildiği medyayı kitlesel olarak manipüle ederek kullanan FETÖ, bu süreçten sonra faklı yöntemlere başvurmak zorunda kaldı. Terör örgütü bu sefer medyayı bireysel konular, mağduriyetler üzerinden manipüle edecek ve bu şekilde örgütle mücadeleyi yaralayacak yöntemlere başvurmaya başlamıştır. FETÖ, birbirinden farklı renk ve tondaki profesyonel militanları vasıtasıyla çok iyi bildiği medyanın dilini, medyanın mutfağını, medyanın istemlerini ve beklentilerini fırsata çevirmeye çalışmıştır. Kontrollü darbe söylemlerinden gözaltına alınan örgüt mensuplarının eziyet gördüğü iddialarına, cezaevlerine atılan örgüt yöneticisi kadınlardan örgütün mahrem kadrolarını yönettiği belgelenen memurlara, örgütün beyin ana omurgasını yöneten öğretmenlere yönelik yapılan adli ve idari işlemlere kadar yüzlerce konuda toplumu manipüle edecek içerikler üretilerek servis edildi.
Bu teröristlerin sosyal medya hesapları ve sözde haber siteleri üzerinden dolaşıma soktukları yalan bilgiler, Türkiye aleyhine algı oluşturmayı hedeflemiştir. Örgütün yönettiği onlarca sosyal medya hesaplarından paylaşılan içerikler sözde muhalif basın yayın organlarında yer alarak örgütün amaçlarına hizmet etmiştir. Farklı renk ve tondaki örgütün sosyal medya siteleri üzerinden dolaşıma sokulan yalan bilgiler ile manipüle edilmiş içerikler sosyal medya siteleri ile dış istihbarat destekli operasyonel haber siteleri üzerinden de servis edildi. Amerika, İngiltere, BAE, Suudi Arabistan, Almanya ve Rusya sermayeli bu haber sitelerinin yanı sıra, 17/25 Aralık süreci ile başlayan 15 Temmuz’dan sonra artarak devam eden FETÖ argümanlarına sarılan Cumhuriyet, Sözcü, T24, Halk TV, Birgün gibi irili ufaklı kurumlar bu işin başını çektiler maalesef. Oluşturulan dezenformasyon köpürtülerek hem sosyal medya üzerinden hem de bu basın kuruluşlarından hükümet aleyhine ve ülkenin istikrarına kastedecek şekilde sürdürüldü.